Fotoğraf galerisi için tıklayın.
Oslo’nun en büyük parkı olan Frogner Parkı’nın içinde Norveçli ünlü heykeltıraş Gustav Vigaland’ın heykellerinin sergilendiği, parkı boydan boya geçen 850 metre uzunluğunda bir bölümü vardır. Burası Oslo’nun en çok ziyaret edilen yeri, parkın da en popüler bölümüdür. Frogner Parkı bu yüzden turistler tarafından resmi adıyla değil, Vigaland Parkı olarak bilinir. Ama burayı haritada bulmak isterseniz g Frogner olarak bakmalısınız. Parkın önündeki tramvay durağının adı da Frogner Parkı’dır.
Aslında burası bir heykel müzesidir ama 24 saat açıktır ve ücretsiz olarak girilir. Kendinizi bir açık hava müzesinde hissedersiniz ama müzedeki gibi sessiz ve dikkatli olmanız gerekmez. Fotoğraf çekebilir, şarkı söyleyebilir hatta heykellerin üzerine çıkabilirsiniz. Parktaki heykeller sanat eseri olarak değil, parkın mobilyası olarak ordadır. Parkın ana giriş ve çıkışında gene Vigeland tarafından yapılan büyük dökme demir kapılar vardır, ama parkın etrafında sınır duvarı ya da çit yoktur.
Heykel sergisinin yanında, 3 bin ağaç ile 150 değişik cinste 14 bin gül çalısından oluşan gül bahçesi bulunan bu parkta ayrıca eski bir baraj gölü, çocuk parkı, olimpik yüzme havuzu, futbol stadyumu, kafe ve gene Vigaland Müzesi olarak anılan Oslo Şehir Müzesi yer alır.
Frogner Parkı’nda piknik yapabilir, kuş gözlemleyebilir, ördeklere yem verebilir, yürüyüş yapar, paten kayabilir, köpeğinizi gezdirebilir hatta güneşlenebilirsiniz. Ayrıca her yılın Haziran ayında Frogner olimpik yüzme havuzunun etrafında düzenlenen Norwegian Wood Festival’inde Bob Dylan, Sting, David Bowie, Roger Waters ve Rod Stewart gibi sanatçıların konserlerini dinleyebilirsiniz.
Ortaçağ’da zamanın en büyük çiftliğine ev sahipliği yapmış olan Frogner Parkı toprakları 1300’lü yıllarda kilisenin özel malı olmuş, 1896 yılında ise o zamanki adı Kristiania olan Oslo Belediyesi tarafından 700 bin Kron’a (bugünkü 35 milyon Norveç Kronu) parkın son sahibi Gade Ailesi’nden satın alınmıştır. Belediye burayı önce mezarlık olarak kullanmayı düşünmüş, fakat toprağın yapısı buna uygun bulunmadığından tüm halkın faydalanabileceği ve profesyonel spor müsabakalarının yapılacağı bir park yapılmasına karar vermiş.
1904’te halka açılan Frogner Parkı’nda daha o yıllarda Dünya paten şampiyonası, ulusal atletizm yarışmaları ve futbol kupası düzenlenmiş. Parkta yapılan en görkemli kutlama ise 1914'deki yaklaşık altı ay boyunca süren Norveç Anayasasının kabulünün (15 Mayıs 1814) 100. yıldönümü nedeniyle yapılan kutlamalar olmuş.
Türünün tek örneği
Frogner Parkı’nda bulunan daimi Vigeland Sergisi’nde bütün eserler Gustav Vigeland’ın tüm hayatı boyunca hazırladığı 214 adet granit ve bronz insan heykeli ve 13 adet dökme demir kapıdan oluşuyor. 320 bin metrekarelik bu serginin hazırlanması ise Vigeland ve asistanlarının 10 yıllık bir çalışmasının ürünü.
Dünyanın en büyük açık hava heykel müzesi olan Frogner Parkı Vigeland Sergisi aynı zamanda tüm heykellerin aynı kişi tarafından yapıldığı tek sergi olmasıyla da ilk ve tek. Serginin asıl önemli özelliği ise bir kaç istisna haricinde tüm çalışmaların insan figürü olması ve bu insan figürlerinin hiç bir kıyafet ya da aksesuar taşımamaları; yani tamamen çıplak olmaları.
Sergideki heykeller doğum, ilk gençlik, yetişkinlik, yaşlılık gibi yaşam evreleri ve neşe, hüzün, özlem, kızgınlık, kıskançlık gibi duyguları anlatır. Kimisinde ise öfkeyle havaya kalkan bir el, kimisinde hayatın ağırlığını omuzlarında taşıyan insanoğlunu, torunuyla konuşan dedeyi ya da annesinin sırtına binmiş saç örgüsünü eğer yapmış oynayan çocukları görürüz.
Serginin mimarisini ve peyzajını da hazırlayan Gustav Vigaland kendisinden sonra sergiye hiçbir ekleme ya da değiştirme yapılmamasını vasiyet etmiş. Vigeland ne yazık ki parkın son halini göremeden yaşama veda etmiştir ama vasiyetine hala sadık kalınıyor.
Köprü
Frogner Parkı’nın girişinde bulunan 100 metrelik “Köprü” Vigeland Sergisi’nin de başlangıcı. Sağlı sollu 58 parçadan oluşan gerçek boyutlarında tek ya da ikili insan heykellerinin sıralandığı ve parkın halka açılan bu ilk bölümü Vigeland’ın 1926-1933 yılları arası tamamladığı eserleridir. Diğer bölümlerde daha dramatik figürler bulunurken, Köprü’de daha ziyade tasasız, neşeli yetişkinler veya oyun oynayan çocuk figürleri bulunur.
Köprünün girişinde bazılarımızın “Aaaa, bunların hepsi çıplak!” şeklinde bir tepki vermemiz olağandır ama köprünün çıkışında gördüklerimize alışmış ve çıplaklığı kanıksamış olarak serginin kalanının daha büyük bir merakla gezmeye devam ederiz.
Kızgın Çocuk (Sinnataggen)
Parkın en ilgi çeken parçası, köprünün sol çıkışında bizi karşılayan, İsveçce’deki anlamı “Sinnataggen” olarak bilinen “Kızgın Çocuk” heykelidir. Bu heykel parkın maskotu ve en tanınan parçasıdır. Muhtemelen bu yüzden de parkı hedef alan politik protestoların da adresi olmuştur. Kızgın Çocuk birkaç kez boya dökülerek kırmızı ve mora bulanmış, bir kez sol eli altın rengine boyanmış, bir kere de poposuna siyah bant yapıştırılmıştı. Başına gelen en dramatik olay ise 1992 yılında çalınıp iki hafta sonra bulunması olmuştur. Bu olaydan sonra 40 kiloluk bu heykel bulunduğu kaideye daha sağlam lehimlenmiştir.
Sütun (Monolith)
Monolith adıyla anılan 17 metre boyundaki bu yekpare granit sütun birbiri üzerine yığılmış 121 insan bedenini resmeder. 180 tonluk bu sütun blok Vigeland tarafından bulunup buraya getirilmiş ve şu an bulunduğu yerde işlenerek bugünkü halini almıştır. Monolith merdivenle çıkılan bir yükseltinin tepesinde durur ve merdivenler üçlü gruplar halinde 12 sıra yerleştirilmiş, hayatın çeşitli evrelerindeki kadın erkek ilişkisini anlatan 36 heykel grubundan oluşur. İşlenmesi 14 yıl süren eser Vigaland ölmeden kısa bir süre önce tamamlanmıştır.
Her ne kadar yaşam savaşını sembolize ettiği yazılsa da, görünüş itibariyle verdiği intiba bu eserin erkek cinsel organını sembolize ettiği yönündedir. Hatta üzerinde Monolith resmi bulunan Norveç pullarının müstehcen bulunduğu için Amerikan Posta Servisi (US Postal Service) tarafından adrese teslim edilmediği söylenir.
Gustav Vigeland kimdir? Norveçli marangoz bir babanın oğlu olan Gustav Vigeland (1869-1943) küçükken babasından ahşap oyma sanatını öğrenir, fakat babasının ölümü üzerine dedesinin yaşadığı Vigeland kentine taşınır ve sonradan uzun süre yaşadığı bu kentin adını kendine soyadı olarak alır. Daha sonra Oslo'ya gelip heykeltıraşlık öğrenen Vigeland 20'li yaşlarında Avrupa'yı dolaşıp Paris'te Auguste Rodin'le çalışma, İtalya'da ise antik ve Rönesans dönemi yapıtlarını inceleme fırsatı bulur. 1888'de Oslo'ya döndüğünde heykeltıraşlığı meslek edinmeye karar verir ve ilk eseri Hagar ve İsmail'i tamamlar. Henrik Ibsen, Arne Garborg, Knut Hamsun, Edvard Grieg, Aasta Hansteen, Fridtjof Nansen gibi zamanın önemli insanlarının büstlerini de yapan Gustav Vigeland 1901'de yapılan Nobel Barış Ödülü Madalyasının tasarlanması yarışmasını kazanmıştır. Hala kullanılan bu madalyanın üzerinde de üç adet çıplak erkek figürü vardır. 1924'de Oslo Belediyesi'yle yaptığı anlaşma uyarınca parkın içindeki evine taşınan Vigeland ölümüne kadar burada sakin bir hayat sürerek park için heykel yapmıştır. Şu anda Oslo Belediye Müzesi olarak kullanılan Vigeland'ın evinde 1600 heykel 420 ağaç oyması, 12 bin çizim ve binlerce mektup bulunmaktadır. 12 Mart 1943'de ölen Vigaland'ın külleri de bu müzenin kulesinde saklanmaktadır. |
Vigeland’dan Gezi’ye
Din ve moda hayata girdikten sonra insanlığın geliştirdiği bir ahlak anlayışına göre çıplaklık erotizm, pornografi veya namus ile ilişkilendirilir olmuştur. Çıplaklık Afrika, Avustralya ve Latin Amerika’daki bazı yerlerde hala bir yaşam tarzıdır ama bunlar dışında çıplaklığa günümüzde iyi gözle bakılmaz.
Halbuki çıplaklık, zaten çıplak olarak doğan insanın en doğal, en masum ve en özgür halidir. Bugün birçok ülkede bu tür hayat tarzını benimseyenler için kamplar ve plajlar vardır ve birçok dilde bu kişilere “nudist” değil “naturist” denir.
Eski Yunanlılar çıplak bedeni sanatla ilişkilendirmişlerdi ve o zamanlar insan bedenini konu alan heykel sanatı kadın bedeniyle olduğu kadar erkek bedeniyle de ilgiliydi. Modern sanatın ilham kaynağı Rönesans’tan sonra kadın bedeninin cinsel tüketime sunulması başlamış, bu anlayış Osmanlı sanatında da sıkça kullanılmıştır.
Gustav Vigaland, Frogner Parkı’nı nasıl düzenleneceği ve ne çeşit heykeller yapacağı konusunda yıllar boyu süren bir savaş vermiş ama nihayetinde parkı bugünkü haline getirmeyi başarmıştır. Bugün parkı her dinden ve ırktan insan gezmekte, Vigaland'ın bu savaşı kazanmasından da herkes memnun.
Oslo’ya her gidişimde mabet yeri gibi tavaf ettiğim bu park benim için özeldir. Evimden sonra kendimi özgür ve huzurlu hissettiğim yerlerden biridir. Ama şimdi daha özel bir park var hayatımda: “Gezi.”
Vigeland Parkı her ne kadar kendi çapında ilk ve tek olsa da, Gezi Haziran’dan beri dünyada New York’un Central Park’tan sonra bilinen ikinci park ismi.
Gezi Direnişi’ni İstanbul’da değil de Norveç’te Facebook üzerinden takip etmek nasıl bir duygudur, anlatmam zor. Sırf bu yüzden kendimi artık eksik bir İstanbullu gibi hissediyorum. Kime sorsam “anlatılmaz, yaşaman lazımdı” diyor.
Geçen hafta mimar bir arkadaşım bana Gezi Parkı’nda rehberlik yaptı.”Burası dozerlerin ilk girdiği, şurası polislere börek ikram edilen, orası da ilk çadırın kurulduğu yer. Şuradaki ağaçlar söküldü, parkın sınırı eskiden biraz daha ilerdeydi, Gezi Kütüphanesi tam şu noktaya kurulmuştu.” Fakat etrafımda bunlardan hiçbir iz yok, Çapulcu Baba Ağacı bile kaldırılmış.
Burada bir devrim yaşandı, bir tarih yazıldı. İnsanlar Kartal’dan Boğaz Köprüsü’nü geçerek bu parka gelmek istedi. Şimdi biz nasıl hala bu parkın banklarında oturup çekirdek çitleyebiliyor ve üstelik çöplerini yere atabiliyoruz?
Bugünün gençleri tüm bu yaşananları unutmayacak ama gelecek nesillerin bilmesi için Gezi Pakı’nda anıtlar, heykeller ya da başka türlü semboller olması gerekmez mi? Bütün bu olanlar hiç yaşanmamış gibi davranabilir miyiz? Haziran ayında orda yaşananlar başka hangi parka nasip olabilir ki? Göründüğü kadarıyla, Gezi Parkı’nda yaşananları da, her zaman yaptığımız gibi, toplumsal hafızamızda tutmak istemiyoruz.
Benim bir fikrim var: İstanbul Belediyesi Oslo Belediyesi’nden Gezi Parkı için birkaç Vigeland heykeli istese? Eminim ki Gustav bundan büyük gurur duyardı. Peki, kabul, şehrin ortasında bu kadar çıplak heykellere henüz hazır olmayabiliriz, o zaman müstehcen yerlerine alışana kadar kıyafet giydirebiliriz. (DAH/AS)
* Bu yazı Mimar Didem Teksöz’e ithaf olunur.