Fotoğraf: Ayça Söylemez - Koronavirüs salgınının Türkiye'de görülmesinden kısa bir süre önce, sınırların açılacağı açıklamasından sonra Edirne'ye giden mülteciler.
Yurtlarını keyfi değil, zulüm sonucu, zorunlu olarak terk eden mülteciler bu kez de sığındıkları ülkelerde yıldırma, yokluk, yoksulluk politikaları ile karşı karşıyalar. Zorla yerinden edilen 79.5 milyondan 45.7 milyonu kendi ülkesi içinde, 29.6 milyonu ise başka bir ülkeye sığınarak mültecilik statüsü aldı. 4.2 milyon da bu statü için halen beklemede. Tabii kayıtsızları da hesaba katarsak bu rakam oldukça fazla.
BM Mülteciler Yüksek Komiseri Filippo, koronavirüs küresel salgınının sınır tanımazlığı, dil engeli bilmezliğine vurgu yaparak, -toplumdaki en marjinal, ötekileştirilmiş ve savunmasız grup olan mültecilerin, vatansız kişilerin ve ülke içinde yerinden edilmişlerin- en büyük risk grubunu oluşturduklarını zira su, hijyen sistemleri ile sağlık tesislerine çok sınırlı erişimlerinin olduğunu açıkladı.
Birleşmiş Milletler yeterli gelmiyor
Dünyadaki mültecilerin yüzde 80'inden fazlası ve dünyadaki yerinden edilmiş insanların neredeyse tamamı düşük ve orta gelirli ülkelerde ağırlanıyor. Dünyadaki mülteci nüfusun yüzde 80'inden fazlası düşük ve orta gelirli ülkelerde, kalabalık kamplar veya yoksul mahallelerde yaşıyorlar. Dolayısıyla sağlık hizmetlerine erişememe; dil ve kültürel engeller; sağlık politikalarının eksikliği; sağlık hizmetlerinin önündeki yasal engeller ve doğal olarak da önyargılar. Eğer bir mülteci sınır dışı edilmek, ailesinden ayrılmak veya alıkonulmaktan korkuyorsa, sağlık hizmetlerine erişme veya sağlık durumları hakkında bilgi verme konusunda çok daha az istekli oluyor.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK), mültecilere ve ülke içinde yerinden edilmiş kişilere korona virüsle mücadelede su, tıbbi bakım ve hijyen malzemeleri de dahil olmak üzere destek verdi. Mümkün olan her yerde, hava şartlarına dayanıklı acil durum malzemeleri ve izolasyon birimleri kurarak, mültecileri barındıran alanlarda halk sağlığını ve hijyeni arttırdı, el yıkama, sosyal mesafeye uyma, virüs bulaşmış kişileri tecrit etme ve sağlık hizmetlerine nereden erişileceği gibi konularında rehberlik etti, yiyecek malzemesi ve nakit yardımı yaptı. Diğer yandan BMMYK, sığınma hakkı da dahil olmak üzere zorla yerinden edilmiş kişilerin haklarına ve korunmalarına saygı göstermeyi sağlamak, cinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti önlemek ve psikososyal danışmanlık sunmak için sahada tüm özveri ile çalışmalarını sürdürüyor.
Covid-19 ve ihlaller
Mülteci kampları, COVID-19'dan önce bile halk sağlığı ve insan hakları uzmanları için çok büyük endişe kaynağı oldu. Örneğin, Myanmar'dan ayrılan ve Bangladeş'e taşınan yaklaşık 900 bin Rohingya mültecisi arasında geçtiğimiz mart başlarında çok sayıda koronavirüs vakası tespit edildi. Dr. Johns Hopkins Üniversitesi Sağlık Merkezi Direktörü Paul Spiegel, bu kadar yüksek sayıda insanının yoğun olduğu bölgede sosyal mesafeyi korumanın olanaksız olduğunu açıklamıştı.
Fotoğraf: AA-Arşiv
Almanya'da mülteciler sığınma başvurusunda bulundukları için kalabalık yaşam koşulları ile karşı karşıyalar. Ellwangen kasabasında, dünyanın dört bir yanından 606 kişiyi barındıran bir mülteci sığınağında, son zamanlarda COVID-19 vakalarında ciddi bir artış gözlendi, vaka sayısı sadece beş günde 251’e yükseldi. Ürdün'de de üç mülteci bir odayı paylaşarak yaşıyor.
Birçok ülke COVID-19'un yayılmasını kontrol altına almak amacıyla sınırlarındaki kontrolleri sıkılaştırdı. Uygulama politikaları, uluslararası hukuka ve insan hakları yükümlülüklerine uygun bir biçimde, etkili halk sağlığı stratejileri ile uyumlu olmak ve yasaların korunmasına öncelik vermek zorundadır. Bu bağlamda, serbest dolaşım özgürlüğünün sınırlandırılmasının insan haklarını ve sığınma hakkını ihlal etmeksizin, kısıtlamaların orantılı ve ayrımcı olmayan bir şekilde uygulanması hayati önem taşıyor.
Mülteciler dışlanmaktan korkuyor
Ülkemizde de durum farklı değil. Bazı mülteciler virüsü taşımak ve yaymakla suçlanmaktan veya İçişleri Bakanlığı'na bildirilip sınır dışı edilmekten korkuyorlar. COVID-19 nedeniyle güvenlik endişesi yaşamayacakları, negatif ya da pozitif bir ayrımcılığa uğramayacakları, karantina uygulamasının ceza amaçlı değil, kendilerini ve yakınlarını koruma amaçlı yapıldığı çok açık bir şekilde ifade edilmelidir.
Düşük kapasiteli sağlık sistemlerine sahip birçok ülke, oldukça sert COVID-19 politikaları uygulama yoluna gitti. Zira sağlık sistemlerini daha da zayıflatmamak ve virüsün yayılmasını hafifletmek için vatandaşlara uygulanan ev tecridi, sınır kapılarının kapanmaları sonucu, mülteciler devlet yetkilileri ile yaşadıkları sürtüşmelerde büyük oranda stres yaşadılar.
Kayıtlı ve kayıtsız mülteciler genellikle gayriresmi olarak çalışıyor ve kamusal alanlarda tespit edildiklerinde tutuklama, taciz veya sınır dışı etme riskiyle yaşıyor.
COVID-19, herkesten çok mültecileri yalnız bir sağlık krizi ile değil, aynı zamanda sosyoekonomik krizle de sınadı. Aynı zamanda COVID-19 korkusu yabancı düşmanlığını, ırkçılığı ve damgalanmayı hızlandırdı. Kadınlar ve kız çocukları güvencesiz olmalarına ek olarak, cinsiyete dayalı şiddet, istismar ve sömürüye maruz kalma riskini her zamankinden daha fazla taşıyorlar.
Kalıp yargılardan vazgeçilmeli
Diğer yandan, o kadar çok bilgi kirliliği ve dezenformasyon var ki uluslararası kuruluşlar da yanlış bilgilendirme ile mücadele etmek ve mültecilere kendilerini koronavirüsten nasıl koruyacakları konusunda güvenilir bir yol haritası çizmek için yaygın kampanyalar başlatmalılar.
Medya, kimlik inşasında biz ve ötekiler olgularının sınırlarının çizilmesine ve bir sosyal harita oluşturulmasına yardımcı olurken, ötekine dair yer bulan görsel göstergeler, anlam şemalarının oluşmasını sağlar.
Genelde mültecilerle ilgili haberlerde standart kalıp yargılar aşılamıyor, derinlikten yoksun, bağlamdan kopuk bir biçimde yer veriliyor. Mülteciler haberlerde ekonomik külfet, kira artışları, iş gücü kaybı, ucuz iş gücü gibi sorunların kaynağı olarak gösteriliyorlar. Haber kaynakları ya emniyet yetkilileri ya da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasından seçiliyor haber üretim sunum aşamalarında yer verilmiyor. Bu durum, hem mültecilerin haber sürecine katılımını hem de haberin kapsayıcılığını, bir başka deyişle habere dahil olma hakkını ihlal etmiş oluyor.
Olumlu haberler yapılmalı
Oysa Suriyelilerin konu olduğu çok sayıda olay ve eylem haber değeri taşıyor. Suriyeliler hakkında haber yapılsa bile, ana akım haber aktörleri ve kurumlarından çok daha az ve ciddiye alınan bir tonla görüşlerine yer veriliyor. Suriyeliler, özellikle de sosyoekonomik konumları ile ilgili olduğu zaman derinlikten yoksun, bağlamdan kopuk bir biçimde, çoğu zaman da olumsuz özellikler ve sözcüklerle tanımlanarak, ulusu tehdit eden veya bizler için bir sorun olarak medyada temsil ediliyorlar.
COVID-19 salgınından hemen önce, Suriyeli mülteci sorunu medya gündeminin en ön sıralarında yer alıyordu. Diğer ülkelere göre daha fazla kayıtlı Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan ülkemiz ana akım medyasında mülteciler aniden görünmez oldular.
Mültecilerle ilgili olumlu haberler yapmak son derece önemli. Euronews’dan Menekşe Tokyay’ın mülteci iki hekimle ilgili yaptığı haber- İstanbul’da çalışan acil hekimi Dr. Zahra Mozaffari ve Kayseri’de çalışan Dr. Zakira Hekmat ile- güzel bir örnek oluşturuyor.
Dünyadaki tüm mültecilerin güvenliğinin sağlanması, onları koruma sorumluluğunun eşit bir şekilde küresel ölçekte paylaşılması, uluslararası insan haklarına, mülteci hukukuna ve insanlık onuruna saygı duyulması, tüm insanlığın çıkarına olacak.
(NÖ)