Geçen yıl Ağustos ayında yapılan Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısında, bilindiği gibi ordunun üst komuta kademesi tamamıyla değiştirildi. Daha da önemlisi, 27 Mayıs 1960'dan sonra cumhuriyet tarihinin en büyük general tasfiyesi gerçekleştirildi. Ağustos 2003'te tam 55 general emekli edildi.
Bu operasyon, ordunun sistem üzerindeki ağırlığını azaltmaya yönelik en kapsamlı girişimdi. Bu hamlenin en önemli boyutunu ise hem mevcut iktidar hem de Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) küresel politikaları ile uyumlu bir komuta kademesi yaratmak oluşturuyordu. Nitekim, ABD yeni komuta kademesinden memnun olduğunu gizlemedi.
Ancak, yeni yapılanma Silahlı Kuvvetler içinde giderek derinleşen bir bölünmenin de başlamasına yol açtı. Ayrılıklar, kurumlara ve disipline, hiyerarşiye ve geleneklere sığmayınca "belgeler" birer birer basına sızdırılmaya başlandı.
Bu mücadelenin şimdiki dolayımı Kıbrıs. Genelkurmay ve Kuvvet Komutanlıkları'ndaki karargah subayları ile komuta kademesi arasındaki mücadelenin diğer alanlarını ise Kuzey Irak ve iktidarın "ılımlı islamizasyon" siyasetine karşı alınacak tutum oluşturuyor.
Dolayısıyla, sorun sadece silahlı Kuvvetler arasındaki bir görüş ayrılığı değil, Türkiye'deki geleneksel iktidar blokunun yeniden kurulmasıdır. Asıl çatışma, Batı desteğinde sürdürülen operasyonun çapı ve derinliğinden kaynaklanmaktadır. AKP bu konuda İstanbul büyük sermayesinin desteğini de almış görünüyor.
Ordunun bir kesimi, silahlı Kuvvetlerin sistem üzerindeki geleneksel etkinliğinin sürdürülmesini laikliğin bir teminatı olarak görüyor. Başta Genelkurmay Başkanı olmak üzere, komuta kademesinin bir bölümünü, siyasal İslamcı olarak gördükleri AKP hükümetine karşı yeterince etkin bir tutum almamakla ve "ulusal çıkarlar" konusunda "gerekli hassasiyeti" göstermemekle suçluyorlar.
Başka hesap!
Diğer taraftan; ABD, İslamcı kesimler ve bir kısım liberal tarafından "demokrat asker" olarak selamlanan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün ilginç bir hesabının olduğu düşünülebilir.
Bilindiği gibi Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer'in görev süresi 3 yıl sonra doluyor. AKP'nin Meclis'teki ezici çoğunluğu hatırlanırsa, üç yıl sonra Türkiye'de bir cumhurbaşkanlığı krizinin çıkması kaçınılmaz görünüyor.
İşte tam bu aşamada Orgeneral Özkök bütün taraflarca kabul edilebilir bir cumhurbaşkanı adayı profili vermeye çalışıyor. Özkök'ün üslubu ve bütün davranışları bu hesabı destekliyor.
Özkök, AKP hükümetiyle "uyum" içinde çalışmaya gayret ediyor. Örneğin; her siyasal ve idari kriz işaretinde Tayyip Erdoğan ile görüşüyor. Bu görüşmelerden çoğu kez sonuç da alıyor. Hükümet, ordunun bütünlük içinde tepki gösterdiği konularda hemen geri adım atıyor. Tansiyon düşüyor.
Buna karşılık Özkök, orduyu "anayasal çerçeve içinde" tutuyor. Basına sızan her belgeyi yalanlıyor. Hükümetin izlediği siyasetlere karşı açık bir tutum almıyor. En azından görüntüyü kurtarmaya çalışıyor.
Arkasına döndüğünde ise, Sezer'i örnek veriyor. Bilindiği gibi Sezer, kendisini cumhurbaşkanlığına taşıyan Ecevit ve 57. Hükümete karşı neredeyse seçildiği andan itibaren tutum almaktan kaçınmamıştı.
Denilebilir ki, Sezer kendisini seçen kuvvete karşı son dönemdeki en bağımsız cumhurbaşkanı oldu. Özkök, bir Sezer olabileceğini ve silah arkadaşlarının kırılan kalplerini yeniden kazanacağını umuyor.
Ama siyasette üç yıl çok uzun süredir. Ve fakat çare yok; Özkök, eğer cumhurbaşkanı olmak istiyorsa Meclis'ten yeterli oyu almak zorunda. Bu durumda AKP'nin desteği şart. Bu flört bıktıracak kadar uzadığı taktirde ne olur bilinmez!
Sonuç olarak, Türkiye'nin küresel düzen içindeki yerinin tayini ve geleneksel iktidar blokunun iç ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi sürecinde; tepede yaşanan kapışma ile bazı kişisel hesaplar iç içe geçmiş durumda. (MY/NM)