Diyarbakır’da bir araya gelen DBP’li belediye başkanları adına konuşan Ahmet Türk’ün özyönetimden söz etmesi, bitmez tükenmez bölünme endişelerini yeniden depreştirdi.
Özerklik söz konusu olduğunda takınılan geleneksel tavır yine ortaya çıktı. Bir yandan “Kürtler ne istiyorlarsa açık açık söylesinler de bilelim” denirken, öte yandan söylediklerine inanılmıyor.
Oysa Ahmet Türk çok açık konuşuyor; "Bilindiği gibi Kürtler, 'Ne istiyorsunuz?' sorusuna 'Özerklik', 'Özyönetim' cevabını vermektedir” diyor, “Kürt meselesi yüzde 90 yerel yönetimler sorunudur tespiti ve statüsüz bir çözümün olmayacağı gerçeği orta yerde durmaktadır” diyor, “Kürt meselesinden ayrı olarak yerinden yönetim bu ülke için acil bir ihtiyaçtır. Hele son dönemlerde artan tek kişilik yönetim hevesi bunu zorunlu kılmaktadır” diyor, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konan çekincelerin kaldırılmasını istiyor.
Ahmet Türk daha önce de, "Kürtlerin talebi birlikte yaşamaya ve güzelleştirmeye yöneliktir. Eşit, özgür bir birliktelik anlayışıdır. Demokratik özerklik, bir bölünme değil, ayrışma değil, tam tersine halkların birbirine saygı gösterdiği ve birbirinin haklarına riayet ettiği ortak bir gelecektir" demişti.
Mesaj çok net; 1) Kürtlerin ayrılmak istemediğini, 2) Fakat eşitliğin sağlanması için kendini yönetme hakkını zorunlu gördüklerini, 3) Bunun zaten sadece Kürtler için değil, Türkiye’nin geneli için gerekli olduğunu söylüyorlar.
Yine de bu açıklamaların yeterli olmayacağı belli. Türkiye’de insanlar alışkın olmadıkları kavramlara hep kuşkuyla bakarlar. Buna kendi dışındaki dünyadan kopukluklarının yol açtığını sanıyorum. “Türkiye’de olağan olan bütün dünya için de olağandır” gibi bir düşünce tarzı yaygın. Her tartışmada kendinden emin bir tavırla “dünyanın her yerinde” ve “dünyanın hiçbir yerinde” diye başlayan cümlelerin kurulması da bununla ilgili olmalı.
Oysa dünyanın bazı yerlerinde daha farklı düşünülebiliyor. Söz gelimi, özerklik bu ülkedeki kadar korkutucu bir kavram olmayabiliyor. Yerinden yönetim ilkesi kimi zaman etnik gerilimleri gidermek için, kimi zaman kamu hizmetlerinin verilebilmesi için, kimi zaman da yetkilerin ve sorumlulukların dağıtılabilmesi için kullanılabiliyor.
Belki de dünyadaki uygulamalara bakmak ve mevcut uygulamalardan hareketle konuyu anlamaya çalışmak daha doğru olacak.
Önce uyum sağlayacağımıza ilişkin kararlılığımızı sıklıkla beyan ettiğimiz Avrupa Birliği ülkelerine bakalım. Gerçi birliğin “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nı neredeyse her maddesine çekince koyarak kabul ettik ama yine de ilke olarak reddetmiş sayılmayız. Bu anlamda Avrupa Birliği üyesi ülkelerin hepsinde kent yönetimleri özerktir. Yerel birimler merkezden atanan memurlar tarafından değil, yerel halkın seçtiği yöneticiler tarafından yönetilir. Ayrıca, bunun ötesinde özerk yapılar oluşturmak da mümkündür.
Avrupa Birliği, üye ülkelerin üniter, federatif veya özerk bölgelere dayalı olması konusunda bir tercih yapmıyor. Aslında birliğin sosyal politikaları, merkezi bütçesinin harcamaları büyük ölçüde bölge esasına göre belirleniyor ve ülkelerin istatistiki bölgelere göre sınıflandırılması isteniyor ama bölgelerin idari yapıları ve merkezle ilişkileri ülkelerin kendileri tarafından düzenleniyor.
Bu durumda Avrupa’da her türlü idari yapı ile karşılaşmak mümkün. Yine de genel olarak, özellikle belli bir nüfus büyüklüğüne ve coğrafi genişliğe sahip ülkelerin ister federal ister özerk bölge şeklinde olsun, daha ademi merkeziyetçi sistemlerle yönetildiği görülüyor.
Önce Avrupa’nın büyük ülkelerine göz atalım. En kalabalık ülke olan Almanya, etnik farklılıklar taşımadığı halde 16 eyaletten oluşan bir federal devlet. Bizim İngiltere diye adlandırmakta ısrar ettiğimiz Britanya, etnik farklılıklara ve gerilimlere sahip dört büyük özerk parçadan ve bazı küçük bölgelerden oluşan bir krallık. Fransa ve İtalya resmi olarak üniter, fakat bölgelere ayrılmış ve bölge yöneticilerinin tamamı yerel halk tarafından seçilmiş ülkeler. Bu ülkelerde ayrıca yasal olarak da özerk olduğu belirtilen ve yasa yapma yetkisi olan bölgeler mevcut. İspanya da resmi olarak üniter ancak bütün bölgeleri çok geniş özerkliğe sahip olan bir ülke. Bu ülkelerin hepsinde, özerk bölgelerin bazıları etnik farklılıklar içerirken, bazıları farklılık taşımadan özerk statüye sahip.
Avrupa’nın en büyük ülkesi Rusya çok sayıda federe devlet ve özerk bölgeye sahip bir federasyon. Yine büyük ülkelerden Ukrayna, halen siyasal çalkantılara göre özerk bölgeler oluşturan, özerklikleri kaldıran ve yeniden koyan bir ülke durumunda.
Avrupa’nın küçük ülkelerinden de Avusturya, Belçika, İsviçre ve Bosna-Hersek federal devletlere sahip. Bunların Avusturya dışındakileri etnik olarak homojen değil.
Sayılanlar dışında kimi Avrupa ülkeleri de, genel olarak üniter yapıya sahip olmakla birlikte bazı bölgeleri özerk olarak tanımlanmış ülkelerdir. Bunlar arasında Hollanda, Danimarka, Finlandiya, Portekiz, Sırbistan, Moldova, Azerbaycan ve Gürcistan sayılabilir. Özerk bölgeler bu ülkelerin bazılarında deniz aşırı topraklarda, bazılarında da anakaradadır.
Federal devlet tipi Amerika kıtasında da yaygındır. Kıtanın en büyük devletleri olan Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Brezilya, Arjantin, Meksika, Venezuela federal devletlerdir. Şili, Bolivya, Nikaragua, Panama ve bazı Karayip adalarında özerk bölgeler vardır.
Asya’da Hindistan, Pakistan, Malezya, Nepal ve Birleşik Arap Emirlikleri federal devlet statüsündedir. Çin, Endonezya, Filipinler, Özbekistan, Tacikistan, Burma, Irak gibi ülkelerde özerk bölgeler bulunmaktadır.
Avustralya federal bir devlettir. Yeni Zelanda’da bazı adalar özerk bölge statüsündedir.
Afrika’da üniter devletler yaygındır. Bu kıtada Nijerya, Etyopya, Sudan ve Güney Sudan federal devletlerdir. Tanzanya ve Kongo özerk bölgelere sahiptir.
Konuya bir de devletlerin büyüklüklerini dikkate alarak bakmakta yarar olabilir. Dünyadaki küçük devletlerin tamamına yakını özerk bölge içermeyen üniter yapılara sahiptir. Küçük ülkelerin yönetimde kolaylık ya da kamu hizmetlerinin ulaştırılması gibi gerekçelerle ademi merkeziyetçi uygulamalara gitmesi gerekmediği gibi, etnik farklılıklara sahip olma olasılığı da düşüktür.
Buna karşılık her iki gerekçe de büyük ülkeler için geçerlidir. Büyüklük tanımlarına göre birkaç örnek verilebilir.
Dünyada yüzölçümü en büyük on ülkeden yedisinde (Rusya, ABD, Kanada, Brezilya, Avustralya, Hindistan, Arjantin) federe devletler, birinde (Çin) özerk bölgeler varken, ikisi (Kazakistan, Cezayir) üniter yapıya sahiptir.
Dünyada nüfusu en fazla on ülkeden altısında (Hindistan, ABD, Brezilya, Pakistan, Nijerya, Rusya) federe devletler, ikisinde (Çin, Endonezya) özerk bölgeler varken, biri (Bangladeş) üniter yapıya sahiptir.
Dünyada gayrısafi yurtiçi hasılası en yüksek on ülkeden beşinde (ABD, Almanya, Brezilya, Rusya, Hindistan) federe devletler, dördünde (Çin, Fransa, Britanya, İtalya) özerk bölgeler varken, biri (Japonya) üniter yapıya sahiptir.
Bunlar öncelikle ülkelerin yüzölçümü genişledikçe, nüfusu arttıkça ve ekonomisi büyüdükçe işlerin merkezden yürütülmesinin zorlaştığını, ademi merkeziyetçi uygulamaların daha çok gerektiğini gösteriyor. Nitekim bu ülkelerin bir kısmında farklı etnik gruplar vardır ama bir çoğunda ya yoktur ya da güçlü değildir. Yine de bir yönetim tercihi olarak merkeziyetçilikten uzak, bölgelere dayalı yöntemler seçilmiştir.
Elbette bu saptama ülke yönetimini bir ‘işletmecilik’ sorunu gibi ele almayı ve o doğrultuda çözüm aramayı gerektirmez. Türkiye’de ciddi bir etnik sorun vardır ve o sorunun taraflarından Kürtler merkeziyetçiliğin sona ermesini talep etmektedirler. Yerel yönetimlerin özerkliği esas olarak bu nedenle zorunludur.
Bununla birlikte, güçlü yerel yönetimlerin, özerk bölgelerin sadece Doğu ve Güneydoğu’da değil ülkenin her yerinde kurulması kamu hizmetleri, yatırım kararları, kalkınma politikaları açısından da yararlı olacaktır. Sürekli şikayet edilen merkezi bürokrasiden, otoriter yönetim anlayışından kurtulmanın tek yolu da budur. Bölünme endişesini atlatabilen şehirler konuya bu açıdan bakacaktır. İzmirliler, ay çekirdeğine çiğdem demenin ötesine geçerek, kendi şehirleri için kendileri politika belirleyebileceklerdir.
Türkiye bu sorunu 19. yüzyılda da tartışmıştı. Ademi merkeziyetçi politikaları savunanlar hain ilan edildi ve o zamandan beri merkeziyetçilikte karar kılındı. Sonucun başarılı olduğu pek söylenemez. Bu günlerde devlet katında İttihatçı tavırlar giderek güçleniyor. Oysa konuyu dünyanın birçok ülkesi gibi, telaşlanmadan, bağırıp çağırmadan, dikkatle tartışmanın zamanıdır. (BD/HK)