Son yıllarda toplumsal gerçekçi tutumdan beslenmeksizin sınıf meselesine değinen, doğrudan ya da dolaylı yoldan sınıf çatışmasını ele alan filmlerin sayısında hatırı sayılır bir artış var.
Hem üslup hem de tür açısından birbirinden son derece farklı filmleri, sözgelimi hepsi de 2019 yılında vizyona giren Güney Kore yapımı Şüphe'yi (Beoning), Jordan Peele imzalı Biz'i (Us) ve ana akım Hollywood filmi Joker'i ortak paydada buluşturan nokta, üçünün de yoksulların ve ezilenlerin sınıf kinini açığa vuran hikayeler anlatması.
Kapitalizm krizi derinleşirken...
Eninde sonunda ezilenlerin ayaklanıp kendilerini ezenlerden hesap soracağını ima eden bu filmler ayrıcalıklı sınıfın korkularını yansıtıyor.
İdeolojik söylemlerle üstü örtülmeye çalışılan sınıf çatışmasının, kapitalizmin krizinin derinleştiği bugünlerde ana akım filmlere bile konu olması, bu korkuların iyice yoğunlaştığının işareti.
Yoksullarla varsıllar arasındaki çatışmayı ele alan filmlere son olarak Güney Koreli usta yönetmen Bong Joon-Ho'nun Altın Palmiye ödüllü Parazit'i (Gisaengchung) eklendi.
Biz'de olduğu gibi Parazit'in merkezinde de birbirini aynalayan, biri burjuva sınıfına mensup diğeri onun sahip olduğu bütün ayrıcalıklardan yoksun iki çekirdek aile var.
Her iki filmde de mahrumiyet içinde yaşayanlar, yeraltlarından, bodrum katlarından yeryüzüne çıkıp mahrum kaldıkları ayrıcalıklara ulaşmaya çabaladıklarında etraf kan gölüne dönüyor.
Parazit de Biz gibi korku, gerilim ve mizahı harmanlarken ev istilası (home invasion) filmlerine özgü unsurlardan yararlanıyor.
Sınıf karabasanı
Amerikalı kuramcı Fredric Jameson'ın dediği gibi temelde bir "sınıf fantezisi (veya karabasanı)" olarak tanımlanabilecek ev istilası filmleri evlerinin korunaklı duvarlarının ötesinde onların ayrıcalıklarını kıskanan, her daim saldırıya geçmeye hazır güçlerin bulunduğunu düşünen ayrıcalıklı sınıfın korkularını yansıtır.
Ne var ki yer yer gerilim dozu yükselse de Parazit bir korku filmi değil; kara mizahın hakim olduğu bir toplumsal taşlama.
Bong Joon-Ho'nun Parazit'in ilham kaynakları arasında saydığı filmlerin başında ustası olarak gördüğü Güney Koreli Kim Ki-Young'ın The Housemaid'i (1960), Claude Chabrol'un Seremoni'si (La Ceremonie, 1995) ve senaristliğini Harold Pinter'ın, yönetmenliğini Joseph Losey'nin yaptığı Genç Hizmetçiler (The Servant, 1963) geliyor.
Parazit'e ilham veren, sınıf çatışmasıyla ilgili bu üç filmin ortak özelliği, hizmetçi konumundaki karakterlerin yanlarında çalıştıkları burjuva ailelerin hayatlarını altüst etmesi.
Distopik gelecekteki Kar Küreyici
Aslına bakılırsa Parazit; Cinayet Günlüğü (Salinui chueok, 2003), Yaratık (Gwoemul, 2006), Kar Küreyici (Snowpiercer, 2013) ve Okja (2017) gibi tür sinemasına yaratıcı bir bakış getiren filmleriyle tanınan Bong'un sınıf meselesini ele aldığı ilk filmi değil.
Dünyada buzul çağının hakim olduğu distopik bir gelecekte geçen Kar Küreyici hayatta kalan insanlara ev sahipliği yapan, sürekli hareket halindeki bir trenin arka vagonlarında sefalet içinde yaşayan yoksulların, ön vagonlarda lüks içinde yaşayan varsıllara karşı ayaklanmasını konu alır.
Küçük bir çocukla dev bir domuz arasındaki dostluğu konu edinen Okja da çokuluslu kapitalizm çağında gıda sektörünün ve et endüstrisinin günahlarını ifşa eder.
Okja, Kar Küreyici ve Parazit'in esasında kapitalizm hakkında hikayeler anlattığını vurgulayan yönetmen şöyle devam eder, "kapitalizm bizim hayatımızla alakası olmayan, o büyük, bilimsel terimlerden biri değil; kapitalizm hayatımızın ta kendisi."
İki aile, iki sınıf
Parazit, toplumsal hiyerarşinin iki ayrı ucunda yer alan iki ailenin tuhaf bir şekilde iç içe geçen hikayesini anlatıyor.
Bir tarafta Seul'un altyapıdan yoksun gecekondu mahallelerinden birinde, şiddetli yağmurda taşan lağım sularının bastığı, rutubet kokan bir bodrum katında yaşayan Kim ailesi var.
Tek göz evlerine bir nebze olsun günışığının girmesini sağlayan yegane pencere, ayyaşın birinin her gün işemeyi adet edindiği izbe bir sokağa bakıyor.
Öbür taraftaysa ünlü bir mimarın tasarladığı, ultra modern, aydınlık, ferah malikanelerinde lüks ve konfor içinde yaşayan Park ailesi var.
Süs ağaçlarıyla çevrelenmiş yemyeşil, çimenlik bahçeye bakan panoramik pencerenin önündeki kanepeye kurulup içkilerini yudumluyorlar.
Filmin başında pizza kutusu katlamak gibi uyduruk işler yaparak karınlarını doyurmaya çalışan Kim ailesinin dört üyesinin dördü de işsiz.
Meteliğe kurşun atan ailenin evinde internet bile yok.
Üst kat komşularının wi-fi sinyalini yakalayabildikleri tek yer olan tuvalette internete bağlanabiliyorlar. Kim ailesinin oğlu Ki-woo'nun, bir arkadaşının yardımıyla üniversite mezunu bir İngilizce öğretmeni rolüne bürünüp Park'ların kızına ders vermeye başlamasıyla Kim'lerin makus talihi dönecek gibi oluyor.
Zamanla ailenin diğer fertlerinin de gerçek kimliklerini gizleyip Park ailesinin evinde işe girdiğini görüyoruz. Ki-woo, kaşla göz arasında Park ailesini, oğullarının iyi bir resim öğretmenine ihtiyacı olduğuna ikna ediveriyor. Kim'ler, çevirdikleri dolaplar ve kurdukları komplolarla Park ailesinin şoförünü ve hizmetçisini işten attırmayı başarınca baba Ki-taek'e ve anne Chung-sook'a uygun işler de bulunuveriyor.
Gerçekçilikten uzak, stilize bir üsluba sahip Parazit'teki her kadraj üzerinde özenle çalışılmış, parlatılıp cilalanmış izlenimi veriyor. Öyle ki Kim'lerin evinde yüksekçe bir sekinin üzerinde, göz önünde duran klozet bile kaidenin üzerindeki modern bir sanat eserini andırıyor.
Filmdeki sel sahnesinde sokaklardan çağıldayarak akan, Kim'lerin evini basan sapsarı lağım suları bile göze hoş görünüyor. Lağımın taşması sonucu içinden kapkara pisliklerin fışkırdığı bir klozetin üzerine tüneyen bir kadın ya da spor salonunda geceleyen evsizler hiç bu kadar estetik bir şekilde resmedilmemiştir.
Kim'lerin fakirhanesiyle tezat oluşturan Park'ların malikanesi de görsel açıdan son derece etkileyici.
Gerçek bir ev değil, film için özel olarak inşa edilmiş bir set olan malikanenin bahçesi, merdivenleri, mahzeni, kısacası her detayı filmin temalarıyla örtüşecek şekilde tasarlanmış.
Mekanın aslında tahmin ettiğimizden çok daha önemli olduğu ve bazı sırlar gizlediği, filmin ikinci yarısından sonra ortaya çıkıyor.
Parazit Kim?
Filmin başlarındaki bir sahnede Ki-woo'nun Park ailesinin küçük oğlunun yaptığı resme bakıp "çok metaforik, altında güçlü bir anlam yatıyor" dediğini işitiyoruz.
Ki-woo'nun bu sözleri, öz-düşünümsel (self-reflexive) bir şekilde filmin metaforik yönüne ve altında yatan anlamlara işaret ediyor aynı zamanda. Filmdeki kilit metaforsa filme adını veren parazit. Film esasen şu soru etrafında dönüyor:
Asıl parazitler kimler, varlıklı Park ailesi mi, yoksa onları kandırarak işe giren Kim ailesi mi? Aynı soruyu başka türlü de sormak mümkün: Emeğinden başka satacak bir şeyi olmayan, mülksüz Kim ailesi mi parazit, yoksa kendi yemeğini pişirip çamaşırını yıkamaktan aciz olduğu için bu işleri yapacak emekçilere ihtiyaç duyan Park ailesi mi?
Marx, burjuvaları emekçilerin kanını emen parazitik (asalak) bir sınıf olarak tanımlar. Burjuvazinin elinde biriken para, işçilerin birikmiş emeğinden başka nedir ki?
"Zenginliğiniz bizden çaldıklarınızdır" sözü tam da bu gerçeğe dokunur.
Hal böyleyken Kim ailesini, zengin ailenin bünyesine yerleşmiş bir parazit olarak görmek yanlış bilinçten başka bir şey değil.
Filmde Kim ailesinin, bilhassa baba Ki-taek'in zaman zaman bu yanlış bilince saplandığını ve Bay Park'a minnet duyduğunu görüyoruz. Parayı ve mülkü elinde bulundurarak onların ezilmişliğine ve mülksüzlüğüne katkıda bulunan Park ailesinin Ki-taek'in gözüne adeta bir kurtarıcı gibi görünmesi son derece ironik.
Bay Park'a şükran borcu duyan Ki-taek'in kendisini artı değer yoluyla sömüren kapitaliste ona iş sağladığı için şükran borcu duyan, sınıf bilincinden yoksun bir işçiden farkı yok son tahlilde.
Her açıdan köleye bağımlılık
Her ne kadar hileyle, sahte kimliklerle, aynı ailenin fertleri olduklarını gizleyerek işe girmiş olsalar dahi, Kim ailesinin Park ailesini dolandırdığı, zarara uğrattığı, sömürdüğü falan yok.
Aksine Ki-woo, İngilizce öğretmeni rolünde gerçek üniversite mezunlarından aşağı kalmayan bir performans sergiliyor. Resim öğretmeni ve sanat terapisti Jessica rolünü oynayan ablası da değme psikologlara taş çıkarırcasına Park'ların şımarık, hiperaktif oğlunu dize getirmeyi başarıyor.
Böylece bir teknoloji şirketinin dergilere kapak olacak kadar başarılı CEO'su Bay Park işteyken evde oturup bir dâhi olduğuna inandığı oğlunu ve süs köpeklerini şımartmaktan başka bir şey yapmayan Bayan Park'ın hayatını kolaylaştırıyor. Köle-efendi diyalektiğinde de parazit (yani asalak) konumunda olan daima efendidir; hiçbir iş yapmadığından her açıdan köleye bağımlıdır çünkü -tıpkı Bayan Park'ın hizmetçisine bağımlı olması gibi.
Köle, çeşitli işler yaparak akli ve fiziki melekelerini geliştirme fırsatı bulduğundan efendiden daha akıllı ve zeki olması doğaldır.
Filmde Bayan Park'ın aşırı derecede saf olduğunun birçok kez vurgulanması, onun efendi konumuyla tutarlı bir ayrıntı. Kapitalist toplumda kimin efendi kimin köle olacağı ise mülkiyet ilişkileriyle belirlenmiştir.
Park ailesine efendi konumunu veren de mülkü ve parası. Ataerkil-kapitalist toplumda miras yoluyla aktarılan servetin ve soyun esas sürdürücüsü erkek çocuk olarak görüldüğü için Park'lar da oğullarının üzerine titreyip bir dediğini iki etmezken kızlarına pek o kadar ilgi göstermiyorlar.
"Zengin ama iyi"
Sınıf ilişkilerini metaforlar aracılığıyla sorgulayan filmde hamamböceği, en az parazit kadar önemli bir metafor olarak çıkıyor karşımıza -hem de Kim ailesini ve onların şahsında tüm alt sınıfları temsil eden bir metafor.
Kim'ler, Park'ların kampa gitmesini fırsat bilip lüks malikanede sanki kendi evlerindeymişçesine yayılmış otururlarken çok huzurlu hissettiğini söyleyen baba Ki-taek'e karısı, "şimdi Bay Park şu kapıdan girecek olsa hamamböceği gibi kaçardın" diyerek takılıyor.
Çok geçmeden Park ailesinin hiç beklenmedik şekilde geri dönmesiyle Kim ailesinin fertleri gerçekten de ışık yandığında kaçışan hamamböcekleri gibi oturma odasındaki sehpanın altına saklanıyorlar.
Filmdeki bu sahneler, yoksulların zenginlerin karşısında böcek konumuna indirgendiğini vurguluyor. Durup dururken bir sabah yatağında kendisini hamamböceğine dönüşmüş bulan Gregor Samsa'nın hikayesini anlatan Kafka'nın "Dönüşüm"ünde de hamamböceği, başkalarının gözünde küçük görülmenin, horlanmanın, insandan sayılmamanın uç noktasını temsil eder.
Keza Parazit'te de öyle. Sehpanın altında saklandığı yerden Bay Park'ın konuşmasını dinlerken Ki-taek gururunu inciten bir şey işitiyor:
Bay Park, Ki-taek'in arabada burnunun direğini sızlatan kötü bir koku yaydığından yakınıyor.
Sadece Ki-taek'e has bir koku değil kastettiği, metroda da duyduğu bir koku – "yoksulluğun kokusu." Bay Park'ın yoksulları kendisinden aşağı bir tür olarak gördüğünün en büyük kanıtı bu.
Aslında bu koku bahsini ilk açan Park'ların küçük oğlu. Babası gibi "yoksulluğun kokusu"nu alabilen küçük çocuk resim öğretmeninin, hizmetçinin ve şoförün aynı koktuğunu ilk fark eden kişi.
Bay Park'ın kendisiyle ilgili aşağılayıcı yorumlarını işitmeden bir süre önce, filmin kilit sahnelerinden birinde Ki-taek'in Park'lardan "zengin ama iyi insanlar" diye bahsettiğine tanık oluyoruz.
Karısı hemen atılıp onu düzeltiyor: "zengin ama iyi değil, zengin olduğu için iyi. O kadar param olsaydı ben de iyi olurdum." Peki Bay ve Bayan Park iyi insanlar mı sahiden?
Kıyasıya rekabet
Konforlu hayatlarına gömülmüş, kendilerinden başka hiç kimseyi umursamayan bu burjuva çiftin "iyi" denebilecek ne gibi bir özelliği var? Yoksulluğun kokusundan yakınan, parasını ödediği sürece herkese her şeyi yaptırabileceğini düşünen, oğlunu eğlendirmek için Kızılderili kostümü giymeye zorladığı Ki-taek'i "yevmiyeni alacaksın" diye tersleyen, birileri arka bahçelerinde can verirken kendi oğlunun psikolojisinden başka bir şey düşünmeyen Bay Park mı iyi?
Yoksa gözü gibi baktığı köpeklerini yengeç aromalı mamalarla besleyen, ama yıllardır yanında çalışan sadık hizmetçisini -hem de ciddi bir hastalıktan mustarip olduğunu düşündüğü halde- gözünü kırpmadan kovan Bayan Park mı?
Yalana dolana başvurarak evin şoförünü ve hizmetçisini işlerinden eden Kim ailesi de Park'lardan daha iyi değiller. Parazit, kıyasıya rekabet üzerine kurulu kapitalist toplumda işçi sınıfı arasında dayanışmanın olmadığını da gösteriyor.
Costa Gavras Ölümcül Çözüm'de (Le couperet, 2005) bu rekabeti uç noktasına götürür ve iş bulabilmek için sektördeki rakiplerini teker teker öldürerek ortadan kaldıran bir kimyagerin hikayesini anlatır. Parazit'te de eski hizmetçi hiç beklenmedik şekilde tekrar karşılarına dikildiğinde Kim ailesinin işlerini koruma mücadelesi birden ölüm kalım savaşına dönüşüyor.
Eski hizmetçinin bodrum katının altındaki gizli sığınakta sakladığı sır, Kim ailesinin bütün planlarını altüst etmekle kalmıyor Park'ların bahçede verdiği partiyi de kan gölüne çeviriyor.
Film, toplumsal adaletsizliğin sebep olduğu kaostan zenginliği elinde bulunduran sınıfın da yara almadan kurtulamayacağı uyarısında bulunuyor sanki. Parazit, bu noktada sona erseydi daha etkili bir kapitalizm eleştirisi olabilirdi belki, ama gerilimin büsbütün düşüp duygusal bir atmosferin hakim olduğu final, filmin etkisini zayıflatıyor.
Ki-woo'nun çalışıp bir gün zengin olarak babasını hapsolduğu yeraltı sığınağından kurtarma hayallerinin ironik olduğunu kabul etsek dahi filmin finalinin toplumsal düzeni yeniden tesis etme gibi bir işlevi olduğunu da göz ardı edemeyiz.
Eleştirmenlerin yere göğe koyamadıkları Parazit'in gerçekten de bir başyapıt olup olmadığı tartışılır ama başarılı sinematografisi ve her ayrıntısı inceden inceye düşünülmüş set tasarımıyla etkileyici bir görselliğe sahip, seyir zevki yüksek bir film olduğuna kuşku yok. (CL/PT)