Padişah, bir sefer sırasında atının eğerini kimsenin haberi olmadan kusursuz bir şekilde onaran yeniçeriyi buldurmuş ve "tez vurun kellesini" demiş ve ilave etmiş "orduya esnaf karışmış, askerin işi cenk etmektir, esnaflık değil".
Günümüzde ordunun, çoğu kez mensuplarının tasarruflarını veya emeklilik kesintilerini değerlendirme gerekçesiyle, "esnaf"lığın ötesinde ekonomik ilişkiler içine girmesi, bizim de yabancısı olmadığımız bir olgu.
Ordu veya ordu mensuplarının ekonomi ile ilişkileri son günlerde Oyakbank'ın Hollandalı ING grubuna satılmasıyla güncellik kazandı.
Ancak, bizdeki tartışmalarda konu, daha çok ulusalcılık ve küreselleşen sermaye bağlamında ele alınıyor. Bu tür ilişkilerin, ordunun niteliğine ve ülkenin demokratik yapısına olan etkileri üzerinde sanırım fazla durulmuyor. Pakistan'da Ayşe Sıdıka'nın bugünlerde yayınlanan kitabı ise konuyu bu açıdan irdeliyor.
Kitap kapışılıyor
Ayşe Sıdıka (İngilizce'deki yazılışıyla Ayesha Siddiqa) İngiltere'de doktorasını yapmış, askeri konularda analizleriyle tanınan, bu arada Pakistan gazeteleri ve Aamerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) "Jane's Defence Weekly" dergisinde yazıları yayınlanan bir araştırmacı.
Sıdıka'nın Pakistan'da ordu-sermaye ilişkilerini ele aldığı ve uzunca bir süredir üzerinde konuşulan çalışması, geçtiğimiz günlerde yayınlandı. "Askeri A.Ş: Pakistan'ın Askeri Ekonomisinin İçyüzü" diye çevirebileceğimiz, özgün başlığıyla "Military Inc.: Inside Pakistan's Military Economy" adlı kitap İslamabat'ta neredeyse yok satıyor.
Parasını peşin ödedikten birkaç gün sonra kitabı alabiliyorsunuz. Bu arada herkes kitap ne zaman toplatılacak, Dr. Sıdıka'nın başina bir şey gelecek mi diye merak ediyor.
Her ne kadar Dr. Ayşe Sıdıka kitabında Pakistan'ı, Türkiye ve Endonezya ile birlikte aynı grupta değerlendiriyorsa da, Pakistan'da durum çok daha dallı budaklı. Ordunun kontrolündeki "yardımlaşma" vakıflarının finansal hacmi 200 milyar rupi, yani 3 milyar ABD dolarını aşıyor.
Kuşkusuz bu konuda kesin rakamlara ulaşmak kolay değil ama bu vakıfların etkinlikleri ülke içinde bankacılık, sigortacılık, leasing, gayrimenkul girişimleri, konut projeleri, özel güvenlik, eğitim, havayolları, kargo hizmetleri, tekstil, gıda, çimento sanayii ve hatta büyük ölçekli tarımsal işletmelere kadar yaygınlık gösteriyor. Kara, hava ve deniz kuvvetleri mensuplarının ayrı ayrı "yardımlaşma" vakıfları var
Yeni bir kavram: "Milbus"
Dr. Ayşe Sıdıka, kitabında ordu - sermaye ilişkilerini incelerken, "military" ve "business" kelimelerinden türetilen "milbus" (milbiz) kavramını kullanıyor.
Yazar bu kavramı, ordu elitinin kişisel yararları için değerlendirilen, resmi devlet bütçesi kayıtlarına girmeyen ve olağan kamusal denetim dışında tutulan sermaye ilişkilerini tanımlamakta kullanıyor ve bu tür ilişkilerin çoğu ülkede görüldüğünü belirtiyor.
Yazar, ordunun ekonomik ve toplumsal ortama yaygın bir biçimde girmesinin, ordunun edindiği politik güç ve ülkedeki diğer aktörler ile ilişkileri doğrultusunda orantılı bir gelişme gösterdiğine işaret ederek Pakistan konusunda özetle şöyle diyor:
"Ordunun finansal özerkliği, dış tehlikelere karşı güvenliği sağlama temel işlevinden kaynaklanıyor. Ordunun birincil işlevi, anayasada da tanımlandığı gibi, dış güvenliğin sağlanması ve sivil yönetimler talep ettiğinde onlara gerekli yardımın yapılmasıdır.
Ordu, stratejik güvenlik piramidinin tepesindeki konumunu kullanarak, ilgi alanını devlet ve toplumun her yönünü kapsayacak şekilde genişletmiş ve silahlı kuvvetlere kendi çıkarlarını korumaya elverişli belirli bir ortam yaratmıştır...
Ordu, girdiği finansal ve ticari ilişkileri, ulusal güvenliği sağlamasına karşılık hak ettiği ve kendisine toplumca ödenecek bedelin bir bölümü olarak görmektedir. Çeşitli ticari girişimler, kentsel ve tarımsal arazilerdeki geniş ölçekli yatırımlar, topluma iyi yetiştirilmiş, üst düzeyde yetenekli bir silahlı kuvvetlere sahip olmanın bedeli olarak sunulmaktadır."
"Yeni toprak ağaları"
Türkiye'den farklı olarak ordu mensupları Pakistan'da kentsel ve kırsal alanda yaygın bir biçimde mülk sahibi olmuşlar ve süreç bugün de devam ediyor. Kitabın "Yeni Toprak Ağaları" başlıklı bölümünde silahlı kuvvetlerin kırsal ve kentsel alanlardaki arazileri nasıl ele geçirdiği anlatılıyor ve özetle şu görüşlere yer veriliyor:
* İngiliz sömürge yönetiminin belirli nedenlerle orduya arazi tahsis etmesi geleneği, bağımsızlıktan sonra da üst düzey subay kadrolarının çıkarları gözetilerek sürdürülmüştür. Devletin ve bu devlet yapısı içinde ordunun feodal niteliği, topraktaki mülkiyet dağılımı ve su gibi temel tarım girdilerindeki tekelleşme ile de ortaya çıkmaktadır.
* Mesela her ne kadar sıradan erlere toprak verilmekteyse de, erler tarım için gerekli olan su kaynaklarını kullanma hakkına sahip değillerdir. Bu kaynakların kullanımı üst düzey subayların tekelindedir. Kaynakların böyle elitist bir yaklaşımla dağıtılmakta olması sonucu, ordudaki üst düzey subaylar, büyük toprak sahibi feodallerle aynı toplumsal sınıf içinde yer almaktadır.
* Kentsel arazilerin dağılımı da, yönetici elitin gücünü ortaye koymaktadır. Birbiri ardına iktidara gelen hükümetler, kitlelerin konut sıkıntısını giderecek uygulamalar yerine, kentsel arazileri ordu kadroları ve diğer elit gruplar arasında paylaştırmayı tercih etmişlerdir.
Pakistan'da ordu ve Türkiye'yi de kapsayan bir görüş
1947'de bağımsızlığını kazanan Pakistan, aradan geçen 60 yılın önemli bir bölümünü sıkıyönetim ve askeri darbelerle geçirdi. Halen ülkenin devlet başkanlığını sürdüren Pervez Müşerref 1999'da Genelkurmay Başkanı iken, kendisini görevden almak isteyen Başbakan Navaz Şerif'i devirerek iktidara gelmişti.
General Müşerref'in görev süresi bu yıl sonunda doluyor. Müşerref, gerekli gördükçe giydiği üniformasını artık kesin olarak üzerinden çıkaracağını ve bir dönem daha devlet başkanlığı yapmaya talip olduğunu açıklıyor.
Bir yıl içinde yapılması beklenen genel seçimlerin neler getireceği bilinmez ama gittikçe daha belirginleşen muhalefet hareketlerine karşın ordu ve dolayısıyla Müşerref, ülkede duruma hakim görünüyor. Sonuçta ordu - iktidar - ekonomi ilişkileri Pakistan için önemini koruyan bir konu.
Dr. Ayşe Sıdıka'nın kitabında, ordu - sermaye ilişkilerinin Pakistan'da 1947'den bu yana geçirdiği gelişme süreci tartışılıyor ve yoğunlaşan ekonomik ilişkilerin ordunun profesyonelliği üzerindeki etkileri ile bunun ülke politikasına getirmekte olduğu sonuçlar ele alınıyor.
Yazar, bu sürecin hem politik hem de toplumsal açıdan yüksek bir maliyeti olduğunu belirtiyor ve "ülkede veya uluslararası jeopolitik ortamda askerleri politik denetim mekanizmasından dışlayacak belirgin bir değişiklik olmadıkça ordu, böylesine yaygın çıkarlar edindiği bir konumdan uzaklaşmayacaktır" diyor. Yazar, kitabının sonunda Türkiye'yi de kapsayan şu gözlemlere yer veriyor:
"Esasen diğer hakim sınıfların baskısı altında ezilen halk, ordunun bir arabulucu kurum olarak adaleti sağlayabileceğinden ümidini kesmiştir. Bunun sonucunda ortaya çıkan yabancılaşma, toplumu diğer yönlere, çoğu kez de aşırı ideolojilere itmektedir. Pakistan, Türkiye ve Endonezya'da dini tutuculuğun gösterdiği yükselişin, silahlı kuvvetlerin karakterindeki değişikliklerin sonucu mu olduğu, yoksa bunların aynı zamanda gözlemlenen iki ayrı gelişme mi olduğu önemli bir tartışma konusu."
Faiz Ahmet Faiz'den bir şiir
Dr. Ayşe Sıdıka'nın kitabı anlaşılan belki politikacılar arasında değil ama en azından sosyal bilimciler arasında çok konuşulacak. Bu tartışmaların demokratikleşme sürecinde ciddi sıkıntıların yaşandığı Pakistan'a olumlu etkileri olmasını dileyelim.
Dr. Ayşe Sıdıka, kitabının başına Pakistan'ın Nazım'ı, Lenin ödüllü Faiz Ahmet Faiz'in aşağıya aktardığımız şiirini koymuş. Şiir, 30 yıl önce yazılmış da olsa gelecekten ve mücadeleden umudu kesmemenin ışıklarını yansıtıyor:
O günleri görmek için yaşayacağız, / Kesin kararlıyız, / O günleri görmek için yaşayacağız; / Bize vadedilmiş günleri, / Kitabın buyurduğu günleri; / Ezilmişlik dağlarının / Pamuk kozaları gibi patladığı zamanı; / Eski tutsakların ayakları altında / Yeryüzünün raksettiği zamanı; / O cennetlerin şimşeklere dönüşerek, / Zalimleri titrettiğini; / Ve tanrının evindeki en muteber putların / Fırlatılıp atıldığını göreceğiz; / Biz, bu yeryüzünün lanetlileri, / Onurumuzla yaşayacağımız günlere kavuşacağız. / Bütün taçlar havaya savrulacak, / Bütün tahtlar ezilip yokolacak. / O hem yok, hem var olan, / Hem görünen, hem görünmeyen / Tanrının sözleri egemen olacak. / Ve herkesin kulağında gerçeğin sesi çınlayacak, / Senin, benim, biz halkın; / Bu yeryüzünü yöneteceğimiz gerçeği.(AŞ/EÜ)