Ama çoğu genç 51 bin kişi politikanın geleceğinin tartışıldığı bir forum için biraraya geldiğinde, görmezden gelinir. Pazar günü Paris'te sona eren Avrupa Sosyal Forumu, Britanya'nın büyük basınında sadece bir raporla ele alındı. Şüphesiz gazeteler bu hafta da gençlerin artık politikayla ilgilenmediği haberini verecekler bize.
Bu bir bakıma doğru. Milyonlarca genç benmerkezci parlamentonun tantanasına yüz çevirdi. Bütün hayatlarını parlamento salonlarında düzenbazlıkla geçiren, yönettikleri insanlar hakkında George Bush'un yüksek matematik bilgisi kadar bilgi sahibi olan adamlara yüz çevirdiler. Gençler politikaya ilgilerini kaybetmediler. Westminster'da yapılan siyaset, gençlere olan ilgisini kaybetti.
Geçen hafta forumda olan bitenlere yer verilmemesinin nedenlerinden biri, olayların bir kapsül içinde gerçekleşmemesi. Öyle olmadığı için de olaylar bir kapsülün içine hapsedilemiyor.
Forum birbirinden uzak dört yerleşim yerine dağılmış 300 küsur toplantıdan oluşan, çok geniş, karışık ve düzensiz bir oluşumdu. Konuşması didiklenebilecek bir lider, içindeki muhalif grupların anatomi masasına yatırılabileceği bir parti, sonuçları üzerinde tartışılabilecek bir bildiri yoktu.
Forum, katılanların hayatlarındaki karışık ve düzensiz gerçekleri yansıttığı için, karışık ve düzensizdi.
Ama karmaşıklığa rağmen, Avrupa siyasetinde dikkat çekici şeylerin gerçekleşmekte olduğunu görmek güç değil. Delegelerin tümü, önemli konular hakkında milletvekillerimizin ve gazetecilerin büyük bir bölümünden çok daha bilgiliydiler.
Tony Blair ile Gordon Brown arasındaki ilişkiden artık size gına gelmiş olsa bile, gazeteler bu konu hakkındaki her şeyi size söyleyebilirler ama, insanlığın geleceği gibi önemsiz konularda söyleyecek şeyleri yok.
Ama Paris'teki genç insanlar kendi göbeklerini kendileri kesmişler. Avrupa Anayasasının, Ticaret ve Servis Genel Anlaşmasının, Kuzey Atlantik akıntılarının karmaşık yönlerine akıl erdirmişler.
Kimsenin mülkiyetinde olmayan bu hareketin içindeki insanların, sadece sorunların ortaya konmasıyla yetinmediği de belli oldu. Artık mesele ne, niçin ve ne zaman değil, nasıl meselesi.
Güce nasıl karşı gelinir? Bizi dışlayan siyasal süreçleri tekrar nasıl ele geçirebiliriz? Henüz cevapların hepsini bilmiyoruz ama 50 bin Avrupalı cevap arama çalışmalarına katıldı.
Bu şaşırtıcı sayılar Avrupa'daki hoşnutsuzluğun uçsuz bucaksız kaynaklarından çıktı. Demokrasinin üstüne sanki her yerde nötron bombası atılmış gibi. Demokrasinin yapısal öğeleri -parlamentolar ve onların komisyonları, seçimler, referandumlar- eksiksiz yerli yerinde duruyor ama hayatiyetini kaybetmiş.
Avrupa ülkelerinin hemen hemen hiçbirinde, iktidardaki partinin güttüğü politikayla ana muhalefet partisinin politikası arasında yapılacak bir tercihin anlamı kalmadı. Ne tür bir ekonomi istediğimiz ve devletin vatandaşlarına neler sağlaması gerektiği gibi önemli konular parlamentoda çok az konuşuluyor. Yapılan rol kesmek ve itiş kakıştan ibaret.
Avrupa Sosyal Forumuna katılanlarının hiçbirinin kafası, bunun niye böyle olduğu konusunda karışık değil. Aslında esas kararlar kıtasal veya küresel düzeyde, Brüksel'de, Beyaz Saray'da bankaların ve şirketlerin yönetim kurulu odalarında alınıp, uygulanması için ulusal hükümetlerin ellerine tutuşturuluyor.
İşte hareket bu yüzden küreselleşmeye takmış durumda: Vatandaşlar küresel politikaların kontrolünü ele geçirmedikçe, ülke politikalarının kontrolünü ele geçiremeyecekler.
Kapitalizmden sonraki hayat?
Ancak ihmal eder gibi göründüğümüz başka meseleler var. Hareketimiz Zapatistalar tarafından geliştirilen "consultas" ve Brezilya'daki katılımcı bütçe gibi yeni katılımcı demokrasi biçimlerini fetişleştirme eğiliminde.
Bunlar faydalı modeller ama, kendimize parlamenter siyaseti nasıl yeniden canlandırabiliriz, onun içindeki yerimizi tekrar nasıl alabiliriz sorusunu da sormamız gerek.
Bazılarının düşündüğü gibi, siyasetteki ecdadımızın uğrunda kanlarını döktüğü sisteme sırt çevirivermek yeterli değil. Gerçek demokrasinin katılım ve temsilin karışımından oluştuğu şüphe götürmez.
Görevimiz kapana kısılmış ve yolsuzluğa bulaşmış parlamentolarımızın hapishane parmaklıklarına, onlar gibi kapana kısılıp yolsuzluğa bulaşmadan vurup, gürültü çıkarmak.
Meselenin en büyüğü k harfi ile başlıyor. En azından kuramsal olarak, orta ölçekli meselelerle başa çıkma konusunda bir sorunumuz yok: Dünya Bankası konusunda ne yapılmalı? Sendika karşıtı yasalar nasıl düzeltilir?
Ama hareket olarak büyük mesele ile uğraşmaya pek yeltenmedik: Kapitalizm konusunda ne yapılmalı? Paris'te ne zaman birisi çıkıp da her tür kapitalizmin yıkılması gerektiğini söylediyse, herkes coştu. Ama gerçekten bunu mu istiyoruz? Eğer öyle ise, yerine neyi koymayı umuyoruz? Yerine koyacağımız sistemi sert baskılara başvurmaksızın oturtabilecek miyiz?
Paris'te bazılarımız "kapitalizmden sonraki hayat" adlı oturumda bu mesele ile uğraştı. Oturumun sonunda kendi verdiğim cevapları da, başkalarının cevaplarını da ikna edici bulmamıştım.
Konuşurken kelimeler ağzımda sönüyordu. Birden sahtekârlık yapmayı özendiren ortamlar var oldukça (bu ortamlar hep var olacak), seçeneklerden hiçbirinin, totaliter rejim olmaksızın evrensel düzeyde uygulamaya konulamayacağı gerçeği kafama dank etmişti.
Toplantıya tek tutarlı programı, "Beşinci Enternasyonal Liginden" gelen bir adam sunmuştu. O da kapitalist sınıfın ortadan kaldırılmasını ve kumanda ekonomisine geçilmesini istiyordu.
Bana verdiği kitapçıkta, buna benzer bir şeyin daha önce denenip başarılı olmadığı konusuna yer vermiş mi diye baktım, bulamadım. (Bunun yerine şunu öğrendim: Devrim gerçekleşir gerçekleşmez Marksizm'le ona karşı olanların arasındaki "farkları anlaşılması güç hale getiren" Dördüncü Enternasyonal üyelerinin kelleleri gidecekti.)
Bence acilen kendimize sormamız gereken sorular şunlar: Kapitalizmi ortadan kaldırmanın tek yolu totalitarizm mi? Eğer öyleyse, ve eğer neredeyse hepimiz totalitarizmden iğrendiğimizi söylüyorsak, kendimizi anti-kapitalist olarak nitelemeyi sürdürecek miyiz?
Eğer kapitalizm olmaksızın dünyanın neye benzeyeceği meselesine verecek insancıl ve demokratik bir cevabımız yoksa, hayallerin peşinden gitmeyi bırakıp (pursuit of unicorns), zaten ininde yaşadığımız canavarı ehlileştirmeye mi bakmalıyız?
Bu meseleler ne şekilde çözülürse çözülsün, büyük ve durdurulamayacak bir şey başladı. Parlamento ve medya bizi görmezden gelebilir, ama bizi bulunduğumuz yerden atamayacaklar.
Perşembe günü, George Bush Londra'dayken gücümüzü göstereceğiz. Ama artık bu hareket sadece karşı çıkma, beğenmediğimiz şeylerin uzun bir listesini çıkarma hareketi değil.
Şimdi bu hareketin daha iyi bir dünya kurmak gibi zorlu ve son derece ciddi bir görevi var. (GM/İÖ/NM)
* Açık Site'den aldığımız, İnci Ötügen'in Türkçe'ye çevirdiği George Monbiot'nun "Rattling the bars" başlıklı bu yazısı İngiltere'de yayımlanan Guardian gazetesinde 18 Kasım 2003'de çıktı.