Her ne kadar çok iddialı bir söylem gibi görünse de global anlamda son yılların en sürrealist dönemini ilk defa büyük bir çoğunluk olarak birlikte yaşıyoruz. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre dünyanın hemen hemen her yerinde şu ana kadar toplamda 65 milyondan fazla koronavirüs vakası kaydedildi ve bunun yanında maalesef bir milyondan fazla insan bu virüsten dolayı hayatını kaybetti.
Ancak korona krizi salt bir global halk sağlık sorunu değil, bu krizin aynı zamanda sosyo-ekonomik etkileri de var. Korona krizinin ortaya çıkardığı derin yoksulluk sorununu ifade etmeden önce birtakım güncel verileri ve bununla birlikte başlayan tartışmaları belirtmekte fayda var.
İkinci Büyük Buhran
Korona krizinden dolayı Amerika’nın belli şehirlerindeki işsizlik oranı 1929 Büyük Buhran dönemindeki işsizlik oranını yakalamış durumda (yaklaşık yüzde 25 işsizlik). Bu bağlamda Amerika’da İkinci bir Büyük Buhran mı yaşıyoruz tartışmalarını görmek mümkün. Elbette bu ve buna benzer tartışmalar sadece Amerika ile sınırlı değil. Bunun yanında Uluslararası Çalışma Örgütü’nün raporuna göre 2020’nin ikinci çeyreğinde dünyada işgücü piyasası açısından çarpıcı bir istihdam kaybı yaşanıyor. Toplam çalışma saatlerinde yaklaşık yüzde 14'lik bir düşüş yaşandığı ve bunun 400 milyon tam-zamanlı işin kaybı anlamına geldiği açıklandı. Korona krizi maalesef Türkiye’yi teğet geçmiyor.
Türkiye'de korona etkisi
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2020 yılının ikinci çeyreğine (Nisan-Haziran) ilişkin Gayrisafi Yurt İçi Hasılanın, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 9,9 azalış gösterdiğini açıkladı. Yine TÜİK verilerine göre, istihdam edilenlerin sayısı 2020 yılı Ağustos döneminde, bir önceki yılın aynı dönemine göre 975 bin kişi azalarak 27 milyon 554 bin kişi, istihdam oranı ise 2,4 puanlık azalış ile yüzde 43,9 oldu.
Sonuç olarak dünyanın muhtelif yerlerinde korona krizinden dolayı ekonomik anlamda bir yoksullaşma ve yoksunlaşma söz konusu. Ancak asıl önemli konu, sadece çalıştığı işle geçimini sağlayan veya muhtelif nedenlerden dolayı çalışamadığı için sosyal yardımlarla hayata tutunma mücadelesi veren ve bu anlamda yaşamın kıyısında yaşayan halkların bu krizden nasıl etkilendiği.
Eşitsizlik
Sonda söyleyeceğimi baştan söylemek en iyisi: Kapitalizmin gündelik hayatımıza her gün daha fazla eklemlenmesiyle birlikte artan toplumsal eşitsizlikten ve bunun ortaya çıkardığı gelir dağılımı eşitsizliğinden dolayı her birimiz bu korona krizinden farklı derecelerde etkileniyoruz. Veya bu krizden dolayı toplumdaki herkesin yoksullaştığını ifade etmek ancak toplum içindeki gelir dağılımı eşitsizliğinden bihaber olmakla mümkün. Sadece Amerika’da 50 milyondan fazla insanın işini kaybettiği ve 25 Kasım 2020 tarihine kadar 268,262 kişinin koronadan dolayı hayatını kaybettiği süreçte, yine aynı dönemde dünyanın en zenginlerinin servetlerine servet kattığı bir düzende nasıl olur da hepimiz krizden aynı derecede etkilenebiliriz ki?
Derin Yoksulluk Ağı ve Hacer Foggo
Buna ek olarak, daha birkaç hafta önce Türkiye’de Derin Yoksulluk Ağı ekibi saha çalışmalarına dayanarak pandemi dönemine ilişkin hazırladığı bir rapor (Pandemi’de Derin Yoksullukla Mücadele) yayımladı.
Bu global kriz sürecinde toplumun yoksul kesiminin yoksulluk derecesinin nasıl arttığını daha iyi anlayabilmek için büyük bir emekle hazırlanmış raporun her cümlesini satır satır okumanızı tavsiye ediyorum.
Kim bilir belki, bu bağlamda yoksulluğu sadece kendisine dert edinmekle bırakmamış ve bu uğurda yıllardır samimiyetle çalışan Derin Yoksulluk Ağı ekibinden Hacer Foggo’nun şu yakarışını daha iyi anlayabiliriz: “Çocukların psikolojileri tamamen bitmiş. Bu yüzden çığlık çığlığa bağırıyorum. Anneler çocuklarına mama alamadığı için akşama kadar şekerli su içiriyor.”
"Ötekiler"
Peki kim bu yaşamın kıyısında hayata tutunma mücadelesi veren insanlar?
Sırf toplumdaki genel kültüre ve yaşam şekline uygun olarak yaşamadıkları için hemen hemen yaşadıkları her toplumda “ötekinin ötekisi” olarak gösterilen ve bu bağlamda toplumun vebalıları olarak görülen Romanlar.
Muhtelif nedenlerle kendi memleketinde daha iyi bir iş bulma imkânı olmadığı için bazen binlerce kilometre uzaklıktaki bir şehre göç eden mevsimlik işçiler.
Sırf daha iyi ve daha insancıl bir yaşam mümkün şiarıyla binlerce kilometre ötelerden gelip ev içi hizmetlerde çalışan ama hâlâ niçin hayatını kaybettiği belli ol(a)mayan Nadira Kadirova(lar).
Zorla yerinden edilip evini, sevdiklerini, ve anılarını geride bırakıp sırf hayatta kalabilmek için geldiği bir coğrafyada yaşamın kıyısında kendisine bulduğu küçücük bir alanda hayatını idame ettirmeye çalışan yeryüzünün posaları mülteciler.
Çoğunlukla hiçbir sosyal güvencesi olmayan ve sadece yaptığı düzensiz işle geçimini sağlayan emekçiler.
Hepsi bu pandemi sürecinde derin bir yoksulluk krizi içerisindedir. Bu bağlamda, bu kriz sürecinde koronavirüsün yayılımını engellemek için alınan her kararda en başta bu insanların yoksulluk derecesinin arttığını bilmek gerekir. Aksi takdirde krizin etkilerini azaltmak için alınan her karar toplumdaki bu eşitsizliği arttıracaktır.
Çifte yoksulluk
Şüphesiz yoksulluğu ve toplumsal gelir dağılımı eşitsizliğini ortaya çıkaran korona krizi değil. İktisatçı Thomas Piketty, “21. Yüzyılda Kapital” kitabı ile dünyada artan gelir dağılımı eşitsizliğini verilere dayandırarak net bir şekilde izah eder. Piketty, gelir dağılımı eşitsizliği konusunda muhtemelen son dönemin en önemli düşünürlerinden birisi ve bu konu üzerinde yayınlar yapmaya devam ediyor.
Sonuç olarak toplumun büyük bir çoğunluğu daha korona krizi öncesinde zaten yoksul durumdaydı ancak üstte belirtilen insanların korona krizinden negatif anlamda daha fazla etkilendiğini ve bu anlamda yoksulluk derecelerinin arttığını söylemek mümkün. Şu an acilen atılması gereken en önemli adım, yaşamın kıyısında hayata tutunma mücadelesi veren bu insanların artan yoksulluk ve yoksunluğunu azaltıp onlara insanca bir yaşam alanı sunmak olmalı.
Kim bilir belki şu sürecte sırf hayata tutunabilmek veya belki de sadece hayatta kalabilmek için gencecik yaşında çalışmak zorunda bırakılan, Esenler Belediyesi tarafından tezgahına el konan çocuğun “Bırakın, evime ekmek götürüyorum” feryadını hep birlikte duyar ve insan olarak hicap duyarız. İnsana rengi, dili, dini, yaşam şekli ve cinsel yönelimi fark etmeksizin insanca yaşam olanağı sağlanmayacaksa hayatın ne anlamı olabilir ki?
(CA/NÖ/EMK)
Fotoğraf: Derin Yoksulluk Ağı