Halkla ilişkilerin ilk uygulamalarıyla birlikte kurulmuş olan halkla ilişkiler ve gazetecilik ilişkisi, günümüze kadar önemini koruyan, birbirinden ayrılmaz, "simbiyotik" bir ilişki haline gelmiştir.
Modern anlamda halkla ilişkilerin ilk uygulamacısı olan Ivy Lee (1916) halkla ilişkileri, doğrulukla ve açıkça basına ve halka doğru enformasyonu sağlamak, halkla ilişkiler uzmanlarını ise basın bültenleri ve basın gezileri aracılığıyla halka bilgi ulaştıran kişiler olarak tanımlamıştır. Günümüzde halkla ilişkiler uzmanları, sadece medyayla değil birçok farklı paydaşla ilişki kuran ve bu ilişkiyi yöneten kişiler haline gelse de, medyadaki yüksek görünürlüğü en büyük iletişim başarısı olarak gören "müşterilerin" ve reklam gelirleriyle ayakta durabilen medya sektörünün varlığı, halkla ilişkiler uzmanları ve gazeteciler arasındaki ilişkiyi "mecburi" kılmaktadır.
Halkla ilişkiler ve medya ilişkisini tanımlamak üzere en yaygın olarak kullanılan kavramlar "haber yönetimi" ve "medya yönetimi"dir. Haber yönetimi (news management), stratejik hedefleri gerçekleştirmek üzere mesajları haber etkileşimi yoluyla aktarmak olarak tanımlanmaktadır (Pfetsch 1999:2). Başka bir tanımlaması ise, kişilerin ve kurumların medyaya giden bilgi akışını kontrol etme ve "gündem yaratma" çabaları şeklindedir (McNair 2009:23).
Gazeteciler ile halkla ilişkiler uzmanları arasındaki ilişki, bugüne kadar birçok farklı araştırmaya konu olmuş, her iki mesleğin uygulayıcılarının birbirleri hakkındaki görüşleri incelenmiştir. Bu çalışmalar temel olarak, gazeteciler ile halkla ilişkiler uzmanları arasında nefretle başlayan ilişkinin giderek karşılıklı fayda ilişkisine evrildiğini göstermektedir. DeLorme ve Fedler'in (2002:1-4) halkla ilişkiler uzmanları ve gazetecilerin birbirleri hakkındaki görüşlerini derlediği çalışmaya göre; gazeteciler halkla ilişkiler uzmanlarını etik dışı hareket etmekle, manipülatif, aldatıcı ve tek taraflı olmakla suçlamaktadır.
Halkla ilişkiler uzmanları için propagandacı, döngü uzmanı (spin doctor), tanıtım hastası gibi tanımlamalar kullanmakta ve kamu yararından ziyade kendi özel çıkarlarını önemsediklerini öne sürmektedirler. Halkla ilişkiler uzmanları ise gazetecileri, dar görüşlü ve kendilerini her zaman haklı çıkartan bir bakış açısına sahip olmakla suçlamakta, gazetecilerin halkla ilişkiler hakkında çok az şey bildiklerini savunmaktadırlar.
Günümüzde halkla ilişkiler uzmanları ile gazeteciler arasındaki ilişkiye baktığımızda geçmişteki kadar ağır suçlamaların olmadığını ve ilişkinin karşılıklı fayda ilkesine dayanan simbiyotik bir ilişki modeline doğru evrildiğini görüyoruz.
Kamuoyunu bilgilendirme ve basın danışmanlığı işlerini yürütmek olarak başlayan halkla ilişkilerin, giderek işlev ve sorumluluklarını artırması ve pek çok alana yayılan geniş bir iletişim sürecini yönetir hale gelmesi halkla ilişkiler sektörünün gazeteciler nezdindeki itibarını da artırmıştır. Diğer taraftan, medya sektöründeki ekonomik zorluklarla birlikte medya çalışanları sayısındaki azalma ve araştırma gazeteciliğinin giderek daralması, gazetecilerin hazır kaynaklara yönelmesine neden olmuş, gazetecilerin halkla ilişkiler uzmanlarından daha fazla beslenmelerine yol açmıştır. Bu etkenlerle birlikte, halkla ilişkiler uzmanları ve gazeteciler arasındaki ilişki karşılıklı nefret ve haset ilişkisinden her iki tarafın da faydasına dayanan simbiyotik bir ilişkiye dönüşmüştür.
Halkla ilişkiler uzmanları ile gazeteciler arasındaki ilişkiyi tanımlamak üzere en çok kullanılan modeller; Belirleme Tezi (Determination Hypotheses), Bağımlılık Tezi (Dependency Hypotheses) ve Karşılıklı Bağımlılık Modeli'dir (Intereffication Model). Halkla ilişkiler sektörünün medyaya bağımlılığını tanımlayan "Bağımlılık Tezi"; Defleur, Ball ve Rokeach tarafından (1976) geliştirilen Medya Sistemleri Bağımlılık Kuramı'nın (Media System Dependency Theory) halkla ilişkiler cephesinden yorumlanmasıyla ortaya çıkmıştır. Bağımlılık Tezi'ne göre, halkla İlişkiler uzmanları medyanın belirlediği gündeme uyar, o gündem çerçevesinde hareket eder ve dolaylı olarak medya tarafından yönlendirilir.
Halkla ilişkilerin medya üzerindeki etkisi: Belirleme Tezi
Alman Barbara Baerns tarafından ortaya atılan Belirleme Tezi'ne (determination hypotheses) göre; halkla ilişkiler, medyada yayınlanan haberleri konu ve zamanlama bakımından kontrol altında tutmaktadır (Baerns 1992:137; aktaran Okay 2010:49). Baerns bu tezini, çok sayıda ampirik araştırmaya dayandırarak ortaya atmıştır. Haber içeriği üzerinde halkla ilişkiler faaliyetlerinin ne derece etkili olduğuna yönelik bir çok çalışma bulunmaktadır (Cameron 1997; Turk 1991; Schiller 1993; McNair 2002).
Gazetecilerin halkla ilişkiler kaynaklı haberlere ne kadar bağımlı olduğuna ilişkin yapılan ilk araştırma çalışmalarından biri, Leon Sigal tarafından ABD'de yürütülmüştür. Washington Post ve New York Times gazetelerindeki 1146 haberin kaynağına göre sınıflandırıldığı araştırmada, haberlerin yüzde 50'sinin basın bültenleri, basın konferansları, resmi açıklamalar gibi rutin kaynaklardan geldiği, %16'sının brifingler, haber sızdırmaları (leaks) ve toplantılar gibi resmi olmayan kanallardan elde edildiği, yüzde 26'sının aktif olarak gazetecilerin araştırması, röportajları ve kendi analizleri sonucunda ortaya çıktığı sonucuna ulaşılmıştır. Milwaukee (1963) tarafından yapılan başka bir araştırma ise, gazete haberlerinin yüzde 45'inin, radyo ve televizyon haberlerinin ise yüzde15'inin halkla ilişkiler kaynaklı olduğunu göstermektedir. Judy VanSlyke Turk'un (1986) ABD'de yürüttüğü bir araştırma da Milwaukee'nin araştırma sonucunu doğrulamaktadır. Halkla ilişkiler ajansları tarafından gazetecilere ulaştırılan basın bültenlerinin %48'i haber olarak yayımlanmaktadır (Macnamara 2005:4-5).
Tüm bu ampirik araştırmalar, halkla ilişkilerin medya içeriğini belirlediğini destekler niteliktedir. Fakat Belirmele Tezi'nin ortaya koyduğu yaklaşımın, gazeteciliğin halkla ilişkiler tarafından güçlü bir şekilde etkilenmesinden mi, yoksa gerçekten de gazeteciliğin halkla ilişkiler tarafından yönlendirildiğinden mi yola çıktığı henüz tam olarak saptanamamıştır (Hoffjann 2001:175; aktaran Okay 2010:50).
Gazetecilerin halkla ilişkiler kaynaklı haberleri yayımlama motivasyonuna ilişkin farklı görüşler bulunmaktadır. Bu görüşlerden biri, gazetecilerin haber yapma sürelerinin azalması ve medya sektörünün giderek çalışılması ağır bir sektör haline gelmesi nedeniyle gazetecilerin hazır haber kaynaklarına yöneldiğini söylemektedir. Bunun yanında, gazetecilerin halkla ilişkiler kaynaklı haberleri yayımlamak "mecburiyeti" taşıdığına dair görüşler de yer almaktadır. Bu mecburiyetin kaynağını, Edward S. Herman ve Noam Chomsky'nin "Rızanın İmalatı: Kitle Medyasının Ekonomi Politiği" adlı kitaplarında (2006) ele aldıkları Propaganda Modeli ile açıklayabiliriz.
Herman ve Chomsky'e göre (2006: 31-62), medya bazı yapısal "süzgeçlere" sahiptir. Haberler bu yapısal süzgeçlerden geçtikten sonra izleyicilere sunulur. Bu süzgeçler neyin haber değeri taşıyıp taşımadığını belirlemektedir. Gazeteciler, muhabirler, köşe yazarları ve diğer medya profesyonelleri mesleki değerlere ne kadar önem veren ve objektif gazetecilik yaptığına inanan insanlar olsa da, bu süzgeçler gazetecilerin "seçiciliğini" otomatik bir refleks haline getirir. Herman ve Chomsky süzgeçlerden oluşan bu yapısal analizi "Propaganda Modeli" olarak adlandırmaktadırlar.
Propaganda Modeli'ndeki süzgeçlerden ilk üçü gazetecilerin halkla ilişkiler kaynaklı haberlere yönelme "mecburiyeti"ni anlamak üzere ipucu vermektedir. Bu süzgeçlerden birincisi, medya şirketlerinin büyüklüğü, tekelci yapısı ve kâr yönelimli olmasının haber üretiminde etkili olduğunu söylemektedir. Günümüzde, geniş kitlelere ulaşabilen bir medya organına sahip olmak önemli ölçüde yatırım gerektirmektedir. Bu yatırım da, medya organlarının şirketleşmesi, hatta holdingleşmesi ile sağlanabilmekte ve medya şirketlerinin her şeyden önce "kâr odaklı" bir tutum içine girmesi ile mümkün olabilmektedir. Medya şirketleri profesyonel yöneticiler tarafından yönetilmekte, hisse senetleri de çoğunlukla borsada işlem görmektedir. Medya şirketlerinin hisse senedi alıcıları da genellikle diğer özel sektör kuruluşlarıdır. Dolayısıyla medya yöneticileri özel sektör kuruluşları ile iyi ilişkiler geliştirmek ve bu ilişkileri sürekli beslemek durumundadır. Özel sektör kuruluşlarına hizmet veren halkla ilişkiler ajansları ve profesyonelleri de "iyi ilişki geliştirme ve besleme" sürecini iyi değerlendirmekte ve hizmet verdikleri kuruluşlar hakkında "fazla sayıda olumlu haber" yayınlatmayı garantilemektedirler.
Propaganda Modeli'nin ikinci süzgeci medyanın temel gelir kaynağının reklamlar olduğunu söylemekte ve kitle medyasının ancak reklam gelirleriyle yaşayabildiğine dikkat çekmektedir. Bu durum reklam veren özel sektör kuruluşlarını "medyanın patronları" haline dönüştürmektedir. Dolayısıyla, halkla ilişkiler doğrudan bir reklamcılık faaliyeti olmasa da, reklam gelirleriyle yaşatılan medya organını ikna süreci "patronlar" sayesinde kolaylaşmaktadır.
Üçüncü süzgece göre, medyanın haber kaynakları çoğunlukla iktidar yapıları ve bu iktidar yapılarına hizmet eden "uzmanlar"dır. Medya organları kendilerine düzenli olarak haber akışı sağlayacak bu "uzmanlar"a ihtiyaç duyar. Herman ve Chomsky burada, iş dünyasına ve hükümete hizmet veren halkla ilişkiler uzmanlarından bahsetmektedir. Dünyanın çoğu yerinde medya, haber ihtiyacını karşılamak için hükümetlerin düzenli basın açıklamalarında, önemli bakanlıklarda, üst düzey askeri kurumlarda, iş dünyasının çatı örgütlerinde muhabir bulundururlar. Bu muhabirler de doğrudan halkla ilişkiler uzmanları ve basın sözcüleri ile ilişki halinde olmakta ve onların haber kaynaklarından yararlanmaktadır.
Bugüne kadar yapılan ampirik araştırmalar ve Herman ve Chomsky'nin Propaganda Modeli'ni birleştirdiğimizde, halkla ilişkilerin medya üzerindeki etkisinin gerekçelerini ortaya koyabiliyoruz. Dolayısıyla halkla ilişkiler sektörü ne kadar medyaya muhtaçsa, medya da aynı şekilde halkla ilişkiler uzmanlarına ihtiyaç duymaktadır. Bu karşılıklı "çıkar" ilişkisi, Günter Bentele'nin Karşılıklı Bağımlılık Modeli'nde ele alınmaktadır.
Ne onunla ne de onsuz: Karşılıklı Bağımlılık Modeli
Alman Günter Bentele (1997) tarafından ortaya atılan Karşılıklı Bağımlılık Modeli (Intereffication Model) Bağımlılık ve Belirleme Tezlerinden farklı olarak, hem halkla ilişkilerin hem de gazeteciliğin birbirine bağımlı olduğunu vurgulamaktadır.
Bentele, gazetecilik ve halkla ilişkiler arasındaki ilişkiyi simetrik bir ilişki olarak ele almaktadır, yani gazeteciliğin halkla ilişkiler tarafından determine edildiğini reddetmektedir ve onun yerine karşılıklı bir etkileşimi esas almaktadır (Bentele 2004; aktaran Okay 2010: 52).
Karşılıklı Bağımlılık Modeli, 1996-1997 yıllarında iki Alman şehri Leipzig ve Halle'de yürütülen halkla ilişkiler faaliyetlerinin analizine dayanan bir araştırma projesi sonucunda geliştirilmiştir. Belirleme Tezi'nin tersine Karşılıklı Bağımlılık Modeli gazetecilik ile halkla ilişkiler arasındaki ilişkiyi karşılıklı bağlanmışlık (interconnectedness) olarak açıklamaktadır. Bentele bu modeli tanımlarken, gazeteciler ve halkla ilişkiler uzmanları arasındaki ilişkiyi iki taraflı etkiye (mutual influence) dayalı karmaşık bir ilişki olarak olarak tanımlamış ve karşılıklı bağımlılık üzerinde (mutual dependence) durmuştur. Ne gazeteciliğin ne de halkla ilişkilerin birbirinden ayrı var olamayacağını, ancak birarada işlevlerini sürdürebileceklerini söylemektedir (Bentele ve Nothhaft 2007; aktaran Wehmeier 2010:1).
Bentele'ye göre (2004:68) halkla ilişkiler ile gazetecilik arasındaki etkileşim temel olarak üç boyutta gerçekleşmektedir:
a. Konu Boyutu: Halkla ilişkiler uzmanlarının gazetecilere gönderdiği konuların haber değerine sahip veya gündemi ilgilendiren konular olması durumunda gazetecilerin bu malzemeyi kullanması.
b. Zaman boyutu: Halkla ilişkiler uzmanlarının gazeteciliğin akışı sırasındaki zamanlamayı dikkate alması, örneğin gazetenin baskı saatlerini veya gazetecilerin çalışma saatlerini bilip ona göre davranması. Bu nedenle gazetecilerin de zamanlamaya uygun olan malzemeden yararlanması.
c. Ruhsal-sosyal boyut: Bu boyuta halkla ilişkiler ve medya iletişimcileri arasındaki kişisel ve kurumsal sosyal ilişkiler dahil olmaktadır. Her iki sosyal sistem-örneğin gazete redaksiyonları ve bir kuruluşun organizasyon yapısı birbirlerini karşılıklı olarak etkilemektedir. Gazeteciler ile halkla ilişkiler uzmanları arasındaki kişisel ilişkiler de bu gruba dahildir. (Bentele 2004:68; aktaran Okay 2010: 52)
Bentele'nin tanımladığı bu üç etkileşim boyutunu, gazeteciler ve halkla ilişkiler uzmanlarıyla yapılan görüşmelerin analizine dayanan araştırma çalışmaları da ortaya koymaktadır.
Larsake Larsson'un İsveç'te 64 gazeteci ve halkla ilişkiler uzmanı ile yaptığı derinlemesine görüşmelerden elde ettiği sonuçlar, gazeteciler ve halkla ilişkiler uzmanları arasında bir nevi "aşk-nefret" ilişkisi olduğunu ortaya koymaktadır (Larsson 2009:136).
Larsson'un halkla ilişkiler uzmanlarıyla yaptığı görüşmeler, Bentele'nin gazeticiler ve halkla ilişkiler uzmanları arasındaki ruhsal-sosyal boyutta ve konu boyutunda gerçekleşen etkileşimi ortaya çıkartmaktadır:
"Gazetecilerle çeşitli yollar vasıtasıyla iletişim kurarım. Bu bazen hergün e-mail göndermek şeklinde olduğu gibi bazen de birlikte öğle yemeği yemek şeklinde de olabilir. Gazeteci ile iyi ilişki kurmanın birincil şartı doğru kişiyi seçmektir. Hangi gazetecinin hangi konu hakkında yazdığını, hangi sorular etrafında haberini şekillendirdiğini anlayabilmek üzere çoğunlukla gazeteci analizi yaparım" (Halkla İlişkiler Uzmanı; aktaran Larsson 2009: 138).
Marketing Türkiye dergisinin orta ölçekli bir halkla ilişkiler ajansında çalışan biriyle yaptığı röportaj, Türkiye'de gazeteciler ile halkla ilişkiler uzmanları arasındaki ilişkinin "karşılıklı çıkar" boyutunu göstermektedir:
"Benim görevim masama oturduğum andan itibaren, müşterilerim için yazdığım herhangi bir bültenin gazetecilere ulaşıp ulaşmadığını, ardından da kullanıp kullanmayacaklarını öğrenmek. Bu nedenle günde ortalama 100 gazeteciyi ararım. Müdürü, editörü, muhabiri, stajyeri, hatta grafikeri bile. Çoğu zaman gazetecilerden fırça yerim; 'Aldık bülteni. Neden sürekli arıyorsunuz? Neden aynı bülteni 10 kez yolluyorsunuz?'. Takdir ederseniz ki bayılmıyorum bu işi yapmaya... Ajans kurup kendilerini halkla ilişkiler sektörünün duayeni zannedenlerin hepsinin işi gücü, müşteriye ve gazetecilere yalakalık yapmak, reklam kokusunu alan yayın organlarının reklam departmanlarıyla kol kola girip çalışmaktan ibaret. Gazetecileri bol bol lüks gezilere götürüp, ardından da isteklerini bir bir sıralamak...Etik kurallar dediğiniz şeyler bu sektörün koridorlarından çoktan silinmiş..." (Marketing Türkiye 2009, Sayı:177).
The Guardian gazetesinde çalışan Julia Hobsbawn ise, gazetecilerin giderek halkla ilişkiler uzmanları ile işbirliği içerisine girdiklerini, bunun arkasındaki en önemli faktörün de gazetecilerin zaman baskısı altında çalışma mecburiyeti olduğunu söylemektedir:
"Yarım saat içerisinde bir hikaye kurgulamak zorunda olan bir gazeteci için, halkla ilişkiler uzmanından gelen bilgiler, şekiller ve olay anlatımları hayat kurtarıcı olur. Araştırmacı gazeteciliğin pahalı ve zor olduğu günümüz şartlarında, "basın bülteninden kopyala-yapıştır gazeteciliği"(copy-and-paste-a-press-release journalism) çok daha fazla tercih edilir hale geldi" (Hobsbawn 2003).
Gazeteciler ve halkla ilişkiler uzmanları arasındaki ilişkiyi simetrik iletişim ve karşılıklı fayda esasına dayandıran Karşılıklı Bağımlılık Modeli, Bağımlılık ve Belirleme Tezi'ne göre günümüzün halkla ilişkiler-medya ilişkisini daha iyi yansıtan bir model görünümündedir. Fakat halkla ilişkiler ile gazetecilik arasındaki ilişki sadece bu iki mesleğin uygulayıcılarına değil, bir dizi başka yapısal faktörlere göre ve ülkeden ülkeye değişiklik göstermektedir. Medya sahiplik yapısı, medyanın rolü ve işlevi, her iki mesleğin etik sınırlarını belirleyen diğer yapısal faktörler bu üç ilişki modelinin de uygulamalarıyla karşılaşmamızı sağlamaktadır.
Sonuç
Gazeteciler ve halkla ilişkiler uzmanları arasındaki ilişkinin bundan 50 yıl öncesindeki gibi olmadığı, artık ilişkilerin simetrik bir hale ve karşılıklı fayda üretiminin önemsendiği bir noktaya geldiğini görüyoruz. Fakat bu durum, her gazetecinin ve her halkla ilişkiler uzmanının etik ilkeler çerçevesinde hareket ettiği anlamına gelmemektedir. Avrupa ve ABD'de gazetecilik ve halkla ilişkiler mesleklerinin etik sınırlarını çizen mesleki kurallar daha fazla uygulama şansı bulsa da, Türkiye'de halen gazeteciler ile halkla ilişkiler uzmanlarının ilişkisi etik sorgulamalardan uzak bir seviyededir.
Bu noktada sorulması gereken sorulardan biri de, halkla ilişkiler uzmanlarının medya ilişkilerinde etik ilkeleri gözetmesini sağlayacak unsurların neler olabileceğidir. Uluslararası düzeyde International Public Relations Association (IPRA), Public Relations Society of America (PRSA), Türkiye'de ise Türkiye Halkla İlişkiler Derneği (TÜHİD) gibi kuruluşların oluşturduğu mesleki etik ilkeler çerçevesinde ilişkilerin yürütülmesi büyük önem taşımaktadır. Fakat bu tür sivil kuruluşlar dışında, halkla ilişkiler uzmanlarının hizmet verdiği özel sektör kuruluşları, kamu kuruluşları ve diğer "müşteriler"in halka ilişkiler uzmanının medya yönetimi faaliyetinden beklentisi ve gözettiği başarı kriterleri de etik sınırları belirlemede kilit bir öneme sahiptir. Dünyanın önde gelen halkla ilişkiler danışmanlarından birisi olan Craig Miyamoto, halkla ilişkiler mesleğinin etik sınırları konusuna şöyle bir açıklama getirmektedir:
"Halkla ilişkiler profesyonellerinin üç boyutlu bir avukatlık problemi vardır. Danışmanlar olarak şüphesiz ki çalıştıgımız organizasyon, kurum ya da konuyla ilgili her şeyi bilmek zorundayız. Aksi takdirde sorumluluklarımızı yerine getirmemiz mümkün değildir. Ancak her ne kadar etik açıdan açık ve şeffaf olmak istesek de müşterimize olan sadakat ilkesi gereği, bu bilgileri gizli tutmalıyız. Öte yandan gerek meslek ahlâkımız, gerekse kurumların toplumla olan ilişkileri nedeniyle işimizi kaybetmek ya da birilerine zararı dokunması pahasına gerçekleri halkın gözleri önüne sermek gibi bir sorumluluğumuz da vardır. O halde şöyle bir soru ile karşılaşıyoruz; geçilmemesi gereken etik çizgisi nedir? Bir halkla ilişkiler uzmanı için kendisini ve çalıştığı kurumu bile feda etmesi gereken toplumsal iyi hangi noktada başlıyor? Bu çizgi nasıl belirlenecek? Böyle bir çizgi varsa onu geçtiğimizi nasıl anlayacağız?" (Miyamoto 1996:4)
Halkla ilişkiler uzmanlarının karşılaştığı bu etik ikilemi gazetecilik ve halkla ilişkiler arasındaki ilişki açısından ele alırsak, etik çizgiyi belirleyecek olan taraflardan biri, kuşkusuz ki "müşteriler"dir. Günümüzde "müşteriler"in halkla ilişkiler uzmanlarından en büyük beklentisi kurumunun medyadaki görünürlüğünü ne oranda sağlayabildiği ile ilgilidir.
Halkla ilişkiler uzmanın ikna süreci ilk önce gazeteciyle başlar, öncelikle gazetecinin, editörün vb. "eşik bekçileri"nin ikna edilmesi için çabalar.
Haber olma ve medyada görünürlük sağlamayı garantileyen halkla ilişkiler uzmanının bir sonraki ikna basamağında ise "müşteri" bulunmaktadır.
Günümüzde şirketlerin halkla ilişkiler uzmanlarından en büyük beklentisi medyadaki görünürlüğün niceliğidir.
Peki medyada fazla görünür olmak, halkla ilişkilerin en önemli ikna aşaması olan "kamuyu ikna" sürecine ne kadar katkı sağlamaktadır?
Şirketler medyada görünürlüğünü, sütun-santim ya da saniye ile ölçülen bir niceliksel kriter olarak değil, haberin yayımlandığı mecranın ve de hedef kitleye ulaşmak üzere hazırlanan materyalin niteliğini kriter olarak belirlediğinde, halkla ilişkiler ve medya ilişkisinde uzmanlığın önemi ve mesleki etik ilkelerin uygulanabilirliği de artacaktır.
Meltem Gökmen, Galatasaray Üniversitesi, Stratejik İletişim Yönetimi Yüksek Lisans Programı
Kaynakça:
* Chomsky Noam, Herman S. Edward, "Rızanın İmalatı: Kitle Medyasının Ekonomi Politiği", Aram Yayınları, İstanbul, 2006
* Delorme E. Denise, Fedler Fred, "Journalists' Hostility Toward Public Relations: An Historical Analysis", Public Relations Review 29, 2003
* Işık Metin, "Kitle İletişim Teorilerine Giriş", Eğitim Kitabevi, Konya, 2008
* Larsson Larsåke, "PR and The Media: A Collaborative Relationship?", Nordicom Review 30, 2009
* MacNamara Jim, "The Impact of PR on the Media", 2005
* MacNamara Jim, "Journalism and PR: Beyond Myths and Stereotypes to Transparency and Management İn The Public Interest", 2008
* McNair Brian, "News and Journalism in the UK", 5th ed., Routledge, New York, 2009
* Miyamoto Craig, "Challenges We Just Can't Ignore", Paper presented iat Mega Comm'96, Hawaii, 1996
* Okoy Aydemir-Ayla, "Halkla İlişkiler ve Medya", Medicat, İstanbul, 2010
* Pfetsch Barbara, "Government News Management - Strategic Communication in Comparative Perspective", Wissenschaftszentrum Berlin, 1999
* Taylor Maureen, "Media Relations in Bosnia: A Role for Public Relations in Building Civil Society, Public Relations Review", 26(1), 2000
İnternet Kaynakları
PR Sektörünün Çivisi mi Çıkıyor?, 15 Ocak 2012
Why Journalism Needs PR?, 15 Ocak 2012
Intereffication Approach in Public Relations, 15 Ocak 2012