Habertürk gazete ve televizyonu, Doğan Grubu’nun içindeki bir şirketle ilgili “yolsuzluk haberlerini yazabilen tek yayın kuruluşu” olmakla övünüyor.
Yayın kuruluşları kime ait olursa olsun, faili kim olursa olsun, her türlü yolsuzluk haberini yazmalı, göstermeli, duyurmalılar.
Bu onların kamuya yönelik görevlerinden birisidir. Eğer bildiği ya da farkında olduğu halde bunu yapmıyor, ya da yapamıyorsa, bir şekilde bu “yolsuzluğu” benimsiyor ya da katılıyor demektir.
Bunların hepsi doğru. Bunların hepsi kamunun haber alma hakkının gereğini yapan ve bağımsız ve özgür bir medyanın olmazsa olmazları ve temel göstergeleri.
* * *
Ama bunları yapmak yetmez. Bunları yaparken hiç kimsenin, özellikle de korunması ve gözetilmesi, pozitif ayrımcılık yapılması gereken “dezavantajlı grup ve kesimlerin” de haklarına riayet etmesi gerekir. İşte bunun tersine bir örnek:
11.06.2009 tarihli Habertürk’un “Analiz” başlıklı “imzasız” yazısından birkaç satır:
"Şimdi bir de aynı habere ilişkin ahlak veya zeka özürlü yaklaşımın bir örneğini teşhir edelim...”
“...Bu yaklaşım ya zeka özürlü olmakla ya da ahlaki özürlü olmakla açıklanabilir.”
“Bu haberi yazan, bu haberden bu başlığı çıkaran kardeşim, zeka özürlü olmak suç değil, anladık. Peki zeka özürlü bu yazıya bu şekilde başlık atıp manşetten yayınlamak, buradan hareketle bu şekilde alıntılar yapmak da gazetecilik suçu değil mi?”
“Yok eğer bu düşük zekalı haber; haberi yayınlayanların düşük zeka standartlarından değil de ‘akıllı’ kişilerin ürünü olarak yayınlanmış ise, o durumda da ahlak standardı devreye giriyor:”
* * *
“Özürlüleri teşhir etmek”, “insanların zekalarıyla ilgili standartlar tarif etmek ve insanlıklarını buna göre sınıflamak”... Bu tür tavırların hepsi aslında insanlar arasında insan haklarına aykırı bir şekilde ayrımcılık yapmanın farklı biçimleri. Söz konusu haberde kullanılan özürlü benzetmesi ve ondan neredeyse “aşağılayarak” söz edilmesi okuyanlara nasıl geldi acaba? Bunu olağan ve yapılabilir görüp yapan ve kabul edenlerin çevrelerinde hiç özürlü insan var mı, ya da buna dair düşünceleri nedir bunu bilmiyorum.
Bu yıl içinde “engelliler ve medya” başlığıyla yapılan bir toplantıda Danimarka’da “zihinsel engelli” insanlar tarafından yayını sürdürülen bir TV kanalından söz edildi, yayınlarından örnekler verildi. Aslında zihinsel engelliler de dahil tüm engellilerin herkesle birlikte toplumun içinde olma ve bir şekilde kendilerini ifade etme hakları var ve olanak tanındığında bunu başarabiliyorlar.
İnsanların bu durumdayken, doğruyu ve gerçeği yeterli bir şekilde ifade edemeyecekleri algısını çok okunan bir gazetenin pekiştirecek şekilde yayın yapması ne kadar doğru?
Hekimlerin mesleki etiğinin dört temel kuralından ilki “önce zarar verme” der. Bunun hak ve hizmet alanında çalışan herkesimin ilk kuralı olması gerekir.
* * *
Yalan söyleyene “yalancı”sın demek bir insan olmanın gereğidir. Ama yalan söyleyene “sen zeka özürlüsün” derseniz, o zaman hem “zeka özürlüleri”n yalancı olduğu düşüncesini yaymış olursunuz, hem de aslında yalancıyı bir anlamda -kendinden bu bakımından mesul olmadığı için- farkında olmadan ve istemeden “aklamış” olursunuz.
Hafta sonunda Uluslararası Zihinsel Engellilerin Hakları (MDRI) örgütünün yöneticisi Eric Rosenthal’in katıldığı bir etkinliğin haberi bianet’te yer aldı. Rosenthal orada çok yerinde olarak “Gazeteciler, halkın engellilerin yaşadığı sorunları ve çözümleri anlaması için çok önemli. Her şeyden önce zihinsel engelliler ve psikiyatrik teşhis almış bireylerle ilgili toplumdaki efsaneleri, klişeleri, önyargıları deşifre edip yıkmakta etkili olabilirler. Özellikle bu bireyleri suçla bağlantılandıran vakalarda. Haberlerde kullanılan dil çok önemli” demiş.
İşte en azından bu nedenle Habertürk’ün tüm özürlülere bir “özür” borcu var.
Bir de bu hatasını yinelememe ödevi.(MS/EÜ)