Her tarafımdan kanlar akıyordu, çığlıklar atıyordum ama sanki hiç kimse konuştuğum dili anlamıyordu, ben de nerede olduğu bilmediğim için hangi dilde konuşacağımı da bilemiyordum, insanların beni anlamaları ve yardım etmeleri için…
Birden helikopter sesi duymaya başladım, bir an nerede olduğumu anlar gibi oldum, doğduğum topraklarda yani Nusaybin’deydim, her zaman olduğu gibi başımı usulca pencereden çıkartıp helikoptere bakacak, izlediğim filmlerdeki gibi gizlice el sallayacaktım…
Gözlerimi bu sefer tam olarak açtığımda ne doğduğum topraklarda ne çocukluğumdaydım. Fransa’nın başkenti Paris’teydim. Helikopterin sesi gittikçe yakınımdan duyulmaya başlıyordu, penceremi açıp bakmaya başladığımda ise karşımdaki şaşkın bakışlarla birbirlerine ve helikoptere bakan komşularımla göz göze geldim, onlar pencereyi açmayıp camın arkasından bakmayı tercih etmiş olsalar da yüzlerindeki şaşkınlık, tedirginlik ve korku camı delip geçirip bomboş sokağa düşüyordu…
Bende yavaş yavaş dün gece olan bitenleri hatırlamaya, helikopterin sesi ve bomboş sokağı anlamlandırmaya başlıyordum. Evet, dün gece Paris’te bir katliam olmuştu, katliamın olduğu yerlerden birinden birkaç saat önce ayrılarak belki de ölmeyi biraz daha ertelemiştim.
Eve vardıktan bir iki saat sonra kaldığım rezidanstaki diğer öğrenci arkadaşlarım, kapımı tedirgin bir şekilde çalmışlar, içerde misin cevap ver diye bağırmışlardı. Kapıyı açtığımda farklı ülkelerden olan arkadaşlarımın yüzlerindeki mutluluğu o an anlamlandıramadıysam da yan odamda oturan Kolombiya’dan gelen arkadaşımın boynuma sarılıp “République’de (olayın geçtiği yerlerden biri) değil miydin?” sorusuyla Paris’te neler olduğunu hep birlikte mutfakta toplanarak anlamaya çalışmıştık.
Gece geç saatlere kadar birlikte bütün haberleri takip edip Paris’te olağan üstü hal ilan edilip sokağa çıkma yasağını okuduğumuzda ise herkes birbirleriyle yiyeceklerini paylaşmayı kararlaştırmıştı.
Bütün gece boyunca en çok bana Türkiye’de böyle durumlarda ne yaptığımızla ilgili sorular sormuşlardı. Ben ise her cümleye Kürt olduğumu söyleyerek başlayıp Kürtlerin bu günlerde bundan daha çok kötü durumda olduğunu açıklamaya çalıştım Silvan’dan bahsettim doğduğum topraklardan, Nusaybin’den annemim babamın bu yasaktan dolayı Türkiye’nin batısındaki bir şehir olan İzmir’e gitmek için beklediklerini söyledim.
İlk defa beni gerçekten anladıklarını görüyordum gözlerine baktığımda, yaklaşık iki aydır her gün benim katımda olan Çin’den, Japonya’dan, Hindistan’dan, Brezilya’dan, Kolombiya’dan, Bangladeş’ten ve Rusya’dan gelen arkadaşlarımla bir araya geldiğimizde nerelisin sorusuna ben kim olduğumla cevap veriyor sonra “Türkiye’den geldim ama Kürdüm” diyordum bir kaçı beni hiç tanımıyor bir kaçı ise haberlerden duyduğu kadarıyla bana üzülüyor Paris’te olduğum için şanslı buluyordu.
Bu gece gerçekten beni anladıklarını görüyordum hepimiz kendimize çay kahve alıp haberleri takip etmeye devam etmenin yanında, ben onlara yakın bir zaman önce Türkiye’nin başkenti Ankara’da bunun gibi bir katliam olduğundan bahsettim onunla ilgili haberlere de bakmaya başladılar, sonra Diyarbakır, Suruç, Cizre, Kobanî, Şengal’i daha geçmişe giderek Roboski’yi, Geziyi anlatıyordum İngilizce ve Fransızca, sıkılmadan, dinliyor ve anlıyorlardı Bu sefer ben neden beni bu kadar iyi anladıklarına şaşırıp beni anlamalarını anlamlandıramıyordum. Çünkü bu güne kadar anadilimde Kürtçe’ de ve yıllarca eğitim aldığım Türkçe’ de bunları anlatmama rağmen çok az kişi anlıyordu olup bitenleri…
O zaman yakalım bütün tarih kitaplarımızı eğer birbirimizi sadece aynı acıları çekmeye başladığımızda anlayacaksak!
Şimdi ise bana çok yabancı olan insanların yabancı bir dilde beni anlamalarına sevinmenin yanında düşünmeye başlamıştım. Acıyı gerçekten anlamak için o acıyı mı yaşamamız mı lazım! Yoksa O duyguyu hiçbir zaman anlamayacak mıyız? Hani okuduğumuz kitaplar, izlediğimiz filmler anlamak için değil miydi, hiç mi anlayamayacağız bir şeyleri yaşamadan ama bazı acılar var yaşanması mümkün olmayan acılar, mesela bir erkek hiçbir zaman hamile bir kadını anlamayacak mı? Çocuğu olmayan bir kadın, bir annenin evlat acısını hissedemeyecek mi? Bir eşcinselin yaşadıklarını anlamayacak mıyız? Ya geçmiş geçmişe hiçbir zaman dönemeyeceğimize göre ne Yahudilerin ne Ermenilerin uğradığı soykırımı anlamlandıramayacak mıyız?
O zaman yakalım bütün tarih kitaplarımızı eğer birbirimizi sadece aynı acıları çekmeye başladığımızda anlayacaksak! Bütün olan bitene seyirci kalacaksak ve sadece sıra bize geldiğimizde sesimizi çıkartacaksak veya sadece bize gösterildiği şekildeki haberlere, düşünebilme yeteneği yerine, düşünebilme acizliğini gösterip inanmak istediğimiz gibi inanıp gerçeklerden uzak duracaksak…
İnsan ölülerinin algı ağırlığı coğrafyaya göre değişiyor, acımızı da bize en çok gösterilene göre ölçüyoruz
Bir arkadaşım Facebook’ tan profillerindeki fotoğrafı Fransa bayrağı yapmaları üzerine böyle bir yorum yazmış:
“Facebook kampanya başlatmış profili Fransız bayrağına boyamaca. Katliam üzerinden popülistliğin beslenmesi üzüntü verici. (Ulus) sisteminin doğurduğu çıkmaz, yine ulusun simgesi bayrakla mı karşı çıkılacak? Tabi bu da bir duruş olabilir. İnsan ölülerinin algı ağırlığı coğrafyaya göre değişiyor, acımızı da bize en çok gösterilene göre ölçülüyoruz. En kötüsü ve bir sonraki aşama da acımızı "biricik" zannetmemiz. İşte o zaman düşman arama, şeytanlaştırma ve ötekileştirme başlıyor. Umarım Fransa bu eylemleri teşvik edici politikalara ve söylemlere yenik düşmez.’’
Bunu diyen Orhun Gündüz, I. Dünya savaşından sonra yaratılan yapay ulus devletlerin bu günkü modern teknolojiyle bir daha servis edilmesini ve güçlünün yanında yer alacak şekilde ortaya konulmasını çok güzel özetlemiş…
Beyrut’a Türkiye ve Kürtlere baktığımızda; bu facebook teknolojisi dünden beri Paris’te yaşayanlara şöyle bir uyarı vermekte “İyi misin? Görünüşe göre Paris terörist saldırıları'dan etkilenen bölgedesin. Güvende olduğunu arkadaşlarına bildir”. Türkiye’de ise aynı facebook Kürtler’in maruz kaldığı saldırıları paylaştığında bloke ediyor, profil kapatıyor veya kendisi siliyor, yani güçlünün yanında yer alma politikasını sonuna kadar kullanıyor. Beyrut’ta üç gün önce Paris’tekine benzer bir olay oldu aynı grup tarafından saldırıya uğradı ve orada insanlar öldü, ama kimse profilini Lübnan bayrağı yapmadı veya facebook güvende olup olmadığını sormadı.
Zaman esrarengiz her şeyi değiştirip tersine çevirebilir
Ortadoğu’yu batılılar bir satranç tahtası gibi düşünüp taşlarını çok iyi dizebilir oyuna çok iyi başlayıp kazanmak için uzun bir süre iyi oynayabilirler ama bir gün birileri gelip oyunun gidişatını değiştirebilir, taşların dizili olduğu tahtaya çarpıp her taşı bir yere savurabilir ve bu oyunu herkes kaybedebilir, canlı bomba olan da ölür, kendini patlattığı yerde olan insanları öldürür. Zaman esrarengiz her şeyi değiştirip tersine çevirebilir. İkinci dünya savaşından sonra ilk defa Fransa’da sokağa çıkma yasağı uygulandı bir an hangi zamanda ve coğrafya da olduğumu karıştırır gibi oldum.
İki gün önce Barış Bloku, "Silvan yalnız değildir" sloganıyla TMMOB toplantı salonunda basın toplantısı düzenledi. Toplantıda konuşan yazar Murathan Mungan, Yalnızlığın insanlar için değerli bir şey olduğunu "Ama Silvan'ı yalnız bırakmak bambaşka, bunu yapamayız," dedi. Ve Silvan'ın yalnız olmadığını, asıl yalnız olanın Türkiye olduğunu söyledi. Ben ise Paris’ten ve Beyrut’tan sonra dünyanın yalnız olduğunu ve daha çok yalnızlığa gittiğini eklemek istiyorum. Güçlü olanlar birbirinin yanında olduklarını dillendirebilirler. Mesela; Paris’te gerçekleşen silahlı ve bombalı saldırıların ardından, Çin'den Vatikan'a, ABD'den Rusya'ya dünya liderleri dayanışma açıklamaları yaptı Fransa için ama dünya hala yalnız, Beyrut’takiler, yalnız, Kürtler yalnız…
Anlamaya çalışmak affetmekle aynı şey değildir
Dünyadaki bütün ülkelerin birbirini anlaması gerekiyor bu bir tercih değil artık bu bir zorunluluktur. Daha çok ölmemek ve öldürmemek için en çok da IŞID’i anlamaya çalışmanız gerekiyor. Bu birden ortaya çıkmadı bunun bir geçmişi var, tarihe bakmamız lazım üstelik anlamaya çalışırken de yaptıklarını affetmek veya kabul etmek için değil. Kendimizi daha iyi anlamak hatalarımızı kabul etmek için bunu yapmaya ihtiyacımız var. Hannah Arendt’in ‘’anlamaya çalışmak affetmekle aynı şey değildir’’, yorumunu bugün için, yaşadığımız olaylar için bir kere daha düşünmeliyiz daha çok masum insanın ölmemesi için, sıranın bize gelmesini beklememek için…
Yoksa İranlı şair Furuğ Ferruhzad’ın ‘’Ben yüreğini yitirmiş bu zamandan korkuyorum’u’’ yaşayacağız bu zamandan korkacağız, sokağa çıkmaktan korkacağız, insanlardan korkacağız, en sonunda kendimizden korkmamak için bu zamanı ve bu zamanda yaşayan insanları anlamaktan başka şansımız yok. Dünya’nın artık yanlış yapma şansı yok…
En son Paris’teki katliamdan bir gün önce Fransa parlamentosunda Kürtler ile ilgili Kobane konferansında PYD eş başkanı Salih Müslim’in konferansı bitirdiği cümle ile ben de yazımı bitirmek istiyorum: "Azadî xewnek e , lê heme xewneke pir xweş e",(Özgürlük bir rüya ama güzel bir rüya) Bütün dünya için eşitçe ve özgürce yaşamak belki bir rüya ama Müslim’in dediği gibi güzel bir rüya… (FBM/BK)
* Fotoğraf: Sunil Pradhan / Nepal / AA