Oysa politik argümanların kamusal alanda 'yüksek sesle bağırılması' gerekir. Hem de mümkün olduğunca çok kişinin sahiplenmesini hedefleyerek gerekçeleriyle açık olmalıdır.
Dolayısıyla 'özel olan'a da gönderme yapan 'özel alan' kavramını kullanmanın hem eksik bir anlatıyı gidereceğini, hem de kadın mücadelesinde yöntemsel bir sorundan kaçınmayı da sağlayacağını ileri süreceğim bu yazıda.
Özel olandan kamusal soruna
Önce bu kavramsallaştırmanın genel olarak özel alanın (eviçi emek) sorunları dışındaki karı-koca, sevgili gibi kadın-erkek ilişkilerindeki cinsiyetçiliğe gönderme yapan bir söylem olarak ortaya çıktığını belirtmek gerekir.
Örneğin aile içi şiddet vaktiyle hem toplum tarafından meşru görülebilen, hem de kamusal bir suç teşkil etmemesinden dolayı 'özel olan' sayılabilirken, artık kamusal bir sorun niteliğine bürünmüştür. Bu durum buna ilişkin taleplerin kamusal alana taşınmasıyla mümkün olmuştur.
Öte yandan bahsi geçen 'özel olan' ilişkilerdeki kadınların mağduriyeti; toplumsal hayatın aile kurumuna dayalı örgütlenişi, ev ve işyerinin mekansal ayrılığı, kadın-özel alan erkek-kamusal alan şeklindeki cinsiyetçi işbölümü gibi etmenlerden kaynaklanır.
'Özel alan' kavramsallaştırması, bu politik önermenin, kadını evde konumlandırmaya ve bu alanda yaşanan sorunlara itiraz olduğunu anlaşılır kılar. Kadın-erkek ilişkilerindeki cinsiyetçilik de bu ilişkilerin dolayımı olarak düşünülebilir.
Feminist politikanın özgün yanı 'özel alan'daki cinsiyetçi ilişkilerin kamusal alana taşınıp, farklılaştırılmasını talep etmesidir. Dolayısıyla bu ifadelendirme içerik kaybına yol açmaz. Dolayısıyla 'özel alan politiktir' sözü 'özel olana saygı' da içerir.
Tarihsel koşullar ve güç ilişkileri
'Özel olan' ifadesindeki yöntemle ilgili soruna gelince hem özel, hem de kamusal alanda politik mücadelenin konusu olabilecek birçok ilişki biçimi ve durumun yaşanılabileceğini belirtmekle başlamak isterim.
Örneğin yönetici pozisyonundaki kişilerin astlarına saygılı davranmadıkları halde astların buna mecbur tutulması, okullarda ant içme, istiklal marşı gibi askeri ritüellerin mecburiyeti, hala doğal malzemelerle yapılmış hijyenik bir ped üretilmemiş olması, kadınların insan sağlığını ciddi bir biçimde tehdit eden kozmetik sektörüne bağımlı kılınması, kadınların erkeklerle ilişkilerinde arzularını gerçekleştirmek için geleneksel patriyarkal pazarlık * biçimlerini kullanmak zorunda kalışları.
Ancak bunların içinden sadece bir kısmı mücadelenin argümanları ve talepleri haline gelir. Belki bir kısmı bazıları için sadece serzeniş konusu, bazıları da çoğu kişi tarafından görünmezdirler.
Bu argümanlar arasında hangilerinin öne çıkarılacağı; yalnızca mücadelenin ideolojik arka planıyla, mücadelede yer alan kişi ve örgütlerin seçişleriyle değil, aynı zamanda tarihsel koşullar ve güç ilişkileriyle de belirlenirler.
Mesela beni çok etkileyen bir örnek vaktiyle Bolşeviklerin patronlardan işçilerine 'siz' diye hitap etmesini talep etmeleridir.
Yaşadığı sorunu kamusallaştırmaya hazır olmayınca...
Dolayısıyla elbette feminizm patriyarkal ideolojinin görünmez kıldığı kadın-erkek arasındaki cinsiyetçi ilişki biçimlerini deşifre etmeli ve buna işaret eden söylemler üretmeli. Ancak bu 'özel olan'a atıfa dek uzanmamalı.
Çünkü; bu söylem, bahsedildiği gibi bulunulantarihsel süreçte güçlü bir biçimde sahiplenilmediği halde dillendirildiğinde, sadece gerçekleştirilmesi uzak bir olgu olarak kalmaz, kimsenin gerçekleştirilmesini istemediği ama ideolojik arka planın dayattığı bir söylem olma durumunda kalabilir.
Kadın-erkek ilişkileri cinsiyetçi olmasına rağmen ezme-ezilme ilişkileri karşılıklılık ilkesiyle gerçekleşirler.
Ve feminist mücadelenin kazanımları, mücadele yöntem ve araçları ortadayken; yaşadığı sorunu kamusallaştırmaya hazır olmayan bir bireyi mücadeleye davet ne kadar olanaklıdır?
Sorununu politize etmek üzere adım atan bir kadın ise zaten olayı özel olmaktan çıkarıp kamusallaştırmıştır.
Özel olan yerine özel alan
Sonuç olarak feminist mücadele cinsiyetçiliğin varolduğu bütün zamanlarda ve yerlerde farklı yöntem ve araçlarla kendini ortaya koymuş bir politika alanı olagelmiştir.
Buradan yola çıkarak yaşadığı cinsiyetçiliği yüksek sesle ifadeye hazır olan kadınların zaten politikanın alanına çıktıklarını ve dolayısıyla ortadaki sorunun 'özel' olmaktan çıktığını düşünüyorum.
Öte yandan cinsiyetçi ilişkileri günbegün yaşarken harekete geçme istek ve gücünü bulamayanlar adına söylem ya da eylem üretmenin sadece işlevsiz değil, aynı zamanda ikameci, dolayısıyla kadın mücadelesine uygun olmayan / sonuç alınması mümkün olmayan bir yol olduğunu ve nihayet kadınların cinsiyetçiliğe karşı çıkmamalarının karşılığında elde ettiklerine razı olduklarını görmezden gelen bir bakış olduğunu söylemek isterim.
Dolayısıyla 'özel olan' yerine sorunların da kaynağı olan 'özel alan politiktir' demenin daha uygun olacağını yinelemekle bitirmek istiyorum. (LK/FK)
* Caroline Ramazanoğlu, Feminizm ve Ezilmenin Çelişkileri, 1998.