Küçücük çocuklardık; geldik biz bu okula
Anamızın kuzusuyduk; büyüdük buralarda
Sınavları kazandık, çantamızı sırtladık
Evimizden ayrıldık, büyük bir ev yarattık
Annemizle babamız evimize dönerken
Elimizden bıraktı, hayata tek başına
Yalnızlık zor gelmişti merdivenin başında
Ayşe Fatma Hatice kaynaştık hemen orda
Yıllar yıllar geçerken hepimiz kardeş olduk
Evimizin sıcağını arkadaşlıkta bulduk
Bizi gönderdiğinize hep "iyi ki" diyoruz
Annemizle babamıza teşekkür ediyoruz
İzmir kız Liseliyiz gururlu sevinçliyiz
Elli yaşlarında bile liseli kızlarız biz
Ellili yaşlarımızı sürerken sevgili okulumun Geleneksel Lokma Günü'nün yemeğinde arkadaşlarıma okumak için yukarıdaki satırları yazmış ve pek de güzel olmayan sesimizle Gündoğdu Marşı müziği üzerine okumuştuk. Okula ilk gittiğim günün ve yıllar sonrası yaşadığım duygularımın karışımıydı bu satırlar…
Beş kız kardeşin sonuncusuydum. Babamın tekne kazıntısı, annemin ise yıllar sonra daha sık söylediği Neferge'ydim. Nefergeydim; yani Neferiye Üzümü. Osmanlı'nın özellikle savaşlarla geçen son yıllarında bağı olanlar; bağbozumu sonrası kalan üzümleri toplamazlar ve ekmekten oluşan asker tayınına katık olsun diye asmada bırakırlarmış askerler geçerler koparsın diye. Annem de bana öyle söylerdi son zamanlarında. Ya çok geç yaşlarda doğurduğu için ya da koşullarım gereği yanında daha fazla bulunabildiğim için belki de.
Arkadaşlarının, dostlarının çocuklarının bile okumasına ön ayak olmuş babam, kendi kızlarının okuması için de çok desteklemiş "Sizi okutmaya gücüm yok ama akıllı çocuklarsınız, girin sınava, Devlet Baba okutur" diye yüreklendirmiş ve benden büyük dört kardeşim de Devlet Parasız Yatılı Sınavları'nı kazanmıştı. Üç ablam İzmir Kız Lisesi'ni, benden 18 ay büyük kardeşim ise Öğretmen Okulu'nu kazanmıştı. Sıra bana geldiğinde ben (ilkokul beşinci sınıfta yapılıyordu bu sınavlar) yatılı okumak istemediğimi, yaşadığımız şehirdeki okulları okuyacağımı söylemiş, sınava da öylesine girmiş ve kazanamamıştım. Bu sınav başarılarıyla efsane olan Dönümcü Kızları için efsanenin sonuydu.Oysa ben annemden babamdan ayrılmak istemiyordum.Onlar yaşlıydı ve onlarla yaşamak istiyordum. Ama çok sevdiğim teyzelerimden birinin "Babanın torpili bitti herhalde, sen kazanamadın. Belki de ablanlar kadar çalışkan değilsin" kışkırtmasıyla - belki de motivasyonuyla -orta ikinci sınıfta sınavlara girerek orta üçüncü sınıfta İzmir Kız Lisesi'nde okumaya hak kazanmıştım.Teyzem; iyi ki öyle yapmışsın diyorum şimdi minnetle…
Tek üzüntümü ayrılmaya kıyamadığım babamı lise ikinci sınıfta kaybettiğimde yaşamıştım.Onunla daha fazla zaman geçirmeyi çok isterdim. Ama öyle iyi bir okula gelmiştim ki; babam lise 2. sınıfta hastalanıp Ankara'da hastaneye tedavi gittiğinde; bir Edebiyat Bölümü Öğrencisi olarak yaşadığımız kasabada bir ortaokul öğrencisine Fen Bilgisi dersi vererek sınıfını geçmesini sağlamış, "Verdiğim ders ücretiyle Ankara'ya geldim Baba" diye sevinçle ona anlatırken, onun gülerek "Artık ölsem de gam yemem. En küçük kızım bile kendini kurtardı" diye yaşadığı mutluluğun, ona yaşattığım son mutluluk olduğunu,bir ay sonra öldüğünde anlamıştım.
İzmir Kız Lisesi demek, kız çocukların okuması demekti
1859'da açılan Cevri Kalfa İnas Rüşdiyesi (Cevri Kalfa Kız ortaokulu) ile kız çocuklarına ortaöğrenim yolunda bir yol açılmış, 1870'de yine İstanbul'da açılan Darülmuallimat ile kız okullarına öğretmen yetiştiren Kız Öğretmen Okulları açılmış ve böylelikle kız çocuklarına "Devlet Memuru" olma yolu da açılmıştı. 1911 'de açılan ilk kız idadisi 1913'te İstanbul İnas (Kız) Sultanisi adını almıştı. Türkiye'de açılan bu ilk Kız Lisesi'nin ardından 1922 yılında İzmir Kız Sultanisi adıyla kurulan okul, Türkiye'nin ikinci Kız Lisesi'nin temelini oluşturmuş 1923 yılında İzmir Kız Lisesi adını almıştı. (Okul isim olarak o kadar güçlüydü ki; 2000-2001 Öğretim yılında Anadolu Lisesi statüsüyle karma eğitime geçmesine rağmen, okulun adı hala İzmir Kız Lisesi olarak geçmektedir.) 1923-1924 tarihinden itibaren de yatılı kız öğrenciler öğrenim görmeye başlamıştır.
İzmir Kız Lisesi'nde yatılı okumak hayata önden koşmak; Parasız Yatılı okumak ise hayata bedava bilet ile giriş, davetiyeydi. 70'ler Türkiyesi'nin en iyi okullarından biri, bugün bile İzmir'in en önemli okullarından birine girmek çok önemliydi.
Okul binasının tarihçesi de ilginçti. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından tescilli olan H şeklindeki binanın yapımına 1917 yılında İttihat ve Terakki Mektebi olarak başlanmış,bina bitmeden Yunan İşgali gerçekleşince, yapımı Yunan İşgal Komiserliği'nce bitirilmiş ve İyonya Üniversitesi ya da Helen Üniversitesi yapılmak istenmiş,işgal sonrası ise Erkek Muallim Mektebi olarak kullanılmıştır. 1926'da Erkek Muallim Mektebi'nin Kızılçullu'ya taşınmasından ardından; İzmir Kız Lisesi olarak önce İtalyan Kız Mektebi, ardından şimdiki Namık Kemal Lisesi'nin bulunduğu taş bina ve şimdi Karataş Lisesi'nin bulunduğu yerdeki köşkten sonra okul, şimdiki binasına taşınmıştır.
Ben böylesi özel bir okula "Dördüncü Dönümcü" olarak gelmiştim... Okul Yöneticileri ve çalışanlar kayıt için gittiğimizde böyle seslenmişlerdi bana ve bu babamı çok gururlandırmıştı. Ben de buradaydım işte. Ve önümde bu okulun çatısı altında geçecek dört kocaman yıl vardı.
Yatılılığa alışmak çok zordur. Bazen 20 kişilik yatakhanelerde, sınıflar ilerledikçe daha büyük hatta 90 kişilik yatakhanelerde hem çok kalabalık hem de çok yalnızsındır ilk başlarda. Sessiz sessiz ağlarsın "Evdekiler şimdi ne yapıyor ?"diye. Annenin kokusunu özlersin. Babanın kokusunu özlersin. Gülüşleri gelir güzel yüzleri gelir aklına. "Ne işim var burada?" dersin. Ne zaman gideceğini, onları bir daha kaç gün sonra göreceğini hesaplarsın. Geride bıraktıklarını,sevdiklerini,çocukluk arkadaşlarını özlersin. Arkadaşının, İzmir'de işi olan babasının ani ziyaretini gördüğünde için burkulur ve sen de beklersin, ama gelmezler, gelemezler. Gündüzlü öğrencileri kıskanırsın, her gün evlerine gidiyorlar diye. Hafta sonu "Evci İzni" olanların okuldan çıkışlarını, Pazartesi dönüşlerini izlersin. Ablanlar gelir aklına. "Onlar nasıl başa çıktı acaba bu duygularla?" diye düşünürsün. Hiçbirinin geri dönmediğini, hatta hep gelişlerinde arkadaşlarıyla geldiğini hatırlar, ne güzel arkadaşlıklar yaşadığını hatırlarsın. Senden önce yatılı olmuşlara bakarsın, onlar mutludurlar, umutlanırsın, onlara dahil olmaya çalışırsın. Senden büyük sınıflardakiler "Abla" olmaya başlamışlardır. Onlara da senin ablan ablalık yapmıştır zaten. Ağlasan yanına gelirler, seninle ilgilenirler, güldürürler, sevgisini gösterirler.
Sonra alışırsın... Sana benzeyen, seninle göz göze geldiğinde gülümseyen arkadaşlar bulursun. Sınıfını öğrenir, etüt sınıfında bir araya gelmeye çalışır, yatakhanesini öğrenirsin. Başarabilirsen yatağını onun yatağına yakın bir yerlere taşımanın yolunu bulursun. Nereden geldiğin öğrenirsin. O güne kadar adını bile duymadığın Ege'nin kasabalarından gelmişlerdir, Kimi memur çocuğudur, kimi köyden gelmiştir, kimi işçi çocuğudur, hatta bir işi bile yoktur. Anne babasının, kardeşlerinin adını öğrenirsin. Belki annesini kaybetmiştir, belki de babasını. Kimi ise terkedilmiştir. Acısını paylaşırsın. Hatta o zaman öğrenmeye başlarsın; annesi olmayanın yanında annelerle ilgili bir konuyu konuşmamayı, babası olmayanın yanında ise babalarla ilgili bir şey anlatmamayı. Üzmek istemezsin onu. Sonra nasıl geldiğini öğrenirsin; parasız yatılı mı, yoksa paralı yatılı mı? Bu fark oluşturmaz arada. İkisinin farklı özellikleri vardır. Hatta paralı olan paralı olduğunu bile kolay söylemez. Üstünlük arayışı yoktur çünkü. Sen sınav kazanmışsındır ayrıca, çoğunluk da öyledir zaten. Paralı olduklarını aileleri bilir, yatırdıkları okul paralarından. Bir de okullar açılırken paralı yatılıların yatak yorgan ve çarşaflarını aileleri getirir, parasız yatılı olanlarınkini ise Devlet Baba.
Sonra çok seversin yatılı olmayı. Dolabında annenin yaptığı ve bolca koyup "arkadaşlarınla yersin" dediği böreği ,kurabiyeyi paylaşırsın. Arkadaşının ne getirdiğini merak edersin, küçük ziyafet sofralarını zenginleştirmek için.
Paylaşmayı öğrenirsin. Sende olan senin değildir, herkesindir. Kıyafetlerini paylaşırsın. Senin eteğin arkadaşının kazağına uyuyordur, arkadaşının bluzu hafta sonu giymek için sana gereklidir. Verirsin , alırsın. Sorun değildir bu.
İyi olduğun bir derste yardımcı olur, anlamadığın bir konuyu arkadaşın sana gönüllü anlatır. Sıradan şeylerdir bunlar.
Tuvalet kuyruğunda sıra beklemeyi, banyoda ilk sırayı almanın önemini anlarsın. Yemekhanede, masa nöbetçisi olduğunda karavana kuyruğuna girer, yemeği alır ve eşit dağıtmayı öğrenirsin. Kuyruğa kaynak yapanları engeller, hak gaspının kötü olduğunu bilirsin.
Dolabını temiz ve düzenli tutmayı, sabah kalkar kalkmaz yatağını toplamayı, belletici geldiğinde söz işitmemek için dümdüz yapmayı, pijamalarını şasenin içine koymayı öğrenirsin. Giysileri temiz tutmayı, zaten sayıca çok fazla olmayan kıyafetleri yıpratmamayı öğrenirsin. Bir de; kız okulu olduğu için çok da önem vermezsin okul içinde kıyafetlerine. Formanı hiç tamam olarak giymezsin, kontrol anında nasılsa gider alırsın dolabından. Ama hafta sonu önemlidir.
Bütçe yapmayı öğrenirsin. Sınırlı olan harçlığını eve dönüş yol parasını ayırdıktan sonra, gidişine göre bir hafta, on beş gün belki de bir ay yetirmeyi öğrenirsin. Bazen de hemen bitirir, parasızlığın dibini görmenin ne olduğunu yaşarsın. Yemek saatini hiç kaçırmazsın böyle zamanlarda, kaçırırsan telafisi yoktur. Evden getirdiğin salçanın ekmeğe ne kadar yakıştığını, karabiberle nasıl lezzetli hale geldiğini, hele soğanla kavrulmuş salçanın nasıl lezzetli bir yemek olduğunu keşfedersin arkadaşının sayesinde. Ablandan gelen ya da hafta sonu memleketine giden bir arkadaşının getirdiği ek bütçe; bayram havası yaşatır sana. Bir de Devlet Baba her yıl sana okul harçlığı verir. Çok zenginsindir o zaman. İstediğin pantolonu, ceketi, ayakkabıyı alırsın; kendi paranla.
Yaramazlık yapmayı öğrenirsin, yakalanınca sorumluluğu almayı, arkadaşını ispiyonlamanın yanlış olduğunu, bunu yapanların yapayalnız kaldığını bilirsin. Yönetimin verdiği kararları kabul etmemeyi, itiraz etmeyi, hakkını aramayı ve almayı öğrenirsin.
Tiyatroya götürür okulun seni. Kimi için ilk tiyatro oyunudur hatta. Operaya gidersin, bu neredeyse herkes için ilktir. Okulun konferans salonunda film izlersin her Çarşamba. konferanslar olur,yarışmalar olur. Sinemaya gidersin. Arkadaş filmini izlersin hatta, tam da arkadaşlığın ne olduğunu öğrenmeye başladığın yaşlarda. Hatta yıllar sonra bir araya gelmelerde illa ki söylersin o şarkıyı; kol kola girip sağa sola sallanarak bakarsın, bu defa hep geçmişe dönerek. Okul takımının yarıştığı maçlara, turnuvalara gidersin.
Hafta sonu eve gitmiyorsan bir arkadaşına evci çıkarsın. Ya da arkadaşın sizin eve gelir.Ya da okulda kalırsın. Artık üst sınıflara geçtiğin için çarşı iznin vardır. O zamanlar Konak'tan geçen şehirlerarası otobüs durağıyla okul arasındaki mesafenin dışına çıkarsın. Pastaneye gidersin, Alsancak'ta gezer, Kemeraltı'nı keşfedersin. Sonra Karşıyaka, Bornova. Yaşadığın şehri tanırsın. Bilirsin ki, artık dönmek istemiyorsundur doğduğun yere. Bu şehirde yaşamak istersin.
Büyürsün.Bu defa sen birilerinin ablası olursun. Hayaller kurarsın, hayallerini paylaşırsın. Gelecekte ne yapmak istediğini, nerede olmak istediğini anlatırsın uzun uzun.. Dinlersin.. Kalbinde oluşan ilk pırpırları arkadaşların bilir, sen de onlarınkini.
Arkadaşların değişir. Seçimlerin belirler bir kısmını. Sen Edebiyat bölümünü seçmişsindir, arkadaşlarının bir kısmı Fen bölümünü seçmiştir. Saatlerin çakışmaz, kimi öğlenci, kimi sabahçıdır. Kimi ise sen Edebiyat bölümünü seçtiğin için vazgeçmiştir seçtiği Fen Bölümünü okumaktan. Kimi ailesinin yaşadığı şehirde okumayı seçmiştir.Kiminden ise karşılıklı vazgeçersin.
Merdivenler önemlidir. Yatakhaneye çıkarsın, derse inersin. Yemekhaneye çıkarsın, etüte iner, oradan giriş merdivenlerine inersin. Fotoğraflarının çoğu da orada çekilmiştir..Orda yalnız kalmış,orada çoğalmışsındır.
Yıllar geçer. Okul biter. İkinci büyük ayrılışı yaşarsın. Ailenden ayrıldığın zaman ki duygular kadar ağırdır bu ayrılık. Kimbilir bir daha nerede, ne zaman görüşeceksin? Çoğu üniversiteyi kazanmıştır, okulun verdiği eğitim o kadar iyidir ki; o dönem 350.000 öğrencinin girdiği sınav sonucu kazanan 35.000 öğrencinin arasında kendine yer bulur İzmir, İstanbul ya da Ankara'ya okumaya gider. Kimi memleketine döner. Evlenir, iş yaşamına atılır.
Kimiyle bağını hiç koparmazsın, kiminden mutlaka bir haber alırsın, kimini ararsın bulursun. Okulu bitirir, çalışırsın, çoluk çocuğa karışırsın. Bir dolu arkadaşın, dostlukların oluşur ama illa ki beraber büyüdüğün o arkadaşlarını hatırlarsın. Bulursun, yıllar içinde okuldayken vazgeçtiğin arkadaşlarınla bile bir araya gelirsin. Kopamazsın. Hatta okuldayken sadece adını bildiğin ama samimi olmadıklarınla bile Kız Liseli olmanın duygusuyla görüşürsün. İkinci tur evliliklerinde, çocuklarının mezuniyetinde, evlenmelerinde, torun heyecanlarını yaşamalarında birlikte olursun. Boşanmalarına şahit olursun, yanında olmaya özen gösterir, süreci atlatmasına yardımcı olursun. Emekliliğini kutlarsın birlikte. Kayıplar oluşmaya başlar; cenazelerde bir araya gelirsin.
Gittiğin her şehirde, orada yaşayan bir arkadaşın vardır, bulmaya çalışırsın. Sizin yaşlarınızda biri size "Sizi bir yerden tanıyorum, gözleriniz yabancı değil, hatırlıyorum" dediğinde karşılığı "Kız Lisesi'nde okudunuz mu?" olur. Okumuştur ve hemen bir sıcaklık yakalarsınız.
Bankacı olarak çıkar karşına, doktor olarak çıkar, eczacıdır, bir mağazada yöneticidir, avukattır, diş hekimidir, öğretmendir, emlak danışmanıdır, her yerde çıkar karşına, tanırsın. Yardımcı olursun birbirine…
Kısaca; acıyı paylaşırsın, mutluluğu paylaşırsın, dertlerini paylaşırsın. Güç alırsın. Güç verirsin. Bir araya geldiğinde "Elli yaşlarında bile, Liseli Kızlarız Biz " diye haykırırsın. (HDE/AS)