Sloven düşünür Slavoj Žižek’in "Project Syndicate" için 6 Ağustos’ta kaleme aldığı bu yazı, Pınar Öztürk tarafından bianet için Türkçeye çevrildi.
2024 Paris Olimpiyatları açılış töreninin ironik ve müstehcen gösterisi; eleştirmenlerinin kınadığı steril, ruhsuz siyasi doğruculuktan mümkün olduğunca uzak bir noktadaydı. Tören, Avrupa’yı sadece en iyi haliyle sunmakla kalmadı; aynı zamanda böyle bir törenin yalnızca Avrupa’da mümkün olabileceğini tüm dünyaya hatırlattı.
Bu yazın iki büyük kültürel etkinliği, 2024 Paris Olimpiyatları açılış töreni ve "Deadpool & Wolverine" filminin vizyona girmesi, ikisi de yoğun ironi barındıran, göz alıcı gösteriler sundu. Ancak ikisinin tek ortak noktası bu. Aralarındaki farkları analiz ederek, günümüzde ironinin derinlemesine karmaşıklığını kavrayabiliriz.
Mevcut sosyal düzen karşısında ironik mesafe genellikle sadece örtülü bir uyum sağlama biçimi olarak işlev görür. The Observer’dan Wendy Ide’nin belirttiği gibi, Deadpool & Wolverine, “Hem sinir bozucu hem de çok komik olabilir... Ancak aynı zamanda da dağınık, tekrar eden ve kalitesiz görünümlü, sosyal medya esprileri ve acı veren derecede meta komik hayran esprileriyle dolu” bir film.
Bu, bugün ideolojinin nasıl işlediğinin mükemmel bir tarifi. Kimsenin artık ana mesajı ciddiye almadığı bir noktada, kendine referans veren şakalar, çoklu evren atlamaları ve dördüncü duvarı kıran alaycı şakalar sunuluyor. Bu aynı yaklaşım –ironinin statükoya hizmet etmesi– kamuoyunun giderek daha çılgın ve şiddetli bir dünyaya nasıl katlandığını da gösteriyor.
“Farklı bir ironi mümkün”
Ancak Olimpiyat açılış töreninin yönetmeni Thomas Jolly, farklı bir ironinin de mümkün olduğunu hatırlatıyor. Tören, ev sahibi şehri ve Fransız kültürünü sergilemesine rağmen, geniş çapta eleştirildi. Bacchanalia şenliklerinin tasvirini "Son Akşam Yemeği" ile alay etmek olarak algılayan Katolikleri bir kenara bırakırsak, olumsuz tepkileri en iyi şekilde Macaristan Başbakanı Viktor Orbán özetledi:
“Batılılar ulus-devletlerin artık var olmadığını düşünüyorlar. Ortak bir kültür ve buna dayalı bir kamu ahlâkını reddediyorlar. Ahlâk yoktur ve dün gece Olimpiyat Oyunları açılışını izlediyseniz, bunu görmüş oldunuz.”
Orbán için tören, Avrupa’nın manevi intiharını işaret ederken, Jolly (ve umarım pek çok kişi), Avrupa’nın gerçek kültürel mirasının nadir bir tezahürü olarak gördü. Dünya, modern felsefenin kurucusu Descartes'ın ülkesine bir bakış elde etti ve kendi geleneklerinin diğerlerinin “ayrıksı” geleneklerinden daha iyi olmadığını anladı:
“Üniversite yıllarında bile bana, hayal edilebilecek kadar tuhaf veya inanılmaz hiçbir şeyin olmadığı, bir filozofun ya da diğerinin bunu savunmadığı öğretilmişti ve seyahatlerim sırasında bizimkilere tamamen zıt duygulara sahip olan tüm insanların barbar ya da vahşi olmadığını, aksine çoğunun aklını bizim kadar ya da bizden daha fazla kullandığını fark etmiştim.”
Ancak gerçek bir evrenselciliğe, tikelliği göreceleştirerek ulaşabiliriz. Kantçı terimlerle, etnik köklerimize bağlı kalmak, bizi dogmatik varsayımlar tarafından kısıtlar. Kant, “Aydınlanma Nedir?” eserinde, özel akıl kullanımını daha kamusal ve objektif bir akıl kullanımıyla karşılaştırır. Birincisi, yalnızca kendi devletine, dinine ve kurumlarına hizmet ederken, kamusal akıl kullanımı bir ulus-ötesi pozisyon almayı gerektirir.
PARİS 2024
Olimpiyat açılış törenine dünyadan güçlü yankılar: Övgü, hayret, eleştiri, alkış, alay...
Evrensel akıl
Evrensel akıl, açılış töreninde gördüğümüz şeydi: Modern Avrupa’nın özgürleştirici çekirdeğinin nadir bir parıltısı. Evet, imgeler Fransa ve Paris’e aitti; ancak kendine referans veren şakalar, bunun özel bir akıl kullanımı olmadığını açıkça belirtti. Jolly, Fransız devletinin de dahil olduğu her “özel” kurumsal çerçeveden ustaca bir ironi mesafesi oluşturdu.
Muhafazakârlar, töreni LGBTQ+ ideolojisi ve politik doğruculuğun tekdüzeliği olarak kınamakla yanlış yapıyor. Elbette, muhafazakâr milliyetçiliğe yönelik dolaylı eleştiriler vardı; ancak içeriği ve tarzı, daha çok sert politik doğruculuk ahlakçılığı – veya “wokeizm”den (uyanmak/uyanıklık) çok daha fazlasını hedef alıyordu. Standart politik doğruculuk modunda çeşitlilik ve kapsayıcılık konusunda endişelenmek yerine (belirli bir kapsayıcılık kavramına uymayan herkesi dışlayan), gösteri herkesi içeri aldı. Marie Antoinette’in giyotinle kesilmiş başı, Seine Nehri’nde yüzen Mona Lisa ve yarı çıplak bedenlerle neşeli bir Bacchanalia ile karşı karşıya getirildi. Notre Dame’ı onaran işçiler iş başında dans etti ve gösteri sadece bir stadyumda değil, tüm şehirde gerçekleşti, bu da şehri dünyaya açık kıldı.
“Umut mesajı”
Bu tür bir ironik ve müstehcen gösteri, steril, ruhsuz siyasi doğruculuktan mümkün olduğunca uzaktı. Tören sadece Avrupa'yı en iyi haliyle sunmakla kalmadı; dünyaya böyle bir törenin yalnızca Avrupa'da mümkün olduğunu hatırlattı. Evrensel, çok kültürlü bir mesaj verildi ve bu mesaj, dünyanın en büyük şehri olan Fransa’nın başkentinden iletildi. Bu, büyük çeşitliliğe sahip, savaş ve nefrete yer olmayan bir dünya hayal eden bir umut mesajıydı.
Bunu, Brezilyalı gazeteci Pepe Escobar ile yaptığı bir röportajda sağcı Rus siyaset felsefecisi Aleksandr Dugin'in sunduğu vizyonla karşılaştırın. Dugin'e göre, Avrupa artık önemsiz, yüksek bir duvarla korunan çürümüş bir bahçe. Tek seçenek, ABD’nin küreselci derin devletine karşı egemen devletlerin barışçıl yeni bir dünya düzeni. Dugin, bunun barışçıl olacağını öne sürer çünkü Rusya, gelişmekte olan tüm ülkelere nükleer silah dağıtacak, böylece karşılıklı olarak garantili yok olma ilkesi her yerde geçerli olacaktır.
Dugin’e göre, bu yılki ABD başkanlık seçimi, insanlığın kaderini belirleyecek. Trump kazanırsa, gerilimin azalma olanağı olsa da; bir Demokrat kazanırsa, küresel savaş ve insanlığın sonu bizi bekliyor.
Orbán ve Dugin gibi insanların düşündüklerinin aksine, Jolly'nin mesajı oldukça etik. Milliyetçi muhafazakârlara şöyle fısıldıyor: Töreni dikkatlice tekrar izleyin ve kendinizden utanın. (PÖ/TY)