Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) tarafından 2013 yılında yayımlanan verilere göre diğer kamu hizmetlerine kıyasla asayiş ve sağlık hizmetlerinden Türkiye halkının daha çok memnun olduğu görülmektedir. Gerçekten de Türkiye halkının yüzde 79’u asayiş, yüzde 75’i de sağlık hizmetlerinden memnun durumdadır.
Pekiyi ama ülkeyi bir “Gaz Cumhuriyeti”ne çeviren asayiş hizmetlerinden halk neden memnundur?
Bu ülkenin okumuş/yazmış ve AKP’ye oy vermeyen kesimine sorarsanız, asayiş konusunda yaşanan memnuniyetin eğitimsizlikten, cehaletten, yoksullara kömür dağıtılmasından ya da AKP’ye oy veren insanların AKP’nin sunduğu hizmetlerden otomatik olarak memnun olmasından kaynaklandığı iddia edilecektir. Ancak pek çok insanın ağzından bir çırpıda ifade edilecek bu gerekçeler insanların asayiş hizmetlerinden memnuniyetlerini açıklama konusunda kanaatimce yetersiz kalmaktadır.
Öte yandan Gezi direnişi ve direnişten bugüne gelişen hemen her demokratik eylemi gaz ve suya boğan polislere karşı toplumun hemen her kesiminden yüksek sesle itirazların yükseldiği de görülmektedir.
Pekiyi ama polisin bu “orantısız şiddeti”ne yönelen itirazlar ile asayiş hizmetlerinden ifade edilen memnuniyet aslında paradoks değil midir? Eğer kolaya kaçıp TUİK’in siyasi iktidar hatırına verileri çarpıttığını iddia etmeyeceksek bu paradoksu çözmek zorundayız.
İstatistiklere yansıyan "şükür"
Zannederim Türkiye halkının genelinde kamu hizmetlerinin tümünden özelinde asayiş hizmetinden “bugün” yaşadığı memnuniyetin temelinde “dün” yatmaktadır. Öyle ya bu ülkede yaşayan çoğunluk, 12 Eylül 1980 öncesinde yaşananları ağırlıkla “sağ-sol çatışması” temelinde “kötü niyetli odaklar tarafından kardeşlerin kışkırtılarak birbirlerine düşürülmesi” olarak tanımlamaktadır. Hâl böyle olunca da; bugün itibariyle insanların çoğu polisin sıktığı gaz ve sudan hoşnut olmasa da, bilinçlerinde iz bırakmış dünün çatışmalarını hatırlayarak bugüne şükretmekte ve bu şükür de memnuniyet biçiminde istatistiklere yansımaktadır.
Asayiş hizmetleri için bugün itibariyle toplumun büyük bir kesiminde gözlenen memnuniyet, toplum genelinde belirli bir ana dair oluşan kanaatlerin geçmişi yaşayan insanlar tarafından belirlendiğini ve her toplum gibi Türkiye halkının da dünün yaşanmışlıklarıyla bugünü karşılaştırarak göreli bir kanaat geliştirdiğini göstermektedir.
Pekiyi o halde sağlık sisteminde yaşanan yüzde 75 memnuniyeti nasıl izah edebiliriz?
Enformel ödemeler formelleşti
Kuşkusuz sağlık hizmetinde gözlenen yüksek memnuniyetin de temelinde dünün sorunlu ortamı yatmaktadır:
Bu bağlamda 1960’larda Türkiye’de yürürlüğe giren sosyalizasyon projesinin başarısız olması; yurttaşlar arasında Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu ve Bağ-Kur gibi istihdama dayalı eşitsizliklerin var olması; Sağlıkta Dönüşüm Programı öncesinde kamu sağlık birimlerinin teknik donanım açısından fakir ve bu birimlerde “bağış” ya da “bıçak parası” gibi enformel ödemelerin yaygın olması bugünkü memnuniyetin zeminini oluşturmuştur.
Öte yandan 2003 yılında uygulamaya konulan Sağlıkta Dönüşüm Programı sonucunda 2013 Türkiye’sinin sağlık ortamında ilaç ucuzlamış, hemen tüm kurumlarında muayenehane çilesi bitmiş, bıçak arası ve bağış gibi enformel ödemeler -her geçen gün miktarı artan- “katkı payı” gibi isimler altında formelleşmiş, ayaktan tedaviler yeşil kartın kapsamına alınmış, tüm sosyal güvence kurumları tek çatı altında toplanarak istihdama dayalı eşitsizlikler sonlandırılmış/azaltılmış ve hastaların sağlık hizmetlerine ulaşması kolaylaşmıştır.
Elbette bu değişim ve dönüşümler, toplumun bugün itibariyle sağlık hizmetlerinden memnun olmasını sağlamaya yeter gerekçeyi oluşturmuş ve sağlık hizmetlerinden memnuniyet oranını on yıl içerisinde yüzde 40’dan yüzde 75’e yükseltmiştir. Bununla birlikte yapılan araştırmalar, Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın bir parçası olan katkı payı ve Genel Sağlık Sigortası prim ödemelerinin yurttaş tarafından olumlu karşılanmadığına ve bu ödemelerin kişilerin sağlığa erişmesi açısından ciddi bir engel oluşturduğuna işaret etmektedir.
Dünün "paralel"i, bugünün "paralel"i
Son olarak “yılan hikâyesi”ne dönerek bugün itibariyle iyice çözümsüz konuma sürüklenen bir konu da hekimlerin “tam gün” çalışmasıdır.
Bilindiği üzere Sağlıkta Dönüşüm Programı öncesinde uzman hekimlerin yaklaşık yüzde 90’ı devlet ve/veya Sosyal Sigortalar Kurumu hastanelerinde “yarı zamanlı” çalışmaktaydı. Yani -az sayıda iyi örneği istisna olarak belirterek ifade etmek gerekir ki- dünün sağlık ortamında bir kamu hastanesine yatabilmek için bir hekimin özel muayenehanesinin kapısını aşındırmak zorunluydu. Benzer biçimde üniversitelerde de ek ücret ödeyerek öğretim üyesine özel muayene olmak demek, hastaneye yatmaktan tetkik önceliği kazanmaya kadar uzanan bir dolu avantaj ve kolaylıklar zinciri anlamına gelmekteydi.
Özetle; ister özel muayenehanede ister üniversite bünyesinde ücret ödeyerek dahil olunan “paralel” sağlık sistemi, ücret öde(ye)meyen hastalar açısından bir dezavantaj oluşturmaktaydı.
Geçmişin Türkiye sağlık ortamı, bir yanda ücret ödemeyen diğer yanda ücret ödeyen hastaların olduğu “paralel” iki sağlık sisteminin bulunmasının meslek etiği ve hasta hakları açısından onarılması mümkün olmayan aşınmalara yol açtığını kanıtladı. Ama ne acıdır ki; 2 Ocak 2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi, kabul ettiği Torba Yasa ile üçüncü basamak sağlık kurumları için “paralel” sağlık sistemini yeniden oluşturdu.
Şekillendirilen bu “paralel” sağlık sistemine göre; üniversite veya eğitim-araştırma hastanelerinde görev yapan doçent ve profesörler ya kendi kurumlarında ya da kiralandıkları anlaşmalı özel veya vakıf hastanelerinde; üniversite veya eğitim-araştırma hastanelerinde görev yapan öğretim üyelerinin tümü ise kendi kurumlarında eskisi gibi ek ücret ödeyenlere “özel hasta” olarak bakabileceklerdir.
Dünün olumsuz sağlık ortamını yaratan “paralel” sistemi ile bugünün “paralel” sistemi arasındaki farklar; bugün itibariyle özel hasta bakma ayrıcalığının sadece üçüncü basamak sağlık kurumlarına tanınması, mesai sonrası zaman dilimi için geçerli olması, hastadan istenecek paranın belirlenmesi ve hastadan alınacak paranın hekim ve hastane yönetimi arasında paylaşılacak olmasıdır. Ancak dikkat edilirse ifade edilen bu farklılıklar, dünün “paralel” sistemiyle bugünkü “paralel” sistem arasında özü itibariyle kayda değer bir değişiklik yaratmamaktadır. Çünkü “paralel” sistemin doğası gereği, -tıpkı geçmişte olduğu gibi- ücret ödeyebilecek güçte olan hastalar, diğer hastalara göre öncelik ve avantaj kazanacaklardır.
Yakın geçmişte Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanı’nın “Sağlık Bakanı olarak asla ve asla vatandaşımın, Türk milletinin, bu halkın muayenehane kapılarında çile çekmesine müsaade etmeyeceğim” dediğini ve hatta hekimler arasında hiçbir ayrım yapmadan hekimlerin tümünü “hastanın cebinden elinizi çekin” diyerek suçladığını düşündüğümüzde; geçen zaman içerisinde neyin değiştiğini öğrenmek Türkiye kamuoyunun en temel hakkıdır.
Acaba bugün şekillendirilen “paralel” sağlık sistemi uyarınca, hastaların ödeyeceği ücretlerden hastane idarelerine pay gidecek olması, yani hastanın cebine bizzat devletin elinin girmiş olması bu yeni politikanın temel nedeni midir?
Eğer asıl gerekçe bu değilse hekimlerin meslek örgütü olan Türk Tabipleri Birliği’nin de kabul etmediği ve reddedilmesi için Cumhurbaşkanı’na dahi bilgi verdiği bu yeni düzenleme, Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından neden uygulamaya konulmuştur?
Eğitim ve bilimsel gelecek karartıldı
Üniversite hastanelerinin desteklenmediği için adeta bilerek batırıldığı, Türkiye toplumunun eğitim ve bilimsel geleceğinin karartıldığı, nitelikli hekim yetiştirmenin imkânsızlaştırıldığı ve üniversite hastanelerinde tam gün süreyle çalışan öğretim üyelerinin yoksulluğa mahkûm edildiği bir ortamda sözlerimizi geçmişte sürdürdüğümüz bir imza kampanyasının satırlarını tekrar ederek noktalayalım: Tam Gün Çalışan Öğretim Üyelerinin Sorunlarıyla İlgilenecek Bir Makam Arıyoruz!
Biz "tam gün çalışan" tıp fakültesi öğretim üyeleri olarak;
- Geleceğin hekimlerini yetiştirmenin,
- Öğrencilerimize, araştırma görevlilerimize eğitim vermenin,
- Sempozyumlarda, kongrelerde birbirimizden öğrenmenin,
- Hipotez kurmanın, kurulan hipotezleri araştırmalarla test etmenin öncelikli görevimiz olduğunun bilinmesini istiyoruz.
Biz tıp fakültesi öğretim üyeleri olarak;
- Tam gün süreyle eğitim,
- Tam gün süreyle bilimsel araştırma,
- Tam gün süreyle hekimlik hizmeti sunabileceğimiz bir ortamda çalışmak istiyoruz.
Biz tıp fakültesi öğretim üyeleri olarak;
- Sadece niceliği ölçen,
- Üçüncü basamak sağlık kurumu olması gereken tıp fakültelerine ikinci basamak sağlık kurumu algısıyla yaklaşan,
- Daha çok hasta bakma, daha çok tetkik yapma, daha çok hasta yatırma anlamına gelen,
- Sağlık çalışanları arasında çalışma barışını yok edip etik ihlallere neden olan, hekimliğin ruhunu emen,
- Ülkemizin kaynaklarını gereksiz yere harcayan,
- Emekliliğe yansımayan,
- Sürdürülebilirliği mümkün olmayan yürürlükteki performans sistemini reddediyoruz.
Biz tıp fakültesi öğretim üyeleri olarak;
- Tıp fakültelerinin teknolojik donanım, altyapı, finans ve insan gücü açısından desteklenmesini istiyoruz.
- Devlet tarafından eğitimin, araştırmanın, sağlık hizmeti uygulamalarının tümünün üçüncü basamak kriterlerine göre hak ettikleri düzeyde kamusal bir sorumlulukla finanse edilmesini istiyoruz.
- Siyasi iktidarın mesleğimize hürmet eder bir dil ve yaklaşım tarzı geliştirmesini istiyoruz.
- Öğretim üyesi olarak aldığımız eğitime, yüklendiğimiz sorumluluğa yakışır özlük haklarımızın maaş üzerinden tanındığı bir ücret politikası istiyoruz.
- Yaptığımız işin niteliğini dikkate alan, hasta-hekim ilişkisini ticarileştirmeyen ve bizleri puan kaygısına terk etmeyen mütevazi bir ödüllendirme sistemi istiyoruz.
- Yıllık izinlerde ücret kesintilerine gidilmemesini, bu çerçevede dinlenme hakkımızın yok edilmemesini istiyoruz.
- Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerle afiliasyon adı altında tıp fakültelerinin özerkliğinin yok edilmemesini, akademik özgürlük hakkımızın ortadan kaldırılmamasını istiyoruz.
- Sağlık çalışanlarının tümünün gelecek kuşkusu olmadan çalışabileceği ve emeklilik hayatlarının garanti altına alındığı bir çalışma ortamına ulaşmak istiyoruz.
- Sağlık işgücü planlamasının, tam istihdam, iş güvencesi, ekip hizmeti, tam gün hizmet prensibi, garantili özlük haklar ve grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı ilkelerine göre yapılmasını istiyoruz.
- Basamaklandırılmış bir sağlık sisteminde, herkesin, hiçbir fark gözetmeden sağlıklı olup sağlıklı kalabilmesi, sağlığını koruyup geliştirebilmesi, sağlığını kaybettiğinde ihtiyacı olan sağlık hizmetlerine ulaşma hakkının; kamusal güvence altında, zamanında, eksiksiz, öncelikli, nitelikli, yeterli ve onurlu biçimde ulaşabilmesini istiyoruz. (OE/HK)
* Osman Elbek, Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi