Kimlerin ağzı lanetler bizi?
Tanrım, dinleme onları,
duy bizi!
2013 yapımı bir Polonya filmi olan Papusza, Polonya'nın ünlü Roman kadın şairi Bronisława Wajs’ın (Papusza) hayatını konu alan, Roman kültürünü, toplumun önyargılarını ve bireysel trajedileri derinlemesine işleyen bir biyografik film.
Siyah-beyaz görüntüleriyle geçmişe saygı duruşunda bulunan film, Roman halkının yaşam tarzını ve Papusza’nın kimlik arayışını izleyiciye aktarır. Film, yaşlı Papusza’nın bir törende onurlandırılmasıyla başlar ve bu tören, onun hayat hikâyesine doğru bir yolculuğun kapısını aralar.
Papusza'nın hikâyesi, 1910’larda başlayan bir yolculuktur. Göçebe Roman topluluğunun içinde, geleneklere sıkı sıkıya bağlı bir çevrede büyüyen Papusza, kadınların şiir yazmasının ayıplandığı bir dönemde, okuma-yazma öğrenme tutkusuyla sıradışı bir yol çizer.
Küçük yaşta, kendinden büyük biriyle evlendirilir; ancak kaderi, yazar Jerzy Ficowski ile tanıştığında değişir. Ficowski’nin teşvikiyle şiirlerini yazıya döken Papusza, kısa süre içinde hem Roman topluluğundan hem de geniş toplumdan ağır eleştiriler alır. Romanlar arasında, şiirlerinin Roman halkının sırlarını ifşa ettiği ve lanet getireceği inancı hızla yayılır. Papusza, Roman toplumundan dışlanır, zihinsel bir çöküş yaşar ve hayatının geri kalanını yalnızlık içinde geçirir.
Filmde Roman halkı, sürekli göç eden, doğayla iç içe yaşayan, yazılı tarihten yoksun ve sözlü kültüre dayalı bir topluluk olarak resmedilir. Oysa göçebe yaşamın özgürlüğü, bireysel bir tercih değil, dışlanmanın bir sonucudur. Romanların “modern yaşamla” çatışması, evrensel bir aidiyet hissinden mahrum kalışlarını gözler önüne serer.
Filmde, Romanlar yalnızca dışsal ayrımcılıkla değil, kendi içlerindeki yerleşik toplumsal normlarla da mücadele eder. Papusza’nın hikayesi, hem bireyin kendi toplumuyla olan çatışmasını hem de dış dünyadan gelen önyargıların etkilerini derinlemesine işler.
Papusza’nın "yazı"ya olan ilgisi, filmin en temel çatışma noktalarından biridir. Yazı, Roman kültüründe bir “lanet” gibi görülür; çünkü Romanlar için hafıza, ancak sözlü anlatımla varolan olgudur. Bu durum, halkın tarihsel olarak maruz kaldığı dışlanmalarla ilişkilidir.
Yazılı hafıza, onları kendilerini dışlayan sistemin içine çekerken, aynı zamanda kimliklerini koruma mücadelelerini de tetikler. Papusza yazdığı şiirleri, hem bireysel bir ifade hem de toplumsal hafıza yaratmanın bir yolu olarak görür. Ancak bu hafıza, halkı tarafından ihanet olarak algılanır.
Film, Romanların temel haklardan mahrum bırakılmalarını ve bunun bireyler üzerindeki yansımalarını etkileyici bir şekilde işler. Eğitim hakkı, konut hakkı ve ifade özgürlüğü gibi evrensel haklar, Romanlar için sürekli bir mücadele alanıdır.
Filmde, Polonya hükümetinin zorunlu yerleşim politikası, Romanların kültürel kimliklerini yok etmeye yönelik bir araç olarak sunulur. Göçebe hayatın sona erdirilmesi ve çocukların okula gönderilmesi zorunluluğu, onların özgürlüğünü ellerinden alırken, aynı zamanda onları yoksulluğa ve toplumsal dışlanmaya sürükler.
Papusza’nın kendi halkı tarafından dışlanması, bireyin topluluk içindeki haklarını da sorgulatan bir durum yaratır. Kadınların yaratıcı üretimlerinin toplumsal normlarla çatışması, bireysel özgürlüklerin ve ifade hakkının nasıl bastırıldığını gösterir. Papusza’nın hikayesi, toplumsal cinsiyet rollerinin kadınları belli bir kalıba hapsettiğini ve kadınlara yüklenmiş bu rollere karşı sanatın bir direnç aracı olarak nasıl kullanıldığını gözler önüne serer.
Papusza, Roman halkının tarihsel acılarını ve kimlik mücadelelerini güçlü bir şekilde yansıtır. Papusza’nın bireysel trajedisi, Romanların toplumsal hafızasını oluşturma çabasının bir sembolü haline gelir.
Film, Roman halkının dışlanma ve ayrımcılıkla nasıl mücadele ettiğini, aynı zamanda gelenek ve modernlik arasında sıkışmış bir bireyin trajedisini derinlemesine işler. Bu yönüyle, sadece bir biyografi değil, aynı zamanda bir kimlik ve hak mücadelesinin hikayesi olarak dikkat çeker.
(GA/EMK)


