bianet mektubu gelmeden birkaç dakika önce voltaya çıkmıştım.
Yürüdükçe daralan gökyüzü, azaldıkça yükselen duvara vararak ve aynı devinimi tekrar eden med cezirli düşüncemde beslediğim bir mısranın derinliği ya da anımsayamayacağım yüksekliği tavaf ediyorum.
Son zamanlarda Altın Portakal Film Festivali'ne de damga vuran bir film ile özdeşleştirilen mısradaki nesnenin yere düşünce dağılan halini düşlüyordum.
Bu esnada boş havalandırmada yankılanan gardiyanın sesi ile irkildim.
"Ozan Kılınç mektup!"
Koşar adım vardığım mazgal aralığında duran mektubu okumaya başladım ve inanın mısra ile mektup arasında birkaç dakikalık bir uzaklık olmasına rağmen birbirilerine çok yakıştılar.
"Dürtme içimdeki nârı üstümde beyaz gömlek var"
Mektubunuza cevap olarak sadece bu mısrayı yollamayı düşündüm. Ancak bir gazeteci hassasiyeti ile başlığını yazdığım haberin, yazısını da yazmam gerektiğine olan sorumluluk bilinci ile çalışmanıza başarılar dileyerek öykümü(zü) anlatmak istiyorum.
Potinler ve silahlar
1984'ün sonbaharında Diyarbakır'ın Lice ilçesine bağlı Güldiken köyünde doğdum.
Çocukluğun yamalı pantolonlu ve lastik günlerin sabahında annemin çığlığına saklanan sabah uykusunun sıcaklığını yararak kaçar-adım evden çıkarken karşılaştığım ve potinleri ile silahlarının büyüklüğü aklımdan bir türlü çıkmayan askerlerin köyümüzü yakması ile şehre göç etmek zorunda kaldık.
Gazete dağıtıyorum
Ayakkabısının teki köy yangınında kalmış bir çocuk olarak geldiğimiz Diyarbakır'da şairin "ilkokulun silgi kokan tebeşir lekeli" dediği yaşta yani "Amed'in barut kokan kan lekeli" yıllarında fakirliğin tetikçiliği ile gazete dağıtımcılığına başladım.
Ki o yıllarda gazeteciler faili meçhul cinayetlere kurban gidiyordu; ancak ben bunun ne farkındaydım ne de bundan haberdar idim.
Çünkü baştan soran, ayakkabısının tekini yakılan evinde daha çok düşünen bir çocuktum. Günün ilk ışıkları nabız gibi atmaya başlayınca dağıttığım gazeteleri bitirince okul çantasını sırtlayıp okula giderdim.
Lise yıllarında gitmeye başladığım Güneş Kültür ve Sanat Merkezi'nde (GKM) yaptığım işin ayrımına varmış ve dağıttığım gazetenin manşetini okumak bile bir savaşta aydınlığı yaymaya çalışan birçok kişiden biri olduğumu fark etmemi sağlamıştı.
Gazeteci olma fikrine yataklık ettiğim o günlerde Basın Şehitleri ve Özgür Basın geleneği beni çok etkilemişti.
Bir kitap
Gündem gazetesinin yaşadığı zorluklar, faili meçhul öldürmeler ve tüm bunların göğsünde muhalif gazeteciliğin asi cümleleri ile kuşatılmış olarak yapmak istediğim birkaç proje vardı.
Bunlardan şu an aklımda olan ve çıkınca muhakkak yapacağım dediğim proje şöyledir.
Gazetede yayımlanan haberin gazetecilere maliyeti nedir?
Bu soruya cevap vermeye çalışan bir kitap hazırlamayı düşünüyorum. Örneklemek gerekir ise; Yüksekova çetesi ile ilgili haberin iki basın şehidinin ve gazete bürosunun onlarca defa basılmasının maliyetinin gazetecinin duygularına etkisini de konu yapan fotoğraflı bir belge-röportaj gibi.
Suçu duyunca rahatladım
Kürtçe yayın yapan Azadiya Welat gazetesinin imtiyaz sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü iken 22 Temmuz 2010 tarihinde kaldığım evin kapısı kırılarak gözaltına alındım.
Evimi basan polislerin de potinlerine ve silahlarına dikkat etmiştim ve çocukluğumdaki kadar büyük ve sağlam görünmüyorlardı artık. Gözaltına aldıktan sonra savcılığa sevk edildim.
Savcılık makamı ise örgütten nasıl talimat aldığımı soruyordu.
Örgütten değil haber ajanslarından haber aldığımı ve haberleri böyle yayınladığımı belirttim.
Nöbetçi mahkemeye çıkarıldığımda hakim suçlandığım konuyu detaylı bir şekilde anlatınca rahatladım.
Çünkü suç işlemediğimi, sadece gazetecilik yaptığımı anladım.
Haber başka, çeviri başka
Böylece hakim, polis olan bilirkişilerin tercüme ettiği haberleri sordu ve sözde çevirisi yapılan gazete nüshalarını gösterdi.
Ancak bir sorun vardı haber başka idi, çeviri başka.
Hakime durumu izah etmeye çalıştım. Haberleri abonesi olduğum ajanstan aldığımı ve tercüme edilen haberin yanlı ve yanlış tercüme edildiğini anlattım.
Avukatımın yaptığım savunmaya paralel savunması daha bitmeden hakimin götürün emri ile tutuklanıp elime kelepçe vurdukları Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevi'ne getirildim.
Tiyatro gibi
Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi ile 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan davalarda istenilen astronomik cezalar ile geçen mahkeme süreçlerinde hem Kürt olarak hem de Kürtçe yayın yapan bir gazetenin imtiyaz sahibi olarak anadilimde yani Kürtçe savunma yapmak istedim ve savunma yapmama izin verilmedi.
Savunma yapsam da yapmasam da değişen bir şey olmayacaktı.
Çünkü her şey bir tiyatro oyununun gereklerine uygun işliyordu. Ajanslardan aldığımız ve yayınladığımız haberler polis tarafından çarpıtılarak Kürtçeden Türkçeye çevrilmişti.
Tamamen yanlış ve kendilerine göre çevrilmişti. Sistemin muhalif basını susturmak için kendi koyduğu yasaları bile yok sayarak yaptığı sözde mahkeme de savcılık ve mahkeme heyeti rollerini çok iyi oynuyorlardı. Dünyanın hiçbir tiyatrosunda şirret ve suret bu denli uyumlu olmamıştır.
Bu büyük binalı, askerli- polisli, yaldızlı, cübbeli tiyatro sahnesini özetleyen bir cümle ile mahkeme sürecini gözler önüne sermek gerekirse; "Takın maskeleri, aslınıza dönün"...
TCK, TMK...
Sahnesi olduğum bu tiyatro sonunda aşağıdaki cezaları veridiler.
- 5237 sayılı TCK'nın 314/3 ve 220/6 maddesi delaletiyle TCK'nın 314/2. maddesi ile 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına
- 5532 sayılı yasanın 6. maddesiyle değişik 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasasının 7/2 maddesi ile ayrı ayrı 12 kez 1 (bir) yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına.
Böylece 21 yıl 6 ay ceza ile cezalandırıldım. Yargıtay 9. Ceza Dairesi verilen bu hapis cezalarını hukuka ve kanuna aykırı bularak bozdu ve yargılama yeniden Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü.
"Terör örgütü propagandası'' yapmaktan 6 yıl 9 ay hapis cezası verildi.
Görüldüğü gibi (genelde olduğu gibi) "Terör Örgütü Propagandası yapmak" suçlamasıyla mahkûm edildik ki bu mahkûmiyeti her somut olayda düşünce ve ifade özgürlüğü ile "Terör örgütü propagandası yapmak" arasındaki çizginin net olarak belirlenemeyeceği ve ceza hukukunda bu konularda ceza hukuku son derece sınırlı ve ölçülü olunması gerektiği düşüncesi ile hukuka aykırı bulmuyorum.
Her dilde kedi sesi
Hukukçu değilim. Uluslararası Hukuku ve sözleşmeleri de biliyorum. Ancak insan olmanın gereği olarak sınırsız ve sınıfsız bir toplumda herkesin dünyalı kimliği altında yaşaması gerektiğine inanıyorum.
Dünyanın tüm dillerinde kedi sesi aynıdır. İngiltere'de de kediler miyavlar, Afrika'da da.
Bu espri ile yeryüzü cumhuriyetinde herkesin özgürce yaşayabileceğine göre yasaları sorgulayarak, evrenselliğin şemsiyesine sığınabilmeliyiz.
Hukuk hükmü yasaların ömrü kadarıdır. Yasalar değişse de insan ve canlı olmamız değişmeyecektir.
Hakkımda onlarca dava açıldı. Davalarımla ilgili, avukatım Diyarbakır Barosu'ndan Servet Özen'den detaylı bilgi alabilirsiniz.
Kibrit kutusu kadar gözyüzü
Cezaevi koşullarını en iyi kibrit kutusuna konmuş böcekler bilir. Gökyüzünün kibrit kutusu kadar olduğu burada toplumun en seçkinlerinden oluşan bir gruptayım.
İsa'nın; "İlk taşı günahsız olanınız atsın" sözüne uyarak bu çarpık yasalara dayanarak ayakta durmaya çalışan sisteme karşı muhalif olmuş arkadaşlarla zamanı, betona ve çeliğe inat bir şekilde anlamlı yaşamaktayız.
Ayrıca buradan gönderdiğimiz mektuplar Kürtçe olunca gönderilemiyor, gönderilse bile savcılığa gönderiliyor onlar okuyup tercüme edip gönderiyorlar. Yani iki ayı buluyor gitmesi.
Terörle Mücadele Kanunları ve Özel Yetkili Mahkemelerin son marifeti olan 35 gazetecinin tutuklanması ülkenin içinde olduğu çukuru gözler önüne sürmektedir.
Muhalif Basın ve kesimler susturulmaya çalışılıyor.
Hitler Almanya'sında bile görülmeyen bu hallerle sonumuz ne olacak? Kaygısını artırmaktadır.
Mussolini, Hitler, Saddam bir cümle katil diktatörün ruhuna rahmet okuyan bir ülkede yaşıyor olmaktan utanmalıyız.
Ülkenin içinde bulunduğu tablo hiç iç açıcı değil ve böyle bir ülkede gazetecilerdir aydınlığı taşıyanlar.
Ülkenin aydınlığı için gerçeklerden asla taviz vermeden, gazeteciliğin onurunu alnımızda taşıyarak mesleğimizi yapmamız gerekiyor.
Bundan ötürü en son 35 gazeteci arkadaşımız tutuklandı.
Şu an dışarıda olsam; tüm samimiyetimle söylüyorum; elime fotoğraf makinemi alır ve bu rezil düzeni deşifre etmek için haber kovalar ve yapardım.
Devrimci Selam ve Saygılarımla
Yeni Yılınız Kutlu Olsun. Ser Sala We Pîroz Be. (OK/BA)
* Ozan Kılınç, Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevi