Türkiye ile İtalya arasında gidip gelen RoRo gemilerinde defalarca seyahat ettikten sonra pandeminin hayatımıza girmesiyle bu alışkanlığım da sekteye uğradı. 10 yılı aşkın bir süre boyunca gerçekleştirdiğim, takriben üçer gün süren yolculuklar sırasında bir "misafir" olarak herhangi bir sorumluluk taşımamak, genelde rahat ev kıyafetleriyle takılmak, cepte para veya kimlik taşımak mecburiyetinde olmamak gibi lükslerin yanı sıra bilhassa açık denizdeyken cep telefonunun erişim dışı olması da olağanüstü bir konfordu.
Gemide zaman mefhumu usul usul değişiyor, adeta zamansız bir boyuta geçiliyor, dünyanın geriye kalanındaki gündem hakkında gemidekilerin yapabileceği pek bir şey olmadığı için gündelik hayatta yaşananlar ve bilhassa maruz kalınan tatsız ne varsa, bütün ehemmiyetini yitiriyor, en azından bir süreliğine unutulabiliyordu. Sonuçta hepimiz bir kapsülün içinde, gerçek anlamda aynı geminin yolcularıydık ve rotayı zamanında kat etmek dışında belki başka herhangi bir tasamız yoktu...
Geminin steril dekoru bir hapishaneyi andırdığından mı ne, kamaramda günde üç seans jimnastik yapıyor, bol bol kitap okuyup bilgisayarımda peş peşe filmler izliyor, asla sıkılmıyordum.
Gayet geniş ve ferah olmasına rağmen tek başıma kaldığım kamaranın kapısını hava sirkülasyonunu artırmak için genelde açık tutuyor, koridordan ender olarak geçen kamarot, muhtelif denizciler veya aynı bölümde kalan TIR şoförleri özel dünyama azami ihtimam gösterip belki kaçamak bir bakıştan öteye geçmiyorlardı.
Sunaktaki kurbanlık...
Fakat bir defasında İtalya dönüşü gemiye son anda binmeye karar vermemle kendimi geminin revirinde bulmam bir oldu. Kamaraların hepsi dolu olduğundan filonun en eski gemisinde bana tahsis edilen yatak aslında revirin ortasındaki sedyemsi yataktı; ayrıca kapakları artık pek kapanamayan paslı dolaplardan yayılan dayanılması imkânsız ilaç kokusu revire tamamıyla hâkimdi. Neyse ki mevsim yazdı ve Adriyatik denizinin sütliman hali adeta bir bataklığı andırıyordu; böylece revirin iki kapısını ve geniş penceresini sonuna kadar açtım, geminin gayet yüksek ve ferah bir noktasındaki mekânın lüks bir kamaradan daha konforlu olduğunu söyleyip kendini mahcup hisseden yetkilileri rahatlattım.
Personelle akşam yemeği yendikten sonra yorgunluk çöktüğünde fazlasıyla hususi yatağıma uzanmıştım, fakat muhtelif tangırtılardan uyku tutmamıştı. Aşırı nem ve sıcaktan üzerimdeki çarşaf bile bana çok geliyordu; terden ıpıslak olmuş atletimi çıkarıp attım. Ameliyathanenin ortasında sanki cerrahını bekleyen huzursuz bir hasta, sunakta çırpınan bir kurbandım sanki.
Uyku ile uyanıklık arasındaki hal devam ederken gecenin ortasında beni gözetleyen iki göz fark ettim. Vaziyeti paniğe kapılmadan idrak etmem uzun sürmedi: Gemiye son anda bir misafir alındığından bihaber gemicinin bir yabancıyı revirde yatarken görüp şaşakalması normaldi.
Yüzünü tam olarak göremediğim esmer adam geminin derinliklerinden vardiyasını yeni bitirmiş bir makinist olabilirdi; belki de penceresi olmayan yatak odasından uyku sersemi güverteye hava almak için çıkmaya niyetlendiğinde bana rastlayıp duraklamıştı. Her şeyin yolunda olduğuna dair onu rahatlatmak için ufak bir hareketle el salladım, özel dünyama istemeden dahil olduğu için sanki, utanarak anında karanlıkta yok oldu.
Buna benzer sahneler sanki bütün gece boyunca yaşandı durdu. Yoksa birincisinin yaşattığı heyecan ufak çaplı bir travma oluşturup bir karabasana mı dönüşmüştü? Revirin muhtelif köşelerine dağılmış eşyalarımın veya paralarımın, gemi dinamiği göz önüne alındığında çalınması imkânsız gibi bir şeydi. Disiplin ve hiyerarşinin altüst edildiği, isyan potansiyeli taşıyan dinamikler dışında gemi olabilecek en huzurlu ve güvenli ortamlardan biriydi!
Zaten o boğucu sıcakta ve burnumun direğini kıran cinsten ilaç kokusu ortama hâkimken pencere ve kapıları kapatmam asla mümkün değildi. Defalarca içim geçip uyandıktan sonra neyse ki sabahı bulduk...
Gemide ekstra güvenlik
Güvenlik uğruna paralı askerlerin görevlendirildiği, okyanuslar arası rotaları olan yük gemilerinin de artık bir o kadar huzurlu ve emniyetli olduğu söylenebilir. Takriben on sene öncesine kadar Hint Okyanusunda bilhassa Süveyş Kanalına yakın mıntıkalarda faal olan korsanların artık dünya gündemine ender olarak düştüğünü görüyoruz. Belki de korsanları bertaraf etmek için silahlı korumaların istihdam edildiği gemilere şimdiye kadar herhangi bir saldırı tertiplenmemiş olması tesadüf değil! Her hâlükârda mal sahiplerinin gevşemeye pek niyetleri yokmuş gibi görünüyor; itici de olsa hayatımızın muhtelif ortamlarında olduğu gibi mevzubahis silahlı personel, artık denizde de sabit bir manzaraya dönüşmüş vaziyette.
Yunanistan-Fransa ortak yapımı "Vardiya" (Dogwatch) adlı belgesel bu sektörde çalışan üç paralı askere odaklanıyor. Gregoris Rentis'in yönettiği 78 dakikalık estetik belgesel geçenlerde Visions du Réel'de gösterildi, seyircinin yanı sıra eleştirmenlerin de dikkatini çekti.
Uzun süreler boyunca denizde yaşayan tüm gemi personeli gibi Yorgos, Kostas ve Victor da zamansızlığı derinden deneyimliyor, gemilerdeki mahrumiyet hissine rağmen memleketlerindeki normal yaşantılarına dönebilmek hususunda bazen ikilem yaşıyorlar. İşlerini çok ciddiye aldıkları belli; en azından kamera karşısında sertliğin ön planda olduğu bir imaj sergilemeye kendilerini mecbur hissettikleri bariz olarak görülüyor.
Yönetmen Rentis kaslı vücutlarını, birbirinden iddialı dövmelerini, dazlak kafalarını, homoerotik gerginliği elden bırakmadan teşhir ediyor, daha fazlasını seyircinin hayal gücüne bırakıyor...
Erkek erkeğe olunan ortamlarda ortalığı kavurması beklenen bayağı espriler ve şakalaşmalar perdeye pek yansımıyor, kahramanlarımız daha çok evlerini, sevgililerini, eş ve çocuklarını özleyen ağırbaşlı ve melankolik erkek profili çiziyorlar.
Filmin sonlarına doğru da, aslında güvenlik sektörünün gezegenimizi kasıp kavurmakta olan içyüzünü ifşa etmiş oluyorlar...
Homoerotik yaklaşım
Belgeselin başında paralı askerleri gemide bir tatbikat sırasında görüyoruz. Kameranın tamamıyla farkında olmaları aslında pek fayda etmemişe benziyor, çünkü sağ ve sol yönler hususunda bile aralarında anlaşamadıklarından gülünç duruma düşüyorlar. Acaba yeterince antrenmanlı veya gerektirdiği kadar teçhizatlı değiller mi?
Bol vakitleri olduğu belli; gevşek ve uyumlular, düşünceli olmalarına rağmen huzurlu görünüyorlar. Zaten ancak gemiler riskli alana yaklaştığında gerçekten teyakkuza geçiyorlar. Kızıldeniz'i Aden Körfezine bağlayan Babülmendep Boğazı yüksek riskli bölge olduğundan dikenli teller (nedense gemi personeli tarafından) güvertenin etrafına çepeçevre geriliyor, bazı kapaklar ekstra parmaklıklarla donanıyor ve elde dürbün, radar başına geçilen kaptan köşkünde korsan kokusu alınmaya çalışılıyor...
Yunanistan'dan çıkıp kendini Hint Okyanusu'nda bulan toy Yorgos'u Sri Lanka'da keyiflenip diskoda bedenini cömertçe teşhir ettiği uzun sekansta daha yakından tanıyoruz; steroidlerle şişirilmişe benzeyen açık renkli bedeniyle nispeten cılız, koyu tenli vücutların oluşturduğu tezatın çekiciliği perdeden adeta fışkırıyor. Memleketinde onu özlemle bekleyen, onu bir anne şefkatiyle sarmalamayı şiar edinmiş sevgilisini aldatması mümkün müdür?
Daha tecrübeli Kostas korsanlığın şekil değiştirdiğini, Yemen'deki iç savaş yüzünden gemilere yönelik saldırıların artık kaçırma amacıyla değil, patlayıcılarla kaos yaratma niyetiyle gerçekleşebildiğini aktarıyor.
Çatışmadan nemalananlar...
Kameranın yakın plan ve genelde yavaş çekimle yoğunlaştırdığı erotizmden duşun altındayken payını alan, denizden adeta bıkmış Victor ise Yunanistan'da ek iş olarak genç bir askeri eğitmektedir. Bağıra çağıra verdiği eğitim ABD askerleriyle özdeşleşmiş, kaosu adeta körükleyen komut ve azarlardan müteşekkildir. Fakat İngilizcenin Yunan diliyle uyumsuz sayılan seslerini Victor cesurca telaffuz ederken ortaya çıkan sonuç seyircinin bıyık altından gülümsemesine sebep olabilir.
Yine de filmin birçok sekansına hâkim olan estetik yaklaşımla kahramanlarımıza dair eril atmosferin katmerlendiği kesin. Yönetmen alacakaranlığa dair görsel getirilerinin, gizemin ve yoğunluğun da bilincinde ve bunu sekanslarına cömertçe yediriyor. Sonuçta, farkındalıkları yüksek olsa da kahramanlarının belki onayı olmaksızın, homoerotik bir seyirliğin ölçülü bir kurmaca tadında ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
Tabii meselenin kapkaranlık yüzünü de unutmamak lazım. Fakat son zamanlarda iyice ayağa düşmüş formülle, belgeselde finale yaklaşılırken işlerin sarpa sarmasıyla adrenalinin suni olarak yükseltilmiş olduğunu sanmayın. Hatta bence filmin en enerjisi düşük bölümü tam da üçüncü kısmı. Defalarca tekrarladığım uzun deniz yolculuklarımda olduğu gibi kahramanlarımızın da başı en azından film çekimi boyunca kesinlikle belaya girmiyor.
Fakat gelin görün ki bilhassa o coğrafyada kıdemli Victor korsan saldırıları artık iyice seyrekleştiği için gemilerde canı en çok sıkılmış, hatta örselenmiş paralı askerlerden biri. Durgunluğun iyi olmadığını, hareketliliğin kendisi dışında başkalarına da yarayacağını ima ediyor; kamerayı görünce şımaran çocuklar misali, silah sektörüne ve savaş çığırtkanlarına adeta göz kırpıyor, çakallığını ortalığa saçıp kendini rezil ediyor!
(MT/AÖ)