Adnan Gerger'in "Ses ve Sus"* romanı 2018'de yayınlandı.
İtiraf edeyim ki okumam biraz gecikti. Bir kaç kez elime aldım, her defasında yeniden ve yeni baştan birkaç sayfa okudum.
Sonra yine kaldı. En sonunda en keyifsiz zamanımda ve başlayıp bitirinceye kadar ama tadında kıvamında okudum.
Başta şunu ifade edeyim: Adnan bir dil ustası.
Malum, iyi edebiyatı okutan usta işi dildir.
Adnan, Ses ve Sus'ta dilin kıvamını, ahengini oturtmuş. Okuyanın farkında olmamasının imkânsızlığı üzerinden bir dil "işçiliği" var romanda. Nitekim bunu gören "Dil Derneği" romanın yayınlanışının hemen ardından "onur ödülü"ne layık bulmuş kitabı ve yazarını...
Kitapta dört ana karakter var: Leyla, Serpil, Özgür ve Sur Civan. Ve bu dört kahramanın hayatlarına yer yer girip köşesine çekilen yan karakterler...
Ama asıl bu karakterlerden öte bir başka karakter var ki, romanı alıp götüren; Toprak.
Evet toprak bir kez dilegelmeyegörsün! Dile geldiğinde karşısında salt ses'in/seslerin değil, her bir şeyin sus pus olacağı Toprak. Hemen romanın girizgahında kült bir Anatanrıça gibi sesleniyor toprak; "yaklaşın, size anlatacaklarım var."
Ve başlıyor kahramanların dilinden anlatmaya/konuşmaya.
Ses ve Sus'a bir fantastik roman diyeceğim ama haksızlık olacak. Yer ve mekân adları üzerinden fantazyalarla sarmalansa dahi hem güne/ana dair, hem de asırlık geçmişe dair bir roman Ses ve Sus.
Murathan Mungan'ın Şairin Romanı'nda bir kuyu vardır.
Üzerine gidilip şiirler okunur, ses ünlenir, sonra o ses sahibine geri döner.
Ses ve Sus'ta kavmiyet ya da etnik kimlik adı geçmez, yoktur. Kahramanların da öyle, etnisiteleri belirtilmemiştir.
Ama okurken romanı kahramanların başlarına gelen/getirilen onca iş-icattan sonra yazılmasa da anlarsınız coğrafyanın ötekileştirilenlerini.
Ve sonra döner dipsiz kuyuya ünlersiniz sanki olan biteni, beklersiniz ses'in sus'madan sahibine geri dönüşünü.
Bir anlamda ötekileştirilenlerin yüz yıllık tarihinin edebiyatıdır Adnan'ın romanı. Tarihten akıp gelen ah ile günün felaketlerinin içiçeliği, geçirgenliği! Ya da anın tragedyasının geçmişin izleğinden kurtulunamayışının bir nevi filmografisi...
Adnan Gerger haber gazeteciliği ve röportaj tekniklerini çok iyi bilen bir kalem adamı. Bu becerilerini de akıllıca kullanarak romana yer yer polisiye merak uyandıracak akışkanlık da kazandırmış. Polis şefi Yadigar'ın anlatısı değme polisiyeye taş çıkaracak ustalıkta. Leyla'nın anlatıcılığı da ha keza.
Adnan Gerger'in Ses ve Sus'unda insan kanıyla sıkça sulanmış günahkâr hançerin bilenmesinin biley taşı ile değil, insan yüreği olduğunun altı özenle çiziliyor. Nitekim bu tespit romanda karakterlerin akıbetinin de gerekçesi oluyor bir anlamıyla.
"Zaman geçecek, biz kalacağız"
Ve taş ile toprak sıkça dile geliyor: yıkıntıların arasında göl olmuş kanartılmış toprağın; "Burası artık kadim bir yer değil, başka nehir, başka lisan, başka insan var buralarda, git" derken aslında toprağın belleğinde zamanın silikliğinin, anlamsızlığının azadeliği bir kez daha okura hatırlatılıyor.
Çünkü Mayakovski'nin ifadesiyle; "zaman geçecek, biz kalacağız."
Öyle ki fark ediyorsunuz; kuşaklar değişiyor ama toprağın coğrafyasının alınlara yazılan kaderi değişmiyor, en azından muktedirin acımasızlığında...
İçim burkularak okudum Ses ve Sus'u. Teşekkürler Adnan, ne iyi edip yazmışsın ve yüzleştirmişsin bizi bir kez daha hafıza kaybına uğratılmaya çalışılan zamanların diliminde ve dahi coğrafyasında edebiyatın kudretli diline sığınarak.
Seneca; "derin acılar dilsizdir" dese de, Adnan en derin en iz bırakan acıların dilinin pasını almış izini ardında bırakmış Ses ve Sus'da...
*Ses ve Sus. Adnan Gerger. KaraKarga yayınları. eylül 2018
(ŞD/PT)