Üstelik bunu ayaklarımızı yerden keserek yapar. Ama işte göçmek-konmak arasındaki o çizgiyi otomobil rahatlığıyla aşmamızın sonuçlarını düşündüğümüzde sunduğu özgürlüğün aldatmaca olmasının ihtimali var mıdır?
Bize istediğimiz zaman, istediğimiz yere gidebilme özgürlüğünün, aldatmaca olmasının ihtimalinden söz ediyoruz.
"Otomobiliniz sizsiniz"
Toplumumuzda otomobil sahibi olmak bir statü simgesi. Çoklu ulaşım araçlarından tekli ulaşım araçlarına terfi etmek, pazarlama endüstrisinin inanılmaz "ikna gücü"yle artık çok kolay.
Her bütçeye uygun otomobil mevcut. İsterseniz parayı bastırır, gücünüzün, ihtişamınızın göstergesi olan dev jeepinizle boy gösterirsiniz. Dağda, bayırda kullanmak için tasarlanmış bu araç, günübirlik trafikte, dar sokaklarda sıkışmanıza neden olabilir, varsın olsun. Ne de olsa"otomobiliniz sizsiniz"...
Ay sonunu çıkaramayan bir bütçeye sahipseniz de üzülmeyin çünkü krediler emrinize amade. Varsın benzin alacak paranız olmasın. Evinizin önüne park ettiğiniz bir otomobiliniz var ve reklamlarda söyledikleri gibi "otomobiliniz sizsiniz". Kimlik ve otomobil ilişkisi üzerine edilebilecek en düz söz:"Tüketiyorsunuz o halde varsınız!"
İçinde dört kişi olan otomobil gören var mı?
İstanbul'da, bir günde trafiğe çıkan kayıtlı araç sayısı iki milyon. Bu sayısının üstüne ise her gün 500 yeni araç katılıyor. Yani ortalama bir hesapla İstanbul'da bir ayda yaklaşık 150 bin civarında yeni araç satın alınıyor. Yani bir anlamda otomobil sektörü aslında kapitalizme hizmet ediyor.
Otomobilin toplu üretimi ya da "Fordizm" ile tüketim kanadında, General Motors'un uyguladığı pazarlama stratejsi olan "yıllık model" birleştiğinde otomobil taleplerini doğrudan yönlendirebilen bir sistem çıkıyor karşımıza.
Otomobillerin bir iki parçasını değiştirerek her yıl bir üst modeli üretmek aslında eski modelin işe yaramaz olduğu havasını oluşturuyor ve otomobil satışı sirkülasyonu bu şekilde ilerliyor.
Bunu günlük gözlemlerimiz de doğruluyor zaten. Trafikte dört kişinin içinde olduğu otomobil görmek neredeyse imkansız. Birey başına düşen otomobil sayısının artması bir yana, diğer bir yandan bir kişinin yönlendirmesiyle hareket eden otomobil, başkalarıyla ilişkimizi de asgari hale indiriyor. Özel ve bağımsız bir tüketim biçimi oluşuyor.
"Ve insan otomobili yarattı"
Bu durum kentleşme sorunlarıyla birlikte ele alındığındaysa çarpık sonuçlar ortaya çıkıyor. Tuvalete gitmek için bile otomobil kullanmamız bizi ne kadar özgür kılabilir ki? Otomobil kullanımın çevre kirliliğiyle ilgisi çok yönlü. Yakıt kirliliği bir yana, gürültü kirliliği ve görüntü kirliliği ise cabası. Ruh sağlığı açısından olumsuz etkilenmemiz de bir başka sorun.
Trafik kazası sonucu Türkiye'de her gün ortalama 25 kişi yaralanırken, 23 kişi hayatını kaybediyor. Günlük trafik kazası sayısı 422. "Ve insan otomobili yarattı" isimli kitabın yazarı, İlya Ehrenburg "trafik canavarı" denilen kavramın sanki toplumların genel kültür düzeylerinin dışında bir canlıymış gibi resmedildiğini ve yol kenarlarına bu nedenle tabelalarının asıldığını söylüyor.
Canavar sürekli büyüyor ve her geçen gün daha fazla insanı öldürüyor. "Otomobilin Ekolojisi" isimli kitabın yazarları, Peter Freund ile George Martin'e göre trafik kazalarının, bireylere yüklenmesi konuyu tek boyutuyla ele almak demek.
Sokakta otomobil egemen
Yirminci yüzyılın başına kadar, kullanımına yayaların egemen olduğu, yaya olarak halkın yaşamının büyük bir kısmının geçtiği sokaklar otomobilin icadı ve teknolojik gelişmelerinin getirdiği avantajlar sonucu, yayalardan çok otomobillere hizmet etmeye başladı.
Bu anlamda otomobilin bizi sokaklardan mahrum bıraktığını da söyleyebiliriz. Toplumun her kesiminden, birbirinden farklı insan sokakta buluşabiliyor. Dolayısıyla otomobillerin sokağı işgal etmesi önemli bir sosyalleşmenin de eksilmesini, yok olmasını sağlıyor.
Otomobil merkezli ulaşımın çarpıklığına dair bir başka örnek ise, saatte ortalama 120-180 km yapmak üzere tasarımlanan otomobillerin büyük kentlerdeki hız ortalamasının son derece düşük olması. Düşük hızda seyreden şehir içi trafiği çevreyi kirlettiği gibi ulaşım maliyetini de gereksiz bir şekilde yükseltiyor.
Boğaz köprüsü kuşbakışı otoparkı andırıyor
İstanbul'da şehir içi trafikte seyreden bir aracın hızı çoğu zaman bir at arabasının hızından bile düşük. Boğaziçi köprüsünün günlük araç geçiş kapasitesi 120 milyon iken her gün 180 milyon araçla bu sayıyı aşıyor.
Hatta köprü kuş bakışı seyredildiğinde kıpırdayamayan araçlarla adeta bir otoparkı andırıyor. Çözüm önerisi ise aslında yeni bir sorunun başlangıcına neden olabilecek nitelikte: 3.köprü.
Wuppertal İklim, Çevre ve Enerji Enstitüsü öğretim üyesi Dr. Wolfgang Sachs "bir demir testeresi tereyağını kesmek için ne kadar uygun bir aletse, otomobil de ulaşımın gerekleri için o kadar uygundur" diyor. Ona hak vermemek elde değil.
Peki otomobil merkezli ulaşımın alternatifleri neler?
İstanbul'da günlük şehir içi yolculuğunun yüzde 90'ı karayolu ile yapılıyor. Halbuki İstanbul her iki yakası da denizlerle çevrili bir kent.
Buna rağmen deniz yolu kullanım oranı sadece yüzde 4. Demiryolu kullanım oranı ise yüzde 6. Otobüslerin kullanım oranları nispeten daha yüksek ancak otobüste yolculuk yapan bireyin de tek hayali otomobile terfi etmek. Çünkü kalabalıkla beraber yolculuk etmenin onun adına hiçbir çekiciliği yok.
Bütün bunlara rağmen otomobili reddetmek fazlasıyla iddialı olur. Ancak sağladığı özgürlüğün gerçek özgürlük olmadığını söyleyebiliriz. Asıl reddedilmesi gereken ulaşım olanakları içinde, tek seçenek olarak önümüze otomobilin konmasıdır.(EÖ/AD)