Günümüzde yaşanan neo-liberal dönüşüm, önceki yıllarda kapitalist üretim ilişkilerinin dışında bırakılmış alanları da kapitalizmin kar mantığının hükmüne sokuyor. Bu dönüşümün bir bütün olarak toplum üzerinde ve özellikle de emekçi kesimler üzerinde yarattığı tahribat birçok yerde ve birçok kere söylenmiştir. Biz ise bu yazıda neo-liberal sömürü ve mülksüzleştirme pratiklerinin, kapitalist üretim ilişkilerine bir şekilde dahil olmayı başaramamış olanların ya da diğer bir deyişle sistemin kendisinden çok, onun "atık"larıyla yaşamını sürdürmeye çalışanları nasıl etkilediğini, atık toplayıcıları üzerinden anlamaya çalışacağız.
Bilindiği gibi tüketen için atık, öncelikle mülk edinilmiş ve artık tamamıyla tüketilmiş bir nesnedir ama tüketici için mülkün kullanılmazlığının aşikar olduğu yerde, yani çöp konteynırında, toplayıcının mülk edinme serüveni başlıyor. Yani tüketen için kullanım değeri ortadan kalkmış bir şey, toplayıcı için geçim aracına dönüşüyor. Tabi bu mülk edinme ne birinin emeğinin yarattığı artı-değerin mülk edinilmesidir, ne -tüketici ile toplayıcı arasında- sözleşmeye dayalı bir mülk edinmedir, ne de hırsızlıktır -değildir çünkü, tüketici kendi rızasıyla çöplerin toplandığı kutuya artığı, kimin alacağını umursamadan bırakır.
Ama hayır! toplayıcıların yaptığı düpedüz hırsızlıktır, ya da en azından bundan sonra hırsızlıktır. Çünkü, atıklar artık, özel şirketler tarafından, belediyelerle yapılan "sözleşme"ye dayalı bir biçimde "mülk" edinilmektedir. Yani eğer bir toplayıcı, toplama işini özel bir şirkete devretmiş olan bir belediyenin sınırları içersindeki herhangi bir çöp konteynırını karıştırırsa, o, şirketin özel mülküne tecavüz ediyor demektir. Atıkları toplamak, toplayıcılar için, bundan sonra bir "geçim aracı" değil, bir "suç"tur.
Hemen bir örnek verelim; Beyoğlu Belediyesi, Yüceler Atık Yönetimi firmasıyla, kağıt atıkların toplanması üzerine, bir sözleşme imzaladı ve bu sözleşme ile belediye sınırları içerisindeki kağıt toplayıcıları üzerinde ağır bir baskı oluşturulmaya başlandı, hatta iş zabıtaların, toplayıcılara tehditlerine ve fiziksel şiddet uygulamasına kadar vardı. Firma yetkilisi Sema Kale konu ile ilgili şöyle buyurmuşlar:" Hiç bir firma bölgesinde toplamacı ve depo sahibi barındırmak istemez. Bunlar zaten kaçak iş yaparlar. Belediyenin bu depoları kapatması gerekiyor. Kâğıt toplayıcılarının arabalarına da zabıtalar eşliğinde el konuluyor. El konulması da doğaldır. Her belediye, kendi firmasının daha iyi çalışabilmesi için yardımcı olur" (Birgün, 25 Temmuz 2009) Kale'nin söyledikleri bize iki şeyi hatırlatıyor; birincisi, 90'lardan itibaren, kamu ve özel sektör işbirliği ve elbirliği ile emekçiye, yoksula ve onların haklarına saldırma anlamına gelen "yönetişim" kavramı, kapitalizmin fetiş kavramlarından biri haline geldi. Burada da, özel şirket-belediye, özellikle kolluk gücü olarak zabıta, işbirliği söz konusu. İkincisi, Kale, "mülk" konusunda bize bir hatırlatma yapıyor. Toplayıcıyı yalnızca, atıkları değil, arabasını da elinden alarak mülksüzleştirdiklerini söylüyor.
Ayrıca diyorlar ki: "Katı atık işçileri benim gözümde hırsız." Peki gerçekten hırsızlık olan nedir? Sabahtan akşama kadar, yaz kış demeden, üstü başı kir içinde, türlü hastalık tehlikesine rağmen sadece karnını doyurabilmek için çöp "çalmak" mı? Yoksa insanların elinden, tek geçim araçlarını "çalmak" mı?
Beyoğlu Belediyesi'nin atık toplamaya ilişkin programında, toplayıcılara yönelik bir "rehabilitasyon" programının uygulanması da gündem maddelerinden biri. Rehabilitasyonun anlamı, toplayıcıların, topluma kazandırılması daha doğrusu atık toplama konusundaki yeni çerçevenin içine dahil edilmesidir. Bunun asıl anlamı ise toplayıcıların işçileştirilmesidir. Toplayıcı her ne kadar yoksul da olsa, kendi hesabına çalışmaktadır yani hem kendi emeğinin hem de topladıklarının sahibidir. Ancak şirket hesabına çalışmaya başladıktan sonra emeği ve topladıkları üzerinde egemenliğini kaybedecek ve tamamen şirketin inisiyatifine bağlı hale gelecektir. Yüksek ihtimalle de kendi hesabına çalıştığından çok daha az kazanacaktır. Şirket onunla çalışmak istemediği nokta da ise "işsiz" kalacaktır ve, ironik bir biçimde ifade edersek, yeniden "atık hırsızlığına" dönecektir. Günümüzde, sigorta ve maaş temelinde kurulu olan iş kollarında dahi güvencesiz ve esnek çalışmanın yaygınlaştırıldığını düşünürsek, atık toplama gibi bir işte bunların gerçekleşeceği şüphesizdir.
Kapitalizm için "satılabilir" ile " kullanılmış" arasında, diğer bir deyişle bir şeyin kullanılabilir hali ile kullanılamaz hali arasında, artık bir fark kalmıyor. Her ikisi de sermaye olarak bir "değer" taşıyor ama toplayıcılar, sistem için insan olarak bir "değer" taşımıyor. Onlar yalnızca "çöpten adam"lardır aslında ya da Kudret Kobal'ın da şiirinde dediği gibi, bu düzen içi onlar yalnızca, "yoktan adam"lardır. Çöplerin toplanması sermayeye ilişkin bir sorun görülmeden önce, düzenin efendilerinin elinden çıkan resimlerde, toplayıcılar, yalnızca "çöpten adam" olarak çiziliyordu, ama artık, resimde bir figür olamayacaklar ve yoklukları dahi gereksiz bir hale gelecek, ta ki kendi resimlerini, bu sefer çöpten adam olarak değil insan olarak, kendileri çizinceye kadar.(ÖP/BÇ)