Gaye Boralıoğlu’ndan okuduğum ilk metin, Bir Dersim Hikâyesi adlı seçkide yer alan “Pepuk Kuşu” isimli öyküsüydü. Babaannesinin anılarını, korkularını ve suskunluğunu devralan torunun öyküsü, yazarın kalemini takip etmek için merak uyandırıyordu. İçimdeki Ses’le, bir çocuğun ergenlik dönemindeki ruhsal durumuna, ailesinden uzaklaşma ve savrulma hallerine tanıklık ettikten sonra Mübarek Kadınlar’da toplumumuzun sosyolojik arka planını, kadın algısını fotoğraf karelerine bakarcasına okudum. Yazarın diğer kitapları Hepsi Hikâye, Aksak Ritim ve Meçhul okunmayı beklerken, kitaplar sıraya konulamaz diyerek son kitabı, Dünyadan Aşağı ile buluştum.
Boralıoğlu’nun kitaplarında hayatın güçlükleri kara bir anlatıya dönüşmeden yer alıyor. Metinlerinde hüzün var ancak yazarın üslubuna sızan ironi ve mizah da var. Okuru hüzünlü bir yolda, kendine özgü bir ironiyle yürütebiliyor.
Dünyadan Aşağı, kahramanına sempati duyulacak bir kitap değil. Gaye Boralıoğlu, bu kitapta karakteri delik deşik, itici bir tipin hikâyesini aktarıyor. Antikahramanımız Hilmi Aydın, yolda yürürken onlarcasına rastlanabilecek adamlardan biri. Yalancı, kaba, bencil ve budalanın teki. Roman, karakterinin kendini ele alış biçimini, olaylara verdiği tepkileri ve ruhsal durumunu etraflıca anlatıyor. Kahramanını edebiyat numunesi haline getiriyor. Hilmi Aydın, güdüleri, tutumları ve endişeleri görülebilecek kadar şeffaflaşıyor.
Doğrusu bu adamın zihnine girmenin okur için pek keyifli olduğu söylenemez. Hatta bu bir azap. Neyse ki yazar başarılı bir kurguyla okuru Hilmi Aydın’ın sesine mahkûm olmaktan kurtarıyor. Dünyadan Aşağı sadece Hilmi Aydın’ın bakış açısıyla sunulsa ciddi sorunlar barındırabilirdi. Kitapta bölümler iki ayrı ses tarafından aktarılıyor. Hilmi Aydın’dan dinlediğimiz bir durumu sonraki bölümde anlatıcıdan dinliyoruz. Kitabın sonlarına doğru ise anlatıcının kim olduğuna ilişkin tatlı bir sürpriz var! Boralıoğlu K24’te yayımlanan söyleşisinde romandaki bu çoksesli anlatıma ilişkin, “Şöyle söyleyeyim, iddiam bir senfoni yazmaktı. Bir türkü değil ya da bir pop şarkısı hiç değil. Çoksesli kocaman bir senfoni, kemanlar olsun, vurmalılar olsun, arada bir trompet solo işitelim, sonra diğer üflemeliler girsin…” diyor. Yazarın bu iddiası, metine hareketli bir ritim biçiminde nüfuz ederken okura dinamik bir okuma olanağı sunuyor.
Baba-oğul hesaplaşamaması!
Dünyadan Aşağı’nın ülkenin siyasal ortamını merkeze koymayan, ancak teğet geçen bir yönü var. Örneğin Hilmi Aydın bir ara lokantasında çalıştırdığı garson kadınla kötü emellerini açık etmeden buluşuyor. Konuşurlarken kadının Kürt olduğunu öğreniyor. Bunca zamandır nerelerde olduğunu soruyor. Kadın şöyle yanıtlıyor: “Memleketteydim. Yakıp yıktılar işte. Sur’da oturuyorduk biz, taşındık şimdi, Bağlar’da amcamların evdeyiz. Sığıntı gibi.”
Ülkenin bir tarafında olan biteni duymayan öteki tarafın insanı Hilmi Aydın, adının ve soyadının anlamına inat kaba, duyarsız ve dünyadan bîhaber, gerçek hayatta benzerlerine fazlasıyla rastlanabilen edebiyat numunesi. Sıkıştığı anlarda dini inancın buyruklarını sorgulamaya yönelen, ancak fazla derine inmeden kendini su yüzeyine atan biri. Hayatı boyunca dert etmediği durumlar ölümden sonra cehenneme gideceği korkusuyla onu telaşlandırıyor. Ancak inancın gerektirdiği nefis terbiyesi, açlığa dayanamadığı için ona ağır geliyor: “Açlığın eğlencesi yok esasında, karnının ortasında bir alacakaranlık; gerisi sahtelik, aldatmaca. O alacakaranlıkla insan baş başa kalıyor, nefsini ancak kendisi terbiye ediyor.”
Kahramanımız sadece midesiyle sancı çekmiyor. Kendisi de gözünü ülkesinde olan bitene sımsıkı yummuşken Allah’ın bunca kötülüğe, zalimliğe bakmak yerine yemek saatlerini takip etmesine şaşırıyor. “Allah gözlemesi gereken milyarlarca insan varken, neden benim mideme giren lokmanın saatiyle ilgili olsun?”
Baba-oğul hesaplaşması, daha doğrusu hesaplaşamaması Dünyadan Aşağı’nın meselelerinden biri. Kitabın sonuna kadar bu çatışmanın Hilmi Aydın ve babası arasında olduğunu sanıyoruz. Oysa kitap bize hayatın döngüsü dışına çıkılamayacağını gösteriyor; oğul olarak babasıyla çatışanlar baba olarak oğullarıyla da çatışacaktır. Sırada Ali Cemal’in, babası Hilmi’yle mücadelesi var. Ancak anlatı bundan ibaret değil. Kitabın ortaya ne koyduğu, satır aralarının ne anlattığı özetlenecek olursa şöyle de denilebilir: Dini inancında çıkarcı, kadına bakışı çarpık ve ülke gündeminden uzak yaşantısıyla Hilmi Aydın gibilerin cirit attığı bir ülke anlatılıyor. Ali Cemal gibi birikimli, okuyan yazan insanların bir köşede sessizce olan biteni izledikleri ve ellerinden gelen tek şey olarak şiir ve roman yazdıkları bir ülke. Şair Ali Cemal otoriteye kurşun sıkmayı göze alabilen cesur bir insan. Onun silahı kalem, babasının alnına sıktığı kurşunsa yazdığı roman olabilir ancak. (ŞA)