7 Ekim 2023’teki Hamas saldırısına İsrail’in verdiği karşılığın hemen ardından ABD’de başlayan Filistin için protestolar, kısa zamanda ‘Özgür Filistin’, ‘Nehirden Denize’ (From the River to the Sea) ve ‘Soykırıma hayır’ sloganlarıyla tüm Kuzey Amerika kampüslerine yayıldı. Ben de bu süreci, parçası olduğum Brown Üniversitesinin kampüsünde gözlemledim ve soykırımın yıldönümünde halen yaşamaktayım. Bu eylemlerle Amerikan üniversiteleri 60’ları ve 70’leri hatırlatacak derecede yeniden siyasileşiyor.
Bu protestolar hem 1991 Körfez Savaşı’na karşı üniversite öğrencilerinin yüksek katılımıyla süren protestoları, hem de Türkiye’de eskiden hocası olduğum Boğaziçi Üniversitesi’ndeki birçok eski ve hâlâ süregelen direnişi hatırlattı.
1991 Körfez Savaşı’na karşı protestolar daha çok Washington DC’de Beyaz Saray’ın tam arkasındaki Lafayette parkında genel bir çağrı ile düzenlenirdi; amaçlarından biri de özellikle hafta sonları sabaha kadar gürültü yapıp Başkan’ın uyumasına engel olmaktı. İyi organize edilen ve gayet düzenli sürdürülen bu protestolara biz üniversiteliler de imkanlar elverdikçe katılırdık. Protesto esnasında polis bizi korurdu -hayatımda ilk kez polisin protestocuyu ‘’dış mihraklardan’’ koruduğu bir direniş alanındaydım.
Protestoları düzenleyenlerden hiçbirini tanımıyordum. Elinde megafonlarla, renkli yelek giymiş (hani trafik polislerinin giydikleri gibi) ‘’marshal’’ denen görevliler ne derse onu yapardık. Su, yiyecek, uyku tulumu çadır hep sağlanırdı.
‘’Marshal’’ polisi ve askeri otoriteyi çağrıştıran bir terim olduğu için kafama takılmıştı -bu bağlamdaki en anlaşılır tercümesi ‘nizamcı’ olsa gerek. Amerika’da siyahlara eşitlik için düzenlenen ilk sokak protestolarından beri kullanılıyorsa da benim içime tam sindiğini söyleyemeyeceğim. Nizamcılar yine katıldığım 2017 Kadın Yürüyüşü, 2020 Black Lives Matter protestolarının da en önemli bileşeniydi. Bu protestolar sıkı bir düzenle ve emir komuta zinciriyle işleyen, yürütülen organize hareketler ve direnişlerdi.
Eylemlerde 'nizamcı' nöbeti
Geçen akademik yılda, 7 Ekim’in ardından İsrail’in Gazze’de başlattığı savaşa karşı üniversitelilerin zaman kaybetmeden başlattığı protestolarsa; hiyerarşik organizasyonu olmayan, farklı nizamcılarıyla çok daha sivil, spontan ve öğrenci merkezliydi. Öğrenciler nizamcılığı gönüllü ve dönüşümlü olarak üstleniyorlardı.
Bu da bana Boğaziçi’ni hatırlattı: Okulumuzda 2012’de Starbucks açıldığında öğrencilerimiz New York’taki Occupy Wall Street hareketinden esinlenerek müthiş bir direnişi 2.5 ay sürdürerek kampüse polisi sokmadan Starbucks’ın kapatılmasını sağlamışlardı. Orada öğrencilerin protestoyu kendi kendilerine demokratik bir sistemle yönettiklerini gözlemlemiştim. Aslında esinlendikleri Occupy hareketi çok daha sıkı bir organizasyonla yürütülmüş, globalleşmesi de öyle olmuştu.
Brown Üniversitesi’nde öğrencilerin bu son derece beraber, eşit, hiyerarşik bir organizasyon olmadan düzenledikleri protestoların organize kabul edilebilecek tarafı, Filistin’de Adalet İçin Öğrenciler – FAÖ (Students for Justice in Palestine) ve Hemen Ateşkes İçin Yahudiler – HAY (Jews for Ceasefire Now) gibi isimler altında toplanmalarıydı.
Kampüsler arası dayanışma ağı
Bunlar zaman içinde ülke çapında organizasyonlara dönüştüler, ama hiçbir kampüste protestoları bu organizasyonlar belirlemiyordu. Protestolar bir kampüste başlayıp diğerlerine yayıldı; yani öğrenciler birbirlerinden öğrenirken bir yandan da kampüsler arası bir dayanışma ağı ördüler.
Sözgelimi Brown Üniversitesinde kendilerini Yahudi olarak tanımlayan 20 öğrenci Rektörlük Binası’nı işgal ettikleri 8 Kasım 2023 direnişinde, FAÖ’deki arkadaşlarıyla konuşarak, daha güvenli olacağı fikriyle ve bilinciyle, bu eylemi sadece Yahudi öğrencilerin yapmasına karar vermişlerdi. İşgale kimin katılacağını da o günkü gönüllüler belirlemişti.
Gün ortasındaki ilk eylem FAÖ’nün dersleri bırakıp eyleme katılma (walkout) çağrısıyla başlamış, ‘’Ateşkes! Hemen!’’ sloganıyla rektörlük binasının da olduğu yeşil alana yayılmış, rektör ofisinin bulunduğu katı da o 20 öğrenci işgal etmişti. İstekleri çok netti: Brown Üniversitesi’nin rektörünün Brown Şirketi’nin yönetim kurulu toplantısında divestment (İsrail’i yatırımlardan mahrum bırakma) konusunun görüşülmesi ve bu oturumda söz sahibi olmak.
Sonuçta talep ettikleri söz hakkını elde ettiler ve konunun ısrarla takipçisi olmaya da devam ediyorlar. Mezun olanlar gitse de, her sınıftan öğrenci katılımı olması sayesinde hareket, gördüğü bütün baskılara ve şiddete rağmen canlılığını kaybetmedi.
Rektör polis çağırdı
8 Kasım 2023’te o yirmi öğrenci binayı kapanış saati olan 17.00’de terk etmeyince rektör derhal polis çağırdı ve bu yirmi öğrenci tutuklanarak elleri ters kelepçeli halde binadan çıkarıldılar. Bu arada yeşil sahada öğleyin başlayan protestoya katılanların sayısı 400’e varmıştı, rektörlük binasının önünde slogan atmaya devam ediyorlardı. Bu kalabalıkta öğrenciler ile birlikte, benim de aralarında bulunduğum hocalar da vardı.
O gece öğrendim ki, eylemcilerin işi bitmemişti. Hemen ‘gözaltına alınanlara destek’ (jail support) ve ‘hukuki gözlemci’ (legal observer) rollerini üstlenen öğrenciler boy gösterdi. Hazırlıklarını çoktan yapmışlardı, gözaltına alınarak davalarının 28 Kasım’da görüleceği duyurulan öğrencileri teslim almaya karakola gittiler. Karakolun önünde başka protestocular da toplanmıştı.
Ben buna benzer bir deneyimi Barış Akademisyenleri’nden tutuklu iki kadın akademisyenin Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevinden çıkarken karşılanması sırasında yaşamıştım, ve tabii onlar tutuklanırken Çağlayan’da da. Ama protestoculara bilgi aktaran avukatlar dışında bir organizasyondan haberdar değildim.
O gece gözaltılar sırasında orada bulunanlar, bir katkıda bulunma umuduyla eylemci öğrencilerle konuşmaya başladık, hatta birkaç hoca eylemlere doğrudan katılmak istedik. Brown’da, Şükran Günü tatilinde (Kasım’ın 3. perşembesi ve izleyen hafta sonu) Filistinli bir öğrencinin Amerika’da oturduğu şehirde sokakta yürürken bir İsrail taraftarının silahlı saldırısıyla yaralanması üzerine, çok daha büyük protestolar düzenlendi. 41 öğrenci daha tutuklandı.
Bu eylemler boyunca hep polis çağrıldı, hep karakola gidildi. 700 küsür öğretim üyesi olan Brown’da sayıları 70 küsürü geçmeyen hoca da bu eylemlere destek verdi. Dahası rektörün işgalci ve eylemci toplam 61 öğrenciye karşı açılan davalardan vazgeçmesi talebini açık bir mektupla duyurdular. Öğrenciler içinse protestoların esas amacı ateşkes ve İsrail’i yatırımlardan mahrum etme (divestment) olmaya bir yıldır devam ediyor.
Eylemde 'hukuki gözlemci'
Bu protestoların ardından yeşil alanın çadırlarla işgali başladı. Columbia Üniversitesinde ağır polis baskısı altında başlayan bu eylem, Amerika’daki pek çok kampüse zaten hızla yayılmıştı. Brown Üniversitesi’nde 24 Nisan 2024’te başlayan ‘’Gazze ile Dayanışma Çadır Eylemi’’ 6 gün sürdü. Ben her gün gönüllü ‘’hukuki gözlemci’’ sıfatıyla en az 3, hatta bazı günler 6 saat oradaydım. Bu sıfatla eylemi gözlemleyen iki üç hocadan biriydim.
23 Nisan’da öğrencilerden gelen bir çağrı ile gönüllü listesine yazıldım, aynı gün hem Brown öğrencilerinin, hem de Ulusal Avukatlar Loncası (National Lawyers Guild) adlı, Amerikan Barosu’na alternatif olarak 1937’de kurulmuş avukatlar grubunun verdiği eğitime katıldım. Ve bu sayede hem son derece gevşek bir organizasyonla -hatta organizasyonsuzlukla- gerçekleşen öğrenci eylemlerinin nasıl tamamen eşitlikçi bir gönüllülük esasıyla yürütüldüğünü yakından gözlemleyebildim.
Eğitimi veren öğrenciler de Lonca’dan eğitim almışlardı; benim hem öğrenci hem de avukat olan eğitmenlerim kendilerini Yahudi olarak tanımlıyordu. Yahudilerin başından beri bu eylemlere yüksek oranda katıldığını biliyordum zaten.
Eğitim alanlar kendi aramızda bir grup kurduk ve vardiyalarımızın 3 saat olmasına karar verdik. Bazılarımız gözaltına alınanlara destek grubuna da yazıldık. Ben ilk gece saat 24-03 vardiyasını aldım. Tek görevim, birisi tutuklanırsa ondan haber almak için telefonumu açık tutmaktı.
Avukatlara özel eğitim
Ertesi gün öğlen yasal gözlemci vardiyama başladım. ABD’de herkesin bildiği yeşil renkteki yeleklerimizi giyerek çadırların etrafında dolanmaya, beklemeye başladık. Neydi işlevimiz? Polis geldiğinde polisle beraber hareket etmek, bir başka deyişle onları takip edip neler yaptıklarını gözlemlemek, not etmek ve mümkünse foto ve video kaydı yapmak.
Avukatlar Loncası eğitimi oldukça detaylıydı. Zira Lonca hukuki gözlemcilik alanına 1968’de Columbia üniversitesindeki Vietnam Savaşı karşıtı eylemler ile Chicago’daki Demokrat Parti Genel Kurultayı’ndaki protestolardan sonra girmişti. Hukuki gözlemcilik üç ilkeye dayanıyor: Polisin eylemcilere tavrını gözlemleyip kayıt altına almak, polisin hukuk ve yetki dışı eylemlerine şahitlik yapmak, polisin anayasaya aykırı hareketlerine karşı caydırıcılık sağlamak.
Bizler 6 gün süren Brown çadır eyleminde en az 3 kişilik gözlemci grupları olarak, her gün belirli saatlerde en az 2 bazen 4 kez kampüsün her daim halka açık olduğu söylenen yeşil sahasına gelip (Brown kampüsü Providence şehrinin belli mahallelerine yayılmış ve şehirle iç içe geçmiş açık bir kampüstür) kimlik kontrolü yapan polisi ve eşlikçilerini gözlemleyip videolar çektik, kısa notlar alıp raporlaştırdık. Telefonlarımızın şarjlı olması foto ve videolar için önemliydi ama küçük bir not defteri de kullanmamızı önermişlerdi.
Telefonlarımızdan yüz tanımasını kaldırmamız söylendi, zira Amerika’da polisin zorla telefonu hukuki gözlemcilerin yüzüne tutup içeriğine ulaşarak kayıtları sildirdikleri epeydir biliniyor. Not defterinin üzerine ise açık ve görünür bir şekilde ‘’Ulusal Amerikan Avukatlar Loncası iş dosyasıdır’’ diye yazmamız önerildi. Çünkü herhangi bir avukatın dosyasının içindekiler avukat-davalı/davacı arasındaki özel bilgi olarak anayasal korunma altında. Telefonlarımızın yüzümüze zorla da olsa tutulup telefonumuza girilmesi ise anayasayla korunan bireysel hakların ihlalinden sayılmıyor. Eğitimi aldığımız Rhode Island eyaletinde polisin herhangi birine istediği zaman kimlik sorma hakkı olduğunu da şaşırarak öğrendim. 80’lerin sonunda öğrenciyken böyle değildi, Terörle Mücadele denen kavram ABD’ye iyice yerleşince bu değişmiş.
Eylemciler için rehber
Polise kimlik vermeniz için iki saat süreniz var, ama kimliği göstermekten başka bir şey yapmak ya da herhangi bir sorusunu cevaplamak zorunda değilsiniz. Son olarak eylem sırasında gaz yersek hemen yıkanmamız gerektiği, bot çizme ya da benzeri sert ve ağır ayakkabı giymememiz ve çok dikkat çekmeyen kıyafetlerle dolaşmamız da söylendi.
Çünkü bizim işimiz fazla dikkat çekmeden, yani damarlarına basmadan polisleri gözlemlemekti. Bir olay çıkarsa ağır ayakkabı kendimizin de başkasının da zarar görmesine sebep vereceğinden savunulması zor olabiliyormuş.
Çadır eylemi boyunca süren gönüllü gözlemcilik tecrübem oldukça ilginç ve öğretici idi. Aslında her gün gelen polisler pek kibardı ve herhangi bir olay çıkmadı. Protestocular, sorulduysa kimliklerini göstermek zorunda olsalar da, polise bunu niye yaptıklarını sorma hakkı var. Öğrenciler de bıkmadan usanmadan sve aynı cevabı alacaklarını bilerek sordular. Cevap: ‘’Kampüsümüzde dışarıdan size zarar verecek kişi gelmesin diye uğraşıyoruz!’’ Yani sizi dış mihraklardan koruyoruz!
Nisan ayıydı hava güzeldi, protestonun yapıldığı geniş yeşil alanda ziyaretçiler, hocalar, şehirdeki başka üniversitelerinden gelen öğrenciler, hatta anne babalar vardı. Bir keresinde polis bir annenin kamptan çıkmasını söyledi, ama anne çocuğuyla oturmaya geldiğini söyleyerek reddetti. Anne kimliğini gösterdi, polise ‘’Kim olduğumu biliyorsun ben ajitatör değilim’’ deyip oturdu. Bu annenin çocuğu olan öğrenci de (kamptaki her öğrenci gibi) daha sonra okul kurallarına uymadığı gerekçesiyle disiplin cezası alacağı tehdidine uğradığında, savunmasını hazırlarken tanıklığıma da dayanmak için bilgilerimi aldı.
Neyse ki sonunda rektörün İsrail’in yatırımlardan mahrum bırakılması konusunu Brown Şirketi’nin yönetim kurulunun gündemine almayı ve öğrencilere de orada söz hakkı tanımayı kabul etmesi üzerine kamp dağılınca, buna gerek kalmadı.
Filistin halayı ile kutlama
Bir başka gün de orada kampa dahil olmayan ve sadece çimlerde oturan 3 doktora öğrencisinin disiplin kuruluna sevki söz konusu olunca, öğrenciler hazırladığım raporu savunmalarında kullandılar ve ceza almadılar. Hukuki gözlemciliğin nasıl işe yarayabileceğini de böylece gördüm.
Rektörle öğrenciler arasında kampın sona ermesi için görüşmelerin yapıldığı gün kamp her zamankinden coşkulu idi, öğlen yemeği sonrası Filistin halayı yani dabke çekiyorlardı. Filistinli iki doktora sonrası araştırmacı ile halayı seyrediyordum. Halay çeken grupta her çeşit insan vardı: Beyaz, Siyah, Latin Amerikalı, Yahudi, Müslüman, Doğu Asyalı, Güney Asyalı... Araştırmacılardan biri diğerine ‘’Bir gün birisi bana, günün birinde Amerika’da bunca farklı insan kusursuz dabke çekecekler dese inanmazdım’’ dedi...
Evet, bu inanılmaz öğrencilerin inanılmaz eylemleri hâlâ aynı kararlılıkla devam ediyor. Bir sene dolarken sadece Gazze ve Batı Şeria değil, Lübnan da çok büyük tehlike altında. Bu öğrenci protestolarının bir işe yaramadığını söyleyenler de var. Ama öyle ya da böyle toplumsal hafızada ve Amerika’nın protesto tarihinde yeni bir sayfa açtıklarından şüphe yok: Şimdiye dek Amerika’da bir dış mesele olarak görülen İsrail’in ABD destekli savaşlarını artık bir iç mesele haline getiriyorlar.
(MT/Mİ)