Küf yeşilidir unutuş'un evi
Maviye kesmektedir senin kafası koparılmış çalgıcın,
Her esen kapı önünde
Yosundan ve ekşi kasık tüyünden oluşmuş bir trampet çalar sana
Cerahatli ayak parmağıyla çizer kumda kaşlarını senin .
Olduğundan daha uzun çizer onu ve kırmızısını dudağının.
Burada doldurursun kül kaplarını ve yersin yüreğini.
(Paul Celan, "Kül Kabı'ndaki Kum")
II. Dünya Savaşı'nda ailesini toplama kamplarında yitiren Romanya doğumlu Yahudi şair Paul Celan'ın "Haşhaş ve Bellek" (1) adlı şiir kitabında yer alan "Kül Kabı'ndaki Kum", şairin en ünlü şiirlerinden biri olan "Ölüm Fügü" ile bir bütünlük arz edecek şekilde Nazilerin, Yahudilere kendi mezarlarını kazdırdığı toplama kampları deneyimini anlatır. (2)
Şairin, Nazi soykırımının Yahudilere yaşattığı dehşeti anlattığı, neşeyi, umudu ve yaşamı sembolize eden çalgıcının ölü bedeninin mavisine karışan 'küf yeşili unutuş' dizesi; Krematoryumlarda yanan çıplak bedenlerden savrulan külleri, acıları unutulan Yahudilerin çürüyen bedenlerini ve denizin silip götüremediği hüznün mavisine dönüşen bedenlerin kokusunu da hissettirir Auswitchz sonrası okurlarına.
Pek çok eleştirmenin belirttiği gibi, Adorno'nun "Auswitchz'den sonra şiir yazmak barbarlıktır" sözünün aksine, şiiri yazan bir soykırım tanığı olduğu için Nazilerin, 20. yüzyılın ortalarında yaptığı barbarlık, tanığın gözünden sessizce ifşa edilir.
Soykırımın savunmasız kurbanlarının tanığı olarak, yakılanların küllerinin kaplara doldurulduğu bir dünyada, öldürüleceğini bilmediği insanları banyo yaptıracağını zannederek Krematoryumlara gönderen "görevli" Celan'ın, çaresizlikten ve acıdan çıldırdığının bir ifadesi olarak "kendi yüreğini yemesi"; Goethe'nin, 18. yüzyılın ortalarında yazdığı "Genç Werther'in Acıları"nda, aşktan kaynaklanan kaybının acısını, hüznün kendi maviliğine dönüştüremeyerek ulus idealinin kendisi olarak ulus devletin ideal kahramanının karanlık melankolisinin yüceltilmesinin yol açacağı katliamların da bir kanıtıdır "Kül Kabı'ndaki Kum". (3)
Gece Ülkesinde Çayüzümü Hüzünler
Ve, bundan dolayı da kapkara ölüm, "küf yeşili unutuş'un evi"nde hüznün maviliği yerine, neşenin temsili çalgıcının kopartılan kafasının çürümüşlüğü ile sembolize edilen ölü mavinin, rüzgârla gelen buz kestirici kusursuzluğunda kendini gösterir. (4) Celan'ın, "Ölüm Fügü"ne giriş niteliğindeki şiiri "Kül Kabı'ndaki Kum"da deliliğin kıyısında yası tutulan ölümlerin "geliyorum" diyen karanlığının perde arkası ise, "Ölüm Fügü"nde anlatılır.(5)
Toplama kamplarında kendi mezarlarını kazan Yahudilerin, Almanya'nın ulus devletini sağlamlaştırma adına, Julia Kristeva'nın Freud'dan ödünç alarak kullandığı ve "içimizdeki yabancı" olarak açıkladığı, ulusun bilinçdışındaki "tekinsiz öteki" (6) kavramına dönüştürülerek nasıl kurban edildiklerini anlatan "Ölüm Fügü"nde kutsal anneyle özdeşleştirilen ulus adına yaratılan dehşet şu dizelerle anlatılır: (7)
Bir adam oturuyor evde yılanlarla oynayıp yazı yazan
Hava karardığında Almanya'ya senin altın saçlarını yazıyor Margarete
Bunu yazıp evin önüne çıkıyor ve yıldızlar parlıyor
Köpeklerini çağırıyor ıslıkla
Sonra Yahudilerini çağırıyor ıslıkla toprakta bir mezar kazdırıyor
Bize buyruk veriyor haydi bakalım şimdi dansa
Şiir de, "yılanlarla oynayan" adamın yok ettiği Yahudilerle yeniden yazdığı Alman tarihiyle oluşan Margarete'in "altın saçları" ise, Goethe'nin Faust'un da yer alan kadın kahramana göndermedir. İşlediği tüm günahlara rağmen Tanrı tarafından affedilen Margarete, Nietzsche'nin 'üstün insan' kavramını çarpıtarak kendilerini "Ari ırk" ilan eden Nazilerin sembollerinden biri olan sarışın güzel kadındır ve saçlarıyla sarıp sarmaladığı ulusun koruyucu annesi olarak yeniden kutsanır. (8)
Celan, şiirin devamında "Gece vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü ve sabahlarla öğlenlerde bir de akşamları hiç durmaksızın içmekteyiz" dizeleriyle Almanya'nın bağışlanan kutsal annesinin sütünün artık öteki addedilen Yahudiler için kapkara bir zehre dönüştürüldüğünü ifade eder. (9)
Ulus Devlet Kıskacındaki Şair
Margaret'in "kapkara sütü", Goethe'nin "Genç Werther'in Acıları"nda, Werther aracılığıyla, estetik anlamda güzel olana yönelttiği (Hegel tarafından da desteklenecek) ve sınıfsal küçümsemenin yarattığı nefretin içinde yer alan tutkulu, coşkun Romantik hissiyatın; daha sonra nasıl Almanya'nın ulus devlet inşasına katkıda bulunacak ölçüde, önemli bir bağlılık unsuru olarak kabul edildiğini gösterir ve yapışkan kasveti ile, Paul Celan'ın şiirinde anlattığı derin hüzne sebep olan, Alman toplumunun Yahudilere yönelttiği sebepsiz nefretin kaynağını oluşturan derin melankolinin de izlerini de taşır.
Şiirin son bölümünde ise, şair yaşadığı karanlık acıyı tüm çarpıcılığıyla bir defa daha haykırarak Margarete için kurban edilen Sulamith'in kül olmuş saçlarını anlatır:
Bir adam oturuyor evde senin altın saçların Margarete
Köpeklerini salıyor üstümüze havada bir mezar
Armağan ediyor yılanlarla oynuyor ve dalın düşlere
Ölüm Almanya'dan gelen bir ustadır
Senin altın saçların Margarete
Senin kül olmuş saçların Sulamith
Tevrat'ta, "Süleyman'ın Şarkısı" bölümünde adı geçen Shulamith, Yahudilerin bağışlanmayan kadın sembolüdür ve umudu temsil eder. Alman ulusunun inşası, Margaret'in "altın saçları"nı tüm ülkeye yazarken geride Shulamith'in kül olmuş saçları kalır. Yakılan bedenleriyle, yok edilen Yahudi halkının öldürülen annesi Shulamith bağışlanmadığı için halkını kurtaramaz.
(10) Celan, "Ölüm Almanya'dan gelen bir ustadır". dizesiyle Nazilerin yaptığı soykırımı ifade ederken Almanya'da yaşayan Aşkenaz Yahudilerini de kast eder.
Celan'ın, Aydınlanmanın insan aklının kusursuzluğuna dayanan felsefesine getirdiği muazzam bir eleştiri olan bu dize, belleklere "Holocaust"ın dehşetini kazırken Hitler tarafından tüm Almanlara dayatılan kusursuzluk modelinin karanlığını da gösterir. (11) (YK/EÖ)
Notlar:
(1) Paul Celan, "Haşhaş ve Bellek", Çev.: Gertrude Durusoy-Ahmet Necdet, Broy Yayınları: İstanbul, 1994, s. 18.
(2) Kendisi de 18 ay boyunca toplama kampında tutuklu kalan ve işkencelere maruz bırakılan P. Celan, II. Dünya Savaşı'nın bitiminden iki yıl sonra Paris'e yerleşir ve 20 Nisan 1970'de burada intihar eder.
(3) Johann Wolfgang von Goethe, "Genç Werther'in Acıları", Çev.: Nihat Ülner, Can Sanat Yayınları: İstanbul, 2007.
(4) Paul Celan'ın, tutuklu bulunduğu toplama kampında her türlü işkenceye maruz kaldığı, korkudan altına kaçırdığı ve kamptan sağ olarak çıkmasına rağmen Krematoryumlarda yakılan Yahudileri, ne yaptığını bilmeden, fırınlara gönderdiği için ciddi derecede akıl sağlığını yitirdiği anılarından bilinir.
(5) Paul Celan, "Haşhaş ve Bellek", s. 43-45.
(6) Julia Kristeva, "Strangers To Ourselves", Translated: Leon S. Roudiez, Columbia University Press: New York, 1991, s. 191.
(7) Paul Celan, "Haşhaş ve Bellek", s. 43.
(8) George Bataille, "Nietzsche Üzerine" adlı eserinde Hitlercilikte Yahudi nefretinden daha temel hiçbir şey olmadığını belirterek, Nietzsche'nin Nazi pisliğinden temizlenmesi gerektiğini savunur. Bataille'e göre, Nietzsche'nin, Nasyonal Sosyalistler tarafından çarpıtılan düşüncelerinin temelinde yatan; onun bir entelektüel olarak felsefesini oluşturduğu "tüm zamanların en üstün insanları olan Greklere" duyduğu hayranlığın, Hitler tarafından Ari ırkın üstünlü olarak Nazi ideolojisine tercüme edilmesidir. Bataille, Nazizmin bu tavrına örnek olarak, Hitler'in "Gençliğin kutsal tahtalar yerine stadyumlara gereksinimi vardır" sözünü göstererek, onun, salt askeri değerleri benimseyen ırkçılığı yücelttiğini belirtir. Oysa ki, Nietzsche'yi Nasyonal Sosyalistler' den ayıran en temel fark "yaşamın büyük haklarını olumlamasını sağlayan değerdir" (George Bataille, "Nietzsche Üzerine", Çev.: Mukadder Yakupoğlu, Kabalcı Yayınevi: İstanbul, 2000, s. 209-210).
(9) Almanca konuşulan bir evde büyüyen Paul Celan'ın dinsel ayrımcılıktan nasiplenmeden geçen çocukluğunda annesinden edindiği Alman şiirine olan tutkusu, onu Almanca yazmaya sevk eder. Celan'ın, soykırım sonrası yaşadığı yoğun düş kırıklığını yansıtan bu dizeler, onun Naziler tarafından "saklanmayı reddettikleri" için yakalanan ve toplama kampında öldürülen anne babasına olan bir ağıtıdır bir bakıma. Celan, toplama kampında ensesinden vurularak öldürülen annesinin ölümünü bir yıl sonra öğrendiğinde "Muttersprache" (Ana Dil) şiirinde şu dizeleri yazar: "Ve katlanabiliyor musun anne bir zamanlar okuduğun, o zarif, Almanca ve acı dolu kafiyelere".
(10) Kristeva, ulusal dil ve edebiyatların oluşumunda etkili olan milliyetçiliğin görünmez yüzünden bahsederken Romantiklerin aşkı ele alış biçimlerinde görülen milliyetçi özelliğin en az Goethe'nin, ünlü eseri "Weltliteratur" da (Dünya Edebiyatı) savunduğu kadar evrenselci olduğunu belirtir (Julia Kristeva, "Strangers To Ourselves", s.180).
Tevrat'ta iki farklı şekilde hikâyesi anlatılan Shulamith, "Süleyman'ın Şarkısı" bölümünde, Kral Süleyman'ı esir düştüğü yerden kurtarıp onunla kaçan Yahudi bir prensestir ve geldiği yerde Süleyman'ın sayısız eşlerinden biri olan Kraliçe tarafından affedilmeyerek öldürülür. "Genesis"te geçen diğer hikâyede ise, Süleyman'ın babası Kral Davut'un yaşlılık döneminde onu güçlendirmesi için hizmetçi olarak tayin edilen genç kadındır. Davut'un ölümünden sonra Süleyman'ın erkek kardeşi Araunah tahta geçmek için Shulamith'le (Abishah) evlenmek ister. Süleyman, Araunah'ı öldürterek ilk karısı olacak Shulamith'le evlenir ve Kral olarak tahta geçer. Bugünkü İsrail'in -Tevrat'tan itibaren -kadınla özdeşleştirilen topraklarını sembolize eden Shulamith'in ölümü, Paul Celan'ın şiirinde Yahudilerin, Almanların ulus devletinin kuruluşu uğruna "Holocaust" ile yok edilişini simgeler.
(11) Bu kusursuzluk modeli önerisinin öncesinde, uzun yıllar boyunca varolan asimilasyon sürecinden ileride bahsedeceğimi belirterek, bu sürece gönüllü dahil olan "inanmış" insanlardan biri olarak Celan'ın ölüm kampı deneyimi sonrası yaşadığı düş kırıklılığının ciddi bir bölümü de, Romanyalı bir Yahudi olarak hiçbir zaman gerçek anlamda Alman kültürüne kabul edilmediğini anlamasından kaynaklanır. Celan'ın yaşadığı düş kırıklığına önemli bir örnek olarak soykırım öncesi düşüncelerinden etkilendiği ve Nazilerin fikir babalığını yapmakla itham edilen Heidegger'den, Nazilerin gerçekleştirdiği ölümler için özür dilemesini beklediği, hatta "Ölüm Dağı" adlı şiirini bunun için yazdığı da söylenir, ancak Heidegger hiçbir şekilde Nazi geçmişinden dolayı özür dilemez.