Bir gazetenin üçüncü sayfa haberi idi “Teneke Fransa’da” ve Yaşar Kemal’in de içinde olduğu bir fotoğraf. Yaşar Kemal’in Teneke isimli eseri Fransa’da yeniden oynanacak minvalinde bir haberdi ve yazar ilk gösterime davet edilmişti. Ne önemi vardı o küçük haberin diyeceksiniz belki. Şöyle ki ben ve Yaşar Kemal arasındaki ilişkinin miladı idi. Fransa’da, eseri sergilenen, adını çokça duyduğum yazarı ben henüz okumamıştım. Bunun ardından Teneke ile başladı tanışıklığımız. Sonra Binboğalar Efsanesi, Yılanı Öldürseler, Ağrı Dağı Efsanesi derken kitaplarını tekrar okumalarım başladı. Dağın Öteki Yüzü tekrar okunmayacak bir üçleme değildi.
Bir röportajı anımsıyorum. Bir Ada Hikayesi serisinin son kitabı ne zaman çıkacak diye sormuşlardı. Bu soruya verilen cevapta gizliydi onun okuru ile girdiği ilişki: “Bu sıralar belim çok ağrıyor ve bu sebeple yazmıyorum. Çünkü ağrılarım varken yazarsam çektiğim acı yazdıklarıma yansıyacaktır. Kendi sağlık sıkıntılarımı okuyucularıma hissettirmek istemiyorum”.
Böyle bir titizlik sonrası çıkan Çıplak Ada Çıplak Deniz bir kere okunup kenara bırakılacak bir kitap olmamalıdır. Kitaplar ve haberler boyutunda olan tanışıklığımın gerçek bir hal almasını çok fazla istemiştim. Ne yazık ki mümkün olmadı. Ama biliyorum ki ben onunla çok iyi bir iletişim kurdum edebiyatıyla, dünya görüşüyle, bir çiçeğin kıymetini bilen bilgeliğiyle gayet iyi tanışıyordum.
Hrant Dink cinayeti sonrası bir soru yöneltmişlerdi. “Efendim sizde çok fazla ölüm tehdidi aldınız korkmuyor musunuz?” Kendinden emin sesiyle “Babamı yanımda vurdular. Bu yaşa geldim ölümden öte köy var mı? Neden korkacağım!” demişti.
Yazdığı coğrafyanın yiğidi idi. İnce Memed’den geri değildi. Aksi olsa yaşamı da bir dik duruşun örneği olur muydu? Olmadığı için de anlattığı topraklarda birileri için baş belası idi. Lisede kendi tanıştığım bu insanı çevremdeki kıymet verdiğim kişilerle de tanıştırıyordum. Bir gün sıra arkadaşıma ve bugün en yakın dostlarımdan biri olan insana Yaşar Kemal’in kitaplarını getirmiştim okuması için. Matematik dersinde hocamız sınıfta gezerken kitapları görmüştü. Kitapları inceledikten sonra “Yaşar Kemal” diyip dudak büktükten sonra atarcasına bırakmıştı. Çünkü onun içinde yer aldığı muhafazakar görüş Yaşar Kemal ile barışık değildi. Aynı gün farklı dünya görüşünden olduğunu iddia eden tamda matematik öğretmeninin karşısında “aydın, çağdaş” bir geleceği savunduğunu söyleyen İngilizce öğretmenimizin de dikkatinden kaçmamıştı kitaplar. O da alay eden birkaç cümle ile kitaplara aynı muameleyi göstermişti. Çünkü Yaşar Kemal, Kürt falan demişti, anadilde eğitimle ilgili bir şeyler de söylemişti ki bu ifadeler hiç güzel şeyler değildi onlar için. Öğretmenlerimizin bu tavrı bizi tabii ki etkileyecek değildi. Sadece onlara üzülmüştüm, bu konuda hatırladığımda bu. Ama bu bireysel tepkilerin geneldeki karşılığı ise Yaşar Kemal’in onların içerisinde yer aldığı grupların tabularına dokunur olmasındandı ki o bilge insan o tavrından hiç vazgeçmemişti.
Abdullah Gül döneminde Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük ödülü aldığında dönemin devlet yöneticilerinin gözüne bakarak sözünü söylemişti. Yaşlı ve hasta bedeni, yorgun sesi onun fikirlerini söylemesine engel değildi. Ondan 6 sene sonra aynı ödülü alan yazar gibi karşısında oturduğu otoriter iktidarları ironi yapar gibi övecek biri de değildi.
Değildi ki "Ne büyük mutluluktur ki dünyamız hala on binlerce çiçekli bir kültür bahçesidir. Her kültürün bir rengi bir kokusu vardır. Dünyamızın bir çiçeğinin koparılması dünyamızdan bir rengin bir kokunun yok olmasıdır. Bu insanlığı insanlıktan çıkartan bir durumdur. Tek kültürlü bir dünyada insanlığın halini bir göz önüne getirelim. Tek çiçeğe kalmış, tek renge, tek konuya kalmış bir insanlık ve tek dile kalmış bir dünya hapı yutmuştur, cehennemden daha beterdir. Eşek gibi bugünkü dünyanın arkasından gitsinler. Rezil olacaklar, çocukları, torunları tarihler bunları rezil edecekler. Adam gibi durmasınlar öyle”** demekten çekinmemişti muktedirlerin karşısında.
Bu topraklardan, Anadolu’nun ilk ozanı Homeros’tan beri çok kişi geldi geçti. Acısını, yasını, kavgasını, şenliğini çok söyleyen oldu. Ama bir başka idi son ozan Yaşar Kemal’in söyledikleri. Dili başka idi. Gördükleri başka… O yaşadığı tabiatın insanın hoyratlığı karşısındaki mücadelesini de yazıyordu; kurdun, kuzunun, kuşun hakkını da. Dünü de yazıyordu, yarını da. O insanı yazıyordu. Yani yazdıkları ozanlar kervanına yakışır bir sondu. Ve o son yarınlara uzanan bir merhaba olmaya devam edecek.
Çok yazı yazıldı Yaşar Kemal hakkında ölümünün ardından, çok söz söylendi, sosyal medyada çokça şey paylaşıldı. Umarım onun yazdığı ve mücadelesini verdiği dünya anlaşılmıştır. Benim için zor bir yazı idi. Çünkü hiçbir yakınımın arkasından yazı yazmamıştım. Evet, benim manevi olarak bir yakınımdı. Ve öyle olmaya tabii ki devam edecek. Paris’teki prömiyerin haberi idi onu tanımama vesile olan ve ne yazık ki hastalandığını da öldüğünü de Paris’te öğrendim. Acı bir tesadüf belki de... Bundan önce onun kitapları ile ilgili kendim için değerlendirme yazıları yazmıştım. Fonda Bedri Rahmi’nin “Yiğidim aslanım burada yatıyor” dizelerini seslendiren Zülfü Livaneli olurdu hep. Bugün de bir Paris gecesinde, bir tarafta Le Monde’da Yaşar Kemal’in ölümü sonrası yer alan makale, fonda yine Livaneli bense bu sefer hep kitapları hakkında yazı yazdığım insanın ölümü üzerine yazı yazıyorum. Ve evet bir yakınım son yolculuğuna uğurlanırken ben uzakta olmanın yarattığı burukluğu yaşıyor olacağım. O iyi insan, o güzel ata binip çekip gidiyor. (ÖCA/HK)
* Ömer Can Agin, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 4. sınıf öğrencisi, Paris Descartes (Paris 5) misafir öğrenci.
** Yaşar Kemal'in Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nü kabul ettiği 4 Aralık 2008'de törendeki konuşmadan.
Fotoğraf: Erhan Sevenler - İstanbul 2008/AA