Görevi entelektüel değil siyasal iktidarın çıkarlarına hizmet edecek uzmanlar yetiştirmek olan Türkiye üniversiteleri, bir yandan bu anlayışın kumandası olan YÖK ile kısıtlanırken, şimdi de siyasal iktidarın çıkarlarından bağımsız düşünce ve görüş üreten, entelektüelleşmeye, özgürleşmeye, politikleşmeye çabalayan bireyleri "hizaya sokmak" amacıyla polis denetimine açılıyor.
İstanbul Üniversitesi'yle başlayan "önleme araması" uygulaması diğer üniversitelere de sıçrar ve kalıcı hâle gelirse, iç güvenliği sağlamaktan ziyade siyasal iktidarın sopası olarak görev yapan ve siyasal iktidarın tüm keyfi kararlarına açık olan polis, üniversite öğrencilerini özel bir duruma bağlı kalmadan arayabilecek, fişleyebilecek ve baskı altına alabilecek.
Türkiye'de üniversite
Üniversiteler, tarihte ilk ortaya çıktıkları andan beri toplumsal ve bilimsel dönüşümün en önemli taşıyıcıları olmuşlardır. Özellikle Batı'da modern üniversitelerin kurumsallaşması ve devrimci bir birim olarak baş gösteren burjuva kültürü, Aydınlanma Çağı'nın temel karakterini oluşturmuş, bir bilim yuvası olarak özgür üniversiteler "entelektüeller" yetiştirmiş ve bu entelektüeller gelecek çağlara yeni kapılar açacak olan düşünce akımlarını geliştirmişlerdir.
Ancak ne yazık ki ülkemizde üniversiteler böyle bir fonksiyona sahip değildir. Osmanlı döneminden beri kurulan eğitim kurumlarının ilk amacı, siyasal iktidarın ihtiyacı olan çeşitli disiplinlerden uzman kadroları yetiştirmek olmuştur. Siyasal iktidarın ihtiyaçlarını merkeze koyan bu bakış açısı bugün de aynen devam etmekle beraber, kapitalizme daha fazla eklemlenmeye çalışan günümüz Türkiye'sinde üniversiteler artık yönetici elitlerin ekonomi programlarının bir unsuru konumuna indirgenmiş ve yerel ticari birimler olarak algılanır hâle gelmiştir.
İktidar ve üniversite
YÖK'ün kaldırılmasıyla ilgili tonla vaatler veren mevcut siyasi iktidarın bu kurumu kendisi ele geçirdikten sonraki ikiyüzlü tavrı, YÖK konusunu artık tamamen unutmuş olması ve son dönemlerde basında sıkça yer alan, mevcut iktidar döneminde ataması yapılan "özgürlükçü" rektörlerin öğrenciler hakkındaki görüş ve icraatları, Türkiye'de bilim, sanat ve siyasal katılımın insanların zihnine profesyonel olarak aşılanması gereken yerler olan üniversitelerin ne kadar özgürleştiğiyle ilgili bazı ipuçlarını bize sunmaktadır.
Üniversitelerin özgürlüğüne vurulan bu son darbenin, ağzından "özgürlük" ve "demokrasi" kelimelerini hiç eksik etmeyen bir iktidar döneminde ortaya çıkması da ayrıca manidardır: Literatüre baktığımızda "plebisitçi demokrasi" kavramsallaştırması karşımıza çıkar. Rousseau'da halkın genel iradesinin toplanma yöntemlerinden biri olan plebisit, halkın taleplerini yansıttığını iddia eden bir despotun bireysel iktidarını kurması amacıyla çarpıtılmaya açık bir zayıflığa sahiptir. Bunun içindir ki tarihteki tüm despotik yönetimler, kendilerini demokratik ve özgürlükçü olarak tanıtabilmiş ve halkın iradesini arkasına aldıklarını, bu iradenin bir yansıtanı olduklarını iddia edebilmişlerdir. Türkiye'de sınırlı sayıdaki özgül örnekler dışında plebisit yöntemi uygulanmamakla birlikte plebisitçi demokrasi problematiği ile alakalı söylemler bize hiç de yabancı değil. Halk iradesi, millet iradesi, özgürleşme, demokratikleşme gibi söylemler hemen her gün mevcut siyasal iktidar ve yandaşlarından duymaya alıştığımız güzel söylemler; öte yandan icraatlar malum: Demokratik tepki veren öğrenci ve işçilere dayaklar, işkenceler, en ufak bir muhalefete bile gösterilen agresif tepkiler, günden güne çarpıtılan bir hukuk mekanizması... ve şimdi de zaten türlü eziyetlere maruz bırakılan öğrencilerin iyice canına okumak için polise tanınan bu "özgürlük"!
Özgürlük ve demokrasi söylemlerinin despotluğu gizlemek için kullanılması kapitalist dünyanın ve kapitalistleşmeye çalışan Türkiye'nin önündeki en önemli güncel sorunlardan biri olarak önümüzde durmaktadır. Üniversitelerdeki son durum, bu soruna ve Türkiye gençliğinin karşısına dikilen ciddi bir tehdide işaret etmektedir. Türkiye'de liberal olduğunu iddia eden bir kişinin bile bu tehdidi fark etmemesi veya fark ettiği hâlde siyasal iktidara bağlı bireysel çıkarları yüzünden dillendirmemesi de ayrı bir sorun oluşturmakla birlikte, bu durum Türkiye'de gerçek bir liberal olmadığının da göstergesidir.
Ne diyorduk? Evet, ne güzel demokratikleşiyoruz, değil mi? (ABK/EK)