Sevgili Fikret İlkiz'in her konuşmasını dinlediğimde, ya da her yazısını okuduğumda ya yeni bir şey öğreniyorum, ya da daha önce aklıma gelmemiş faklı bir bakış açısı yakalıyorum. Olağan, doğal, standart yaklaşımı çeşitlendiren, çoğaltan, zenginleştiren her örnek benim için önemli ve öğretici olmuştur.
"Özel yaşamın gizliliği ve mahremiyet" konusunu işlediği bugün bianet'te yayınlanan "Özel Yaşamın İhlali ve Cezada Zengin Olmak" başlıklı yazısı için de yukarıda söylediklerim geçerli: Gerçekten de cezayı arttırmak yerine, "duyarlığı arttırmak", "konunun önemini ortaya koymak", bunun diğer temel insan haklarından örneğin düşünce ve ifade özgürlüğünden farklı olmadığını herkese göstermek, anlatmak gerçekten önemli ve gerekli.
Yazıyı bu bakışla bir kez daha okuduğumda ortaya konulan bilgiler her ne kadar benim için "kavramsal" bakımdan yeni olmasa da özellikle "uluslar arası" mevzuat bakımından çok eskiden beri ve çok net biçimde tanımlanmış olduğunu öğrenmem, dışarıdaki duruma bakma gereksinimi duyurdu. Sonrasında da aklıma Baykal'la ilgili yaşananlara benzer olayları getirdim; İtalya ve Berlusconi ve Fransa cumhurbaşkanı başta olmak üzere "magazin" haberleri bağlamında gördüğümüz, bir anlamda genel olarak hoşa giden, alıcısı bulunan "kamusal röntgencilik" örnekleri gözümün önüne geldi.
Bir adım daha ileri giderek, konuyla doğrudan bağlantılı başka örnekleri de geçmiş zaman içinde anımsadım. Fark ettiğim genel olarak şuydu: Meraklı ve sansasyon peşinde olan bazı gazetecilerin "fail" olduğu kişisel örnekler olsa da, aslında "politik" kişilerin özel hayatlarının izlenmesi, kaydedilmesi ve ortaya konulması işinin, aslında bir "resmi faaliyet" alanı olduğu, bunun resmi-özel gizli servislerin en önemli işleri arasında yeraldığıdır.
Bizdeki pek çok örneğinin de hazırlanma, düzenlenme ve son noktada servis bağlamında resmi kurumların, bu kurumlardaki kişilerin, ya da bu kişilerin talep veya organize etmeleriyle, bazı "özel" kişi ve kurumlarca yapıldığı gibi bir sonuca ulaşmak çok da zor değil.
Bu gerçek sevgili İlkiz'in "cezanın arttırılmaması" yolundaki düşüncesinde "küçük bir özel durumu" tartışmayı gerektiriyor:
"Özel yaşamın gizliliği ve mahremiyet" bir kamu kurumu ya da kamu görevlisi tarafından ve "örgütlü bir şekilde" ihlal ediliyorsa buna "suç ve ceza" bakımından nasıl yaklaşılmalıdır?
Bireyin varlığının devletin varlığının önünde olduğu söylenen toplumlarda bile bu durumun "özel" bir durum olarak düzenlenip düzenlenmediğini bilmiyorum. Ama temel insan hakları ihlâllerinde "fail/eyleyen"in çoğu zaman doğrudan devlet ve onun ajanları olduğu düşünülürse, bu noktada da aslında "özel yaşamın gizliliğini ve mahremiyeti" ihlâl edenin aynı kesimler olduğunu söylemek olasıdır.
Dolayısıyla bu noktada bu özel durumu irdeleyerek, "hak temelli bir bakışla" suç ve ceza tanımında buna göre gerekli değişiklikleri ve düzenlemeleri yapmak, örneğin bu fiillerin sonuçlarının basın aracılığıyla sergilendiği zamanki ceza artırımlarına yönelik düzenlemelerin benzerlerinin, hatta daha ağırlarının düzenlenmesi gereği ortaya çıkıyor kanımca.
Kuşkusuz bu noktada bağlantılı bir başka konu olarak başta bireye yönelik ve kişisel "bilgiler"in kamu ajanları tarafından "gereksiz ve nedensiz"; aslından bir "yargı kararı" söz konusu olmadan veya doğrudan o kişinin yararına bir sonuç söz konusu olmaksızın toplamasının önüne geçilmesi ve herhangi bir nedenle topladığı ve elinde olan "bilgilerin" en azından doğrudan muhatabından gizlenmesinin de aslında birey ve toplum açısından önemli sonuçlar ve sorunlar doğuran bir uygulama olduğu, dolayısıyla bunların da "yaptırım"a bağlanmasının göz ardı edilmemesi gerektiğidir.
"Özel yaşamın gizliliği ve mahremiyet"e hak temelli yaklaşım en azından bunları da gerektirir.(MS/EÜ)