Haftasonu nasıl geçti? Her şey çok normal gibi görünüyor. Çalışanlar bir ya da iki gün izin yapma fırsatı buldu. Bazıları daha acımasız koşullarda, tatil yapmadan çalıştı. Maçlar oynandı, diziler yayınlandı. Cuma günü sinemalar yeni programına geçti, gidenler oldu, gidemeyenler oldu. Bazılarımız için haftasonu güzel geçti, bazıları için kış depresyonuyla geçti.
Bazıları içinse haftasonu kelimenin tam anlamıyla karabasan gibiydi. Daha geçmedi, geçeceğe de benzemiyor. Ülkenin güneydoğusu sanki başka bir yer gibi. Kahvelerde toplanıp maç izlemek zor. Sinema salonları tekin değil. Sokaklar çok tehlikeli. Gerçi Dolapdere'de de durum farklı değildi. Aslında hiçbir yerde farklı değil. Oraların senaryosu öyle yazılmış, buraların böyle... Ötekilerin senaryosu öyle yazılmış, berikilerin böyle... Aynı kalem yazmış ikisinin senaryosunu da. Birinin mürekkebi kurumadan diğeri yazılmış. Ne kadar acınacak bir durum, ne kadar zavallı bir durum!
Hiç bu haftasonunda olduğu kadar tanrıya ihtiyaç olmamıştır herhalde. Bizbize, kendi irademizle hiçbir şeyi beceremeyeceğimiz, istesek de bunun olmayacağı fikri öyle çöktü ki ülkenin üzerine. Aylardır "demokrasi mi değil mi, hangi demokrasi" diye konuşup dururken, demokrasi meselesi sona erdi. Biraz vicdan, biraz adalet, biraz hakkaniyete muhtaç kaldık. Demokrasi tartışmalarının ne kadar boş, laubali tartışmalar olduğu ortaya çıktı. Vicdansız, adaletsiz bir dünya ha öyle yönetilmiş ha böyle yönetilmiş, ne fark eder?
AKP'nin kapatılma davası nasıl neticelendi hatırlıyoruz. Hepimiz hatırlıyoruz. Yine aynı mahkeme, yine aynı yüz, yine bir karar anı. Zarfı açtık, tüm Türkiye sessizliğe büründü. İktidar partisi devrilecek miydi, devrilmeyecek miydi? Devrilseydi bedelleri ne olacaktı, devrilmeseydi ne olacaktı? İşte o karar açıklanırken, aynı ölüm öncesi film şeridi hikâyesindeki gibi tüm senaryolar gözümüzün önünden geçti. Yargı kararıyla Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesine engel olunduğu argümanıyla oy isteyen AKP'ye seçmenden tam destek gelmişti. Zarf açıldığında "Türk Adaleti" yüzde 47'nin kararını yargılıyordu. "Türk Adaleti" dedi ki: Suçu tespit edildi ama infaz gerçekleşmeyecek. Parti kapatılmamıştı. Gerekçesi her ne olursa olsun, parti kapatılmamalıydı. Parti siyasetti çünkü. Siyasetin kapandığı yerde neyin başlayacağını bu ülkenin insanları iyi biliyordu. Bunlar çok iyi öğretildi evvelce.
Benzer bir sahnede, aynı aktörler bu defa DTP'nin zarfını açtı. Aynı şeyler yine yaşandı. Film şeridi yine gözler önünden geçti. Fakat bu defa parti kapatıldı. DTP'nin suçu neymiş, karar hukuki miymiş, siyasi miymiş? Bunları tartışmak yersiz. Yeri geldiğinde suçluya ceza ver(e)meyenler, bu defa öyle bir insiyatif kullanmamış. İki yıl bir dava için iyi zaman. Her sonuca uygun tüm senaryoları kestirebilecek kurumlardan söz ediyoruz. Hatta potansiyel olarak manipüle edecek yetkileri bile var. Yasama, yürütme, yargı ve hatta dördüncü kuvvet. Sanki karar büyük bir uzlaşma sonucu alınmış gibi. O yargıyla mücadele ederek cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül, kararın saygıyla karşılanması gerektiğini, partinin de kapatılmak için her şeyi yaptığını söyledi. 28 Şubat'tan fiilen etkilenmiş olan Abdullah Gül bunu söyledi. Yasamadan ses çıkmadı, AKP milletvekilleri münferiden konuştu. Ana akım medyadan hepten ümidi kestik, parti kapatma konusuna duyarlılığıyla tanıdığımız Etyen Mahçupyan'ın yazısı hayretler vericiydi. En garip cümlelerse şunlar: "DTP'nin kapatılması bir fırsat... Kürtlerin bu kez gerçekten şiddete mesafe alan ve barışa layık olan bir siyaset üretmeleri, böylece toplumu kerhen değil gerçekten yanlarına çekmeleri için bir fırsat."
Artık "Ben milliyetçiyim, Türkoğlu Türküm" diye ortaya çıkıp konuşanlardan örnek verecek zamanı da geçtik. Demokrat olduğunu söyleyen sağ ittifakın geldiği noktaya bakın. Bu kapatma kararının ardından olacaklardan haberdar şekilde, parti kapatmanın destekçisi olundu. Hukukçu değilim, usullerden pek hoşlanmam ama hukuk demek usule uydurmak demek. Aynı AKP'nin suçunu tespit edip, cezasını vermemek gibi bir yol bulunabilirdi. Sokaklar, caddeler cehenneme dönmeyebilirdi.
Ama sözümüzü başında söyledik. Yazılmış bir senaryonun yanılmış çocuklarıyız biz.(OY/EÜ)