ABD Büyükelçiliği’nin 8 Ekim’de “Türkiye’deki tüm ABD diplomatik misyonlardaki göçmen olmayan vize hizmetlerini askıya alma kararını” duyurmasının yankıları sürüyor. Cumhuriyet tarihi boyunca iki ülke arasındaki en büyük krizlerden biri olarak nitelenen gelişme öncesi tansiyonu tırmandıran pek çok gelişme vardı. Bunlardan biri Protestan cemaatine ait İzmir Diriliş Kilisesi Pastörü Andrew Craig Brunson’ın “FETÖ üyesi olduğu” iddiasıyla tutuklanmasıydı. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuyla ilgili ABD’de bulunan Fethullah Gülen’i kastederek “‘Papazı verin’ diyorlar. Bir papaz da sizde var, bize verin, biz de onu size verelim” demişti. Sonrasında iki ülke arasındaki gerginliği artıransa ABD İstanbul Başkonsolosluğu'nda çalışan Mehmet Topuz'un, aynı iddiayla tutuklanması oldu.
Yaklaşık 100 yıl önceyse İstanbul ile Washington arasında ilişkiler gerilmişti. Dönemin ABD Büyükelçisi Henry Morgenthau’ydu. 1913 ve 1916 yıllarında Birleşik Devletler’in büyükelçiliğini yaparken Ermeni Soykırımı’nın da önemli tanıklarından biri olmuştu. Yaşadıklarını ise orijinal dili İngilizcede 1918’de yayımlanan, 2005’te Türkçeye Attila Tuygan tarafından çevrilip Belge Yayınları tarafından “Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü” adıyla basılan “Ambassador Morgenthau’s Story” kitabında anlatıyordu. Anılarına Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’na katılma yılları ile başlayan ABD Büyükelçisi’nin kitabının en dikkat çekici bölümüyse Ermeni Soykırımı süreci olur.
Morgenthau’ya göre, İttihat ve Terakki hükümeti yaşananları dış dünyadan saklamaya çalışır ve “soykırım” teriminin hukuksal bir kavram olarak bulunmadığı o dönemde yaşananlara “ırkın imhası” der satırlarında: “Avrupa ve Amerika’nın Ermeni ırkının imhasını ancak gerçekleştikten sonra duymalarını sağlamaya çalıştıkları açıktır.”
Morgenthau, “Yaklaşık 2 milyon insanı katliamdan, açlıktan koruyacak tek bir şey vardı, o da daha önce söylediğim gibi Birleşik Devletler’in manevi gücüydü.” diyerek Osmanlı üzerinde bir başka gücün etkili olamadığını altını çizer. En önemli görüşmelerinden biriyse dönemin Dahiliye Nazırı Talat Paşa ile olanlardır.
Kanadalı misyonere karşı tutuklu iki Osmanlı vatandaşı
Kitaba göre, Morgenthau bir görüşmesinde Konya Ermenileri ve Anadolu’da kötü muamele görmüş Kanadalı misyoner Dr. McNaughton’ın durumunu gündeme getirmek ister. Talat Paşa’nın önceliğiyse İngilizlerin Malta’da mahkum olarak tuttukları en yakın arkadaşları Eyüp Sabri ve Zinnun’dur.
Konu açıldığında Talat Paşa, Kanadalı misyonerle ilgili olarak “Adam bir İngiliz hafiyesi. Ve buna dair delillerimiz var” der. Büyükelçi “Görebilir miyim?” diye sorduğundaysa yanıtı şöyle olur: “Herhangi bir İngiliz veya Kanadalı için bir şey yapmayız. Ta ki onlar Eyüp Sabri ve Zinnun’u tahliye edene kadar.”
Büyükelçi sözü Konya Ermenilerine getirdiğindeyse Talat Paşa’nın cevabı “içişlerine müdahale” iması içerir: “Onlar Amerikalı mı? Ermenilere itimat edilmez, ayrıca bizim onlara yaptıklarımız Birleşik Devletler’i alakadar etmez.”
ABD Büyükelçisi’nin gündeminde kötü muamele gören bir İngiliz de vardır. Bunun üzerine Talat Paşa bir kez daha Eyüp Sabri ve Zinnun’un durumlarını hatırlatır: “İngilizlere gelince, Washington’a telgraf çekmeni ve Eyüp Sabri ve Zinnun’u bırakana kadar onlar için bir şey yapmayacağımızı yazmanı istiyorum!” der ve İngilizce olarak şöyle ekler: “Eyüp Sabri–he–my–brudder!” O günkü sohbetin sonunda Büyükelçi, Kanadalı misyoner için adım atılacağı sözünü alır. Talat Paşa’nın onu yolcu ederken sözleri ise şöyledir: “Buraya geldiğinde benden hep bir şeyler çalıyorsun. Tamam, McNaughton’unu alabilirsin!”
Talat Paşa’dan ABD Büyükelçisi’ne: “Sen Yahudi’sin, Ermeniler Hristiyan”
Talat Paşa’yı rahatsız edecek olansa görüşmeleri sırasında Morgenthau’nun sık sık Ermenilerin durumunu konuşmak istemesi olur. Bir gün ABD Büyükelçisine tepkisi şu sözlerle olur: “Ermenilerle niçin bu kadar alakalısın? Sen bir Yahudi’sin; bu insanlar Hıristiyan. Müslümanlar ve Yahudiler daima ahenk içinde olmuşlardır. Biz buradaki Yahudilere iyi muamele ediyoruz. Hiç şikayetiniz var mı? Niçin bu Hıristiyanlara bildiğimizi yapmamıza müsaade etmiyorsunuz?”
ABD Büyükelçisi, “Türklerin neredeyse her soruyu kişisel bir mesele olarak gördüğünü” yazar kitabında ve verdiği yanıtı şöyle aktarır: “İdrak edemiyorsun galiba. Ben burada Yahudi değil, Amerikan Sefiriyim. Benim memleketimde 97 milyondan fazla Hıristiyan, 3 milyon kadar Yahudi var. Yani en azından sefir sıfatımla yüzde 97 Hıristiyan’ım. Lakin mesele bu değil. Ben sana bir ırk veya din namına değil, beşeriyet namına istirhamda bulunuyorum.”
“Anadolu’da Ermeni kalmayacak ancak çölde yaşayabilirler”
Bir başka görüşmedeyse Talat Paşa, Morgenthau’ya net bir dille Ermeni politikasını açıklar: “Üç Ermeni havalisini tahliye ettik bile; Bitlis, Van ve Erzurum’da hiç kimse kalmadı. Türklerle Ermeniler arasındaki nefret o kadar ziyade ki irtibatı tamamen kestik. Aksi takdirde intikam alacaklar.” ABD Büyükelçisi’nin uyarısı ardındansa şöyle devam eder sözlerine: “Sizi Ermeni siyasetimizin sabit olduğunu, her halükarda değiştirmeyeceğimizi söylemek için çağırdım. Anadolu’nun hiçbir yerinde Ermeni kalmayacak. Ancak çölde yaşayabilirler.”
Kitabın öne çıkan bir başka yanıysa Talat Paşa’nın büyükelçiden Ermeni toplumunun New York Life Insurance Company ve Equitable Life of New York’taki yaşam sigortaları bilgilerini istemesidir. “Keşke Amerikan hayat sigortası kumpanyalarının bize Ermeni poliçe sahiplerinin tam bir listesini vermesine yardımcı olsan. Hepsi şimdi ölü sayılır ve arkalarında parayı alacak varisleri yok. Tabii ki hepsinin devlete mahlul olması zira hak sahibi hükümettir. Öyle değil mi?” diye sorar Talat Paşa. Büyükelçi “Benden böyle bir liste alamazsın” der ve arkasını döner çıkar.
ABD Büyükelçisi kitabının Talat Paşa ile görüşmelerini içeren bölümünü, paşanın Ermenilere yönelik tutumunu arkadaşlarına böbürlenerek söylediği sözle tamamlar: “Abdülhamit’in otuz senede yapamadığını yaptım, Ermeni meselesini üç ayda hallettim.” (SK/AS)