*Fotoğraf: Pexels.
Müzik emekçileri işsizlikle mücadele etmeye başlayalı tam bir yıl oldu. Freni boşalmış bir araç... ve bu araç, karanlıkta yokuş aşağı gitmeye devam ediyor. Aracın hiçbir aksamı çalışmıyor. Hatta ortada araç var mı o bile bilinmiyor.
Sadece bir direksiyonla kafamıza huniyi takmış sokak sokak dolaşıyor bile olabiliriz. Zaman zaman sesimizi yükselttiğimizi sanıyorsak da aslında söylediklerimiz mırıltıdan öteye geçemiyor, geçemiyor.
Aynı labirentin içinde az ötemizde duran peynire ulaşmak için çözüm üretemiyoruz. Tasmalı olmadığımız halde tasmamız varmış gibi davranıyoruz. Şartlı refleks yani tarif etmeye çalıştığım.
Kısa bir zaman önce işletim sistemi ayrımı yaparak yoluna başlayan ve aslında tamamen toplumsal deneylerden biri olduğuna inandığım Clubhouse'a takılıyorum. Orada da sadece müzikle ilgili odaları takip ediyorum.
İlk girdiğim günden bugüne söz konusu müzik ve sektörle ilgili odalarda genel olarak yakınma dışında bir şey konuşulmuyor.
Ben de söz uçar yazı kalır mottosuyla, pandeminin de birinci yıldönümünde bir şeyler yazayım diye düşünerek aslında aylardır da kafamı kurcalayan meseleleri çiziktiriyorum. Sayıklamadan ötesi olması en büyük temennim.
Nedir bu bin lira?
Son bir yıldır yakınmanın ötesine geçemediğimiz besbelli. 1970'li yıllarda, Mehmet Çırıka'nın önderliğinde kurulan ve vefatıyla farklı bir yapılanma yoluna giden Müzik-Sen de takip ettiğim kadarıyla çözüm odaklı adımlar atamadı.
Pandemi döneminde müzisyenlere destek olmaya çalışsalar da ne yazık ki benim baktığım yerden süreç onlar için olumlu yönde ilerlememiş gibi görünüyor.
Müzisyenlerden yaptıkları işleri ispat etmesini isteyen videolar talep edildi. Bu elbette ki sektör içinde çalışmış ve yıllarını vermiş pek çok müzisyenin ağrına gitti.
Onlar zaten hep sahnede ya da albümlerdeydiler. Onları tanımıyor bilmiyor olmak bunu meslek birlikleri üzerinden talep edenlerin ayıbıydı. Bu bin lira meselesi oldukça dallı budaklı ve çetrefilli bir mesele.
Konuya bakınca herkes kendince de haklı bir o kadar da haksız. Ancak artık haklı haksız tartışmasını da sonlandırmanın zamanı gelmiştir. Birkaç ay boyunca ödenen bin liralar müzik emekçilerine can suyu sağlamanın ötesine geçmemiştir.
Üstelik sektörün içinde icracı olmayan pek çok farklı kolda çalışan emekçiler de bulunmaktadır ve onların da hakları bu konu özelinde, (bildiğim kadarıyla) gözetilmemiştir.
Birbirimizi suçlamaktan vazgeçelim...
Hep söylediğim ve kaleme almaya çalıştığım bir konu var. O da "salgın hastalık öncesinde de zaten müzik emekçilerinin mağdur olduğu/edildiği" meselesi.
Burada kalkıp da "İlk başta konserler iptal ediliyor" gibi bir cümlenin bile yersiz olduğunu düşünüyorum. Ama ne yazık ki hep böyle oldu, olmaya da devam ediyor.
Zaten hali hazırda sahne performansı gerçekleştiren bütün emekçiler yok paralara/yevmiyelere bu sektöre hizmet ediyorlardı.
Dedim ya hani Clubhouse, orada konu başlıkları belirlenip odalar açılıyor. İşte o katıldığım odalardan bazılarında "Biz o kadar söyledik, sigortasını yaptırsaydı..." gibi cümleleri çok sık duydum.
Müzisyen dediğin insanın ya da sahne emekçisinin günü kurtarmak üzerinden bir kafaya sahip olduğu unutularak söylenmiş talihsiz cümlelerden biridir kanımca.
Kendi zamanını kendi belirleyen iş
Müzisyenin/müzik emekçisinin bu davranışı sergilemesinin de en büyük nedenini müziğin anla olan ilişkisiyle değerlendirmek gerekmektedir. Müzisyen genel anlamıyla anda kalandır. Çünkü müzik anda kalmayı gerektirir.
Müzisyen kendi zamanını, icrası sırasında kendi belirler. Burada kalkıp da bir müzisyene "Geleceğini düşünseydi" demek kadar ebeveyn vari bir yaklaşım yapılması bana uygun gelmemektedir.
Öte taraftan bir müzik emekçisinin kendisini sigorta yapması ve verdiği hizmet karşılığında fatura kesmesi de aslında sektör içinde pek mümkün değildir. Düşünün ki günlük yevmiyeyle bir işte çalışıyorsunuz.
Kaç saat süreceği belli bile olmuyor bazen. Kadın da olsanız erkek de bazen işletmeci bazen de izleyici tarafından tacize uğrayabiliyorsunuz.
Siz orada anda kalıp canla başla işinizi yapmaya çalışırken, birileri gelip sizi rahatsız edebiliyor ve bu da işin doğasıymışçasına bir normallikle karşılanıyor.
Sahnedeki size saygısızlık en başta siz işinizi yaparken yüksek sesle, bağıra çağıra konuşan insanlar tarafından yapılıyor. Tam bu meseleninin üzerine düşünmeye ve konuşmaya başlamıştık ki pandemi patladı, sahneler kapandı.
Yine eğitimimiz yarım kaldı. Bir performans nasıl dinlenir bilenler de unuttu. Bu bağlamıyla memleketin dileyicisine/izleyicisine çok fazla iş düştüğünü de söylemekte yarar görüyorum.
Diğer taraftan eğer ki şartname ve sözleşmenizde yazmıyorsa, işletmecinin dediği saate kadar sahnede kalma zorunluluğunuz doğuyor.
Diyelim ki bu performanstan kayıt dışı 100 lira kazandınız. Bu kazançla yol paranızı da, eğer işletme karşılamıyorsa yemeğinizi de kendiniz karşılamanız gerekiyor.
Bir de ödenmesi gereken faturalar ve kira var.
Belki de evinizde sizi bekleyen çocuklarınız...
Bu ücretin bir de kayıtlı olduğunu düşünelim. %18 vergisi ve yıl sonunda da yanılmıyorsam %20 stopajı var. Matematiği iyi olanlar müzisyenin cebinde ne kaldığını, performansın eksi mi artı mı getirdiğini bi hesaplayıversinler.
Bu işlerin arka planında çalışan ve sektörün olmazsa olmazları rodiler, ses teknisyenleri/tonmaisterlar, ışıkçılar ve daha nice insanlar var. Onların da kayıt içi ve kayıt dışı çalışıyor olması da müzisyenin durumundan farklı değil.
Eğer kayıtlı iş yapılması gibi bir durum isteniyor, arzu ediliyorsa acilen vergi ve stopajlar üzerinden yeni önergeler sunulmalı, müziğin sadece eğlence aracı olmadığı meselesi üzerinden konu bir kez daha düşünülmelidir.
"Müzik ve sahne emekçiliği" tanımlı bir iş kolu olmak zorundadır.
Büyük başın derdi büyük olur...
Herkesin ağzına pelesenk olmuş bir tanımlama var "Sanatçı". Ne kadar yüksek bir tanımlama değil mi?
Oysa yüksek olan sadece kaşeler.
Aslında bahsedilen kişiler, yüksek kaşelere sahnelere çıkan, ana akımda sevilen, dinlenilen isimler...
Kimdir bunlar diye sormadığınızı varsayıyorum ama yine de cevabım "starlar". İşte bu starlarla birlikte çalan onların bu işten ekmek kazanmasını sağlayan pek çok müzisyenin en büyük yakınması "Pandemi sürecinde bizi hiç aramadı" oldu ve oluyor.
Yahu, seni neden arasın ki? Derdi seninkinden büyük. Evet villalarında takılıyor, "Lütfen kapıyı açar mısınız" gibi Clubhouse odalarında geyik döndürüyorlar. Ama onların başları büyük, eh tabii ki dertleri de...
Sahne yok, kayıt yok sana da ihtiyacı yok. Elbet bu günler de bitecek ve müzisyeninden teknisyenine şimdi sızlanan ve yakınan herkes yine ekmeğinin peşine gitmek üzere bugünleri unutup o insanlarla çalışmaya devam edecek.
Kin gütmek çözüm, unutmak da erdem değildir ve olmamalıdır.
İlk konserler, canlı performanslar başladığı günden itibaren müzik emekçilerinin en azından şartname ile çalışması artık bir gereklilik durumundadır.
Eğer önerge verilip vergi düzenlemesi yolunda gidilirse de aynı biçimde bütün emekçilerin kayıtlı çalışması arzu ettiğimiz noktadır.
Belki canlı performanslar için bir alt limit-üst limit belirlenerek müzik emekçilerinin pastadan eşit olmasa da eşite yakın bir pay alması da sağlanabilir.
Burada da yine iş sanıyorum ki sendikaya ya da örgütlü çalışan diğer birliklere düşüyor (meslek birliği tanımının içinde yoktur belki diyerek bunu söylemeyi reddediyorum).
Böylesi bir çalışma pandemiden henüz çıkmış ve sudan çıkmış balığa dönmüş olan müzik emekçilerinin olası suistimalinin de önüne geçecektir diye düşünüyorum, naçizane.
Dijital konserler sürdürülebilir mi?
Son günlerde kafamı kurcalayan en önemli meselelerden biri "dijital konserler sürdürülebilir mi?".
Belki "İnternet bu konuda da çöplüğe dönmek üzere" demek biraz ağır kaçabilir ancak bir gün içinde bile onlarca etkinlik varken son kullanıcıya ulaşan günün sonunda ne oluyor sorusu çok gündemimde.
Bir de o konserler sosyal medya ağlarında kalıyor ve aynı gruba ait pek çok performans dijital mecrada yer buluyor. İçlerinden bazıları yayın kalitesi sebebiyle çöp de olabiliyor.
Bir grubun dijital performasını izleyen bir dinleyici, bir başkasına neden ihtiyaç duysun ki? Sorusu çekiyor beni dibe tam da...
E, zaten hali hazıda da dijitalde bir dolu performansı mevcut.
Eh, bir de üstüne Spotify ve YouTube'da albüm kayıtları da varsa, temiz kayıt dinlemek dinleyiciyi her zaman daha çok memnun etmiştir diye düşünüyorum.
Dijital performansların da miadı doluyor gibi görünüyor.
Tabi eğer yeni mecralar ve dinlenilme alanları ortaya çıkmazsa. "Sosyo" bu anlamıyla oldukça olumlu bir örnekti.
Severiz sevmeyiz Milyon Yapım tarafından gerçekleştirilen ve "HES" (Her Ev Bir Sahne) projesi, bilinen bilinmeyen pek çok müzisyene can suyu katmıştır.
240 müzisyenin 10 gün boyunca evlerinden 24 saat kesintisiz canlı konserler verdiği bu organizasyonuna sadece büyük şehirlerden değil, Anadolu'nun pek çok yerinden müzisyenler katılmıştır.
Aynı biçimde Anadolu Müzik Kültürleri Derneği (AMKD)'nin Ankara Büyükşehir Belediyesi Kent Konseyi ile birlikte gerçekleştirdiği (içinde olmaktan mutluluk duydum) tek gecelik konser de (28 Aralık 2020 yine pek çok farklı organizasyona önayak olması açısından mihenk taşı olmuştur.
AMKD aynı biçimde yoluna da devam etmektedir. Aynı biçimde Dernek'in "Müzisyenlerin Uğradığı Hak İhlalleri"ne ilişkin yayınladığı rapora da şuradan ulaşabilirsiniz.
"Sesimizi duyun" serzenişi
Zor zamanlarda devletin yapması gereken çoğu şeyi yapan dernek ve kuruluşlar oldu. Bunun da sürdürülebilirliği kafamı kurcalamıyor değil. Benim haberdar olduğum bir diğer oluşum ise TEGSEP yani Türkiye Etkinlik Gösteri Sanatları Emekçileri Platformu...
Bir de son dönemde adını duyduğum Şimdi Derneği.... Onlar da yine gece gündüz demeden müzik emekçilerinin seslerini duyurmak için dayanışma çağrısı yapmaya devam ediyor ve "Sesimizi duyun" diyor.
Öte taraftan bağımsız müzisyenlerin üretim sürecine ilişkin "Olta Dayanışma" örneğini vermemiz gerekiyor. Öylesine güzel bir ağ kurulmuş durumda ki Olta, 5. albümünü geçtiğimiz günlerde yayınladı.
Bunları düşününce yüzümde bir tebessüm asılı kalıyor.
Ez cümle kimse bir şey yapmıyor değil ama ne kadar sürdürülebilir olduğu meselesi de dediğim gibi, tartışmaya açık. Elden gelinen yapılması ise çaresizliğin değil umudun göstergesi.
Müzik emekçisinin tanımı yok!
Herkes birbirini yiyor! Oysa müzik yazarından, rodisine, tonmaister'ından sahnede performansını gerçekleştiren müzisyenine, onu sahnede aydınlatan ışıkçısına kadar aslında hepimiz aynı puzzle'ın parçalarıyız.
Birbirimize kin gütmeyi bırakmalıyız. En başta da hayatta kalmak için birbirimize ne kadar ihtiyacımız olduğunun farkına vararak hareket etmeliyiz.
Pandemi sürecinden çok daha uzun yıllar önce var olan bu dertlere yönelik çözüm üretilme girişimleri yer yer dayanışma konserleri yer yer toplantılarla gündeme az da olsa getirilmişti. Ancak bugünkü kadar konuşulduğuna daha önce tanıklık etmemiştim.
İtiraf ediyorum, bu durum bana sevindirici geliyor ve yüzümde güller açtırıyor. Lakin konu birlik olmaya gelince orada yapılan ayrımlar da canımı sıkıyor. Aynı takımdayız...
"Birimiz olmadan diğerimiz var olamayız" diye bağırmak geliyor içimden çoğu kez ki bu takıma dinleyici de dahil yer yer, zaman zaman.
Belki de önce terminolojimizi, üslubumuzu düzeltmemiz gerekiyordur. Müzik emekçisi olmak nedir sorusuna en iyi cevap emekle ölçülebilir.
Yani müzik emekçisi olmak müziğe verdiğin emekle ölçülür ancak. Müzisyenlik de bir mertebe değildir ve o da ancak emekle ölçülür.
Bunu kavradığımız zaman birlikte mücadele alanlarını oluşturabiliriz.
Dinleyiciye de çok iş düşüyor
Burada bahsetmeye çalıştığım konuların herbirinin tez konusu olduğunu söylemekte yarar görüyorum.
Bu yazı sadece kafamda dönen meseleleri derleyip toplama çabasının ötesinde değildir ve olamaz da. Sektör içindeki tüm müzik emekçilerinin birbirini gözetmesi kollaması artık elzemdir.
Burada dinleyiciye/izleyiciye de onun sevincine, üzüntüsüne ve hatta bütün duygularına ortak olan o duyguların yükselmesine veya alçalmasına hatta stabil kalmasına ortak olan müzik emekçilerinin yanında durması gerekmektedir.
Bu yazı sadece sektör çalışanlara değil, müziğine sahip çıkmazsa cenazesinde de düğününde de aşk acısında da gurbette de müzik olmadığı için kendini daha da yalnız hissedecek olan dinleyiciye de bir çağrıdır.
Aslında size ait olan müziğe ve ona emek veren insanlara sahip çıkın. Bilet mi alıyorsunuz, hukuki dayanışma mı sağlıyorsunuz onu siz bilirsiniz...Ama duyun artık, sesimiz tamamen kısılmadan.
(ÖD/PT)