Öyküye şiirin uzun saçlı kız kardeşi denir. Gerçekten de uzun saçlı kız kardeşler oldukça fazladır ve gökkuşağının renkleri kadar çeşitlilik gösterir. Ama ben bu yazımda öykünün babalarından birkaçına değinmek istiyorum.
Önce 27 Ocak’ta doğmuş olan Hulki Aktunç’u andığımı, onun öykü ve şiirlerine bir kez daha dönüp baktığımı, her zamanki gibi büyük bir zevkle okuduğumu söylemeliyim.
Hulki Aktunç, dili kullanmadaki ustalığı bir yana, bambaşka, kendine özgü bir dil ve biçem yaratmasıyla da anmaya değer… 27 Ocak’ta dostlarla toplanıp Hulki Aktunç’un öykülerinden, romanlarından, Büyük Argo Sözlüğü’nden, şiir ve denemelerinden söz ettik. Toplumun değişik kesimlerinden insanlardık. İçimizde yazar da vardı, ressam, karikatürist, yoga hocası da…
“En baştan beri ustaydı” demişti öykücü Necati Güngör. İlk öykü kitabı Gidenler Dönmeyenler’den son öykü kitabı Güz Her Şeyi Bilir, son melez tür denebilecek kitabı Sönmemiş Dizeler’e kadar hep ustaydı ama benim gönlümde taht kuran, öykü dünyasını sarsan üçüncü öykü kitabı Ten ve Gölge’ydi.
Ve sonra başka bir ustayı anımsadım. 29 Ocak, Anton Pavloviç Çehov’un doğumgünüydü. Çehov, öykü yazmaya başladığımda yol gösterici yıldızlarımdan biriydi.
Modern öykünün kurucularından sayılan Çehov, bir bakkalın oğluydu. Öykü yazmaya tıp öğrencisiyken başladı. Yazarken amacı, modern öyküyü kurmak değildi kuşkusuz… Son derece masum, doğal bir hedefi vardı: Ailenin geçimine katkıda bulunmak…
Çehov’un kısa öyküleri (ve öyküleri) yalnız eğlenceli olmakla kalmaz, dolaylı bir toplumsal eleştiri de içerir. Gençliğinde yazdığı bu kısacık öyküler, onun eşsiz gözlemci yanının şaşırtıcı bir kanıtıdır.
Doktor olduktan sonra hiçbir karşılık beklemeden halktan insanları tedavi etti. Onun gözlemci yanının, öykülerindeki ince detayların zenginliğinde halkla içiçe olmasının etkisi büyüktür.
Çehov’u kendisinden önce yaşamış bir başka ustaya rahatlıkla bağlayabiliriz. O da, toplum yaşamıyla uyum sağlayamamış, yıllarca Rusya’dan uzakta yaşamak zorunda kalmış ve ölümü de kuşkulu olan Gogol’dür. Şöyle diyebiliriz: Çehov da Gogol’ün Palto’sundan çıkmıştır.* Çehov’daki eşsiz ironinin, toplumsal eleştirinin kaynaklarından biri de Gogol olmalıdır.
Yalnız Çehov son dönemlerinde biraz daha karamsar öyküler yazsa da, onda değişime dair derin bir umut ve asla bitmeyen bir insan sevgisi görüyoruz.
Çehov’un yarattığı tipler bazen karikatürizedir, tek bir kalem darbesiyle sayfada belirir: Ölür, vazgeçer, yakar, yıkar.
Bazen hüzünlü karakterler yaratır; halkıyla bağdaşamayan, entelektüel karakterler. İntihara eğilimlidir ama onu bile beceremez. Birlikte yaşadığı kadını terk etmek ister, entelektüel bahaneler üretir.
Bütün bu çarpıcı tipler ya da karakterler, dönemin Rus toplumunun, dolayısıyla düzenin çürümüşlüğünü gösterir. Bu açıdan da en çok Gogol’e benzer.
Aynı dönemde yaşayan Amerikalı Öykücü O. Henry (William Sydney Porter) ise, çarpıcı sonlarla okuru şaşırtmayı hedefleyen, kısacası Cortazar’ın deyimiyle nakavtla kazanan** bir öykücüydü. Çehov’un nakavt eden öyküleri oldukça fazla olmasına karşın, şaşırtmak nihai hedefi değildi. Memurun Ölümü, Eğri Ayna gibi öykülerde şaşırtıcı son görsek bile Çehov, daha derin bir sınıfsal çözümleme yapar.
Çehov, düzenin çürümüşlüğünü doğrudan dile getirmeden ustaca anlatan, trajedileri eğlenceli hale getiren genç bir ustadır.
Kısacık hayatında eşsiz öyküler ve oyunlar yaratmakla kalmayıp kısa öyküyü vazgeçilmez bir tür haline getiren Çehov, 44 yaşında dünyadan sessizce çekilmiş ve bizi o zengin öykü evreniyle baş başa bırakmıştır.
Ve ustaların gençliği sürüyor. Onları okuyarak, yazarak, onlardan söz ederek yenileniyoruz. (SY/YY)
*Dostoyevski’nin “Hepimiz Gogol’ün Palto’sundan çıktık” sözünden esinlenerek…
**Cortazar şöyle der: “Roman puan toplayarak, öykü nakavtla kazanır.”