Aslında ne olacağı baştan çok belli olan gecelerdendi. 12 Mart'ta Türkiye'de de gösterime girecek Precious, bu senenin şimdilik en merak ettiğim filmlerinden biri. Filmde ergenliğe yeni girmiş, 160 kiloluk, hiç memnun olmadığı kızı hamile kalan anneyi oynayan Mo'Nique, beklendiği gibi En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscar'ını aldı.
Akademiye de "politikaya değil, performansa ödül verdikleri için" teşekkür etti. Mo'Nique'in Oscar'ı beklenenlerdendi. Oldu da. Mo'Nique de Golden Globe'dan sonra Oscar'ı da evine götürdü.
İkinci beklenen ödül ise yıl boyunca diğer bütün ödülleri de silip süpüren Christoph Waltz idi. Waltz, Quentin Tarantino'nun bence şahane filmi "Inglourious Basterds"daki Nazi subayı rolüyle En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscarı ile ayrıldı salondan.
Waltz'ın filmdeki performansı başroldeki Brad Pitt'in bile önüne geçmişti. Ödülünü geçen yılın Vicky Christina Barcelona ile En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscarı sahibi Penelope Cruz'un elinden alan Waltz konuşmasına "hem Penelope, hem Oscar, çifte bingo" diyerek başladı.
Waltz'ın filmde canlandırdığı Nazi subayı rolü özellikle İsrail'de gösterime girdiği günlerde oldukça eleştirilmişti. Waltz da tıpkı Mo'Nique gibi Golden Globe'dan da aynı ödülle ayrılmıştı.
"Sevimlilik" ve samimiyetsizlik
En İyi Kadın ve En İyi Erkek Oyuncu Oscarları da önceden tahmini kolay olanlardandı. Sandra Bullock Güneyli hikâyesi Blind Side ile Golden Globe'u almış, Oscar'a göz kırpmıştı.
Precious ile aynı dalda aday olan Gabourey Sidibe her ne kadar salondaki belli ki herkesin "sevimlilik" adayı olsa da Oscarı kazanacak kadar sevimli olmadığı açıktı. Bu arada, şişman, çok şişman bir kadının "Sevimlilikle" sevilmesi kadar sinir bozucu bir şey yok.
Hollywood normlarına hiç uymayan o vücut ölçüleriyle Kırmızı Halı'da çok eğlenen Gabourey Sidibe'ye "sevimli" kadın muamelesi yapıp, neredeyse yanaklarını sıkacak hale gelen sunuculardan Sandra Bullock'a kadar herkes bence çok samimiyetsizdi, neyse, bu başka bir konu tabi.
Aynı dalda aday olan ve bence son derece vasat bir film olan An Education'in başrol oyuncusu Carey Mulligan ise kendisini sunan rol arkadaşının da dediği gibi "henüz çok genç ve yolun başında".
2006'da Queen ile En İyi Kadın Oyuncu ödülünü eve götüren Helen Mirren ise The Last Station ile adaydı ama kazanamayacağı neredeyse belliydi.
Gecenin herkes tarafından konuşulan isimlerden biri ise Meryl Streep'ti. Streep 16. kez Oscar'a aday gösterildi, daha önce iki kez eve götürdüğü heykelciği bu sene de, tıpkı geçen sene olduğu gibi ne yazık ki alamadı. Geçen yıl Doubt'taki şahane rahibe karakteriyle adaydı, bu sene Julie & Julia'daki Julia rolüyle, ama olmadı. Bu sene geçen seneye göre daha şıktı, daha rahat ve daha komikti ve sanırım, şaka gibi ama geçen seneki koltuğunda oturuyordu.
16. adaylığı, sahneye çıkan herkesin en neredeyse mutlaka söz ettiği bir mesele haline geldi ama ödül Blind Side ile Sandra Bullock'a gitti. Streep'in bitirmek üzere olduğu iki film var, bu da demek oluyor ki kendisini gelecek sene de adaylar arasında görmemiz işten bile değil.
8 Mart
Streep haftasonumuzu sadece Oscar törenleriyle şenlendirmedi, Birleşmiş Milletler'de düzenlenen ve 15 yıl önce Pekin'de yapılan 4. Dünya Kadın Konferansının ve Deklarasyonun sonuçlarının değerlendirildiği "Pekin 15" adlı kadın toplantısına katıldı, toplantıda bir konuşma yaptı ve kadınlara yönelik ayrımcılığın kalkmasının her şeyden önemli olduğunu söyledi. Biz de kendisine bir kez daha hayran olduk.
Blind Side ile ödülü alan Sandra Bullock ise ödülü bütün adaylarla paylaştı, klasik olarak. Aşığım diye söz ettiği Meryl Streep'in ise çok iyi öpüştüğünü söylemeden geçmedi. Bullock Golden Globe töreninde Julie & Julia ile en iyi komedi müzikal kadın oyuncusu ödülünü alan Meryl Streep'i dudaklarından öpmüştü. (Bu not, S. Aliye Kavaf'a, müdahale etmek ister belki! Evet, sayın bakan, öpüştüler, hem de dünyanın gözü önünde!)
En iyi erkek oyuncu ödülü bir country şarkıcısını canlandırdığı Crazy Heart filmindeki rolüyle Jeff Bridges'a gitti. Bridges'in bu kadar geç Oscar alması biraz şaka gibi tabi, 61 yaşındaymış çünkü ama benim gönlüm fena halde Invictus ile Morgan Freeman'daydı...
En İyi Film ve En İyi Yönetmen ödülleri üzerine günlerdir konuşulan bir şey vardı: iki ödülün Avatar ve The Hurt Locker arasında paylaşılacağı. Ama törenin başından itibaren The Hurt Locker pek çok daldaki ödülleri aldı ki buna Kurgu ve Senaryo dâhildi.
Akademinin "tarih yazımı"
En iyi senaryo ödülü verildiğinde, The Hurt Locker'ın senaristi Mark Boal'ın iliştirilmiş bir muhabir olarak Irak'ta bulunduğunu, filmin gerçekçiliğinin de buradan kaynaklandığını öğrendik. Oscarlarda bir rivayet diyor ki, Kurgu ödülünü alan en iyi filmi de alır. Öyle de oldu. The Hurt Locker En İyi Film Oscarı'nı aldı.
Kathryn Bigelow ise son birkaç yıldır tarihe geçen anlar yaşatan! (Afrika- Amerikalıların Oscar alması, eşcinselleri konu alan filmlerin görülmesi ve ödüllendirilmesi) Akademi'nin yeni tarih yazımı oldu.
Bigelow 82. Akademi Ödülleri'nde En İyi Yönetmen ödülünü alarak, bu dalda daha önceden aday gösterilen Lina Wertmüller (Seven Beauties - 1976), Jane Campion (The Piano - 1993) ve Sofia Coppola'nın (Lost in Translation - 2003) üç kadının ardından, dördüncü kadın olarak 8 Mart sabaha karşı, ödülü aldı. 82 yılda sadece dört kadının aday gösterilmesine mi yanayım, aday gösterilenler içinde ödülü alabilen filmin bir savaş filmi olmasına mı bilemedim...
Bigelow sahneye çıktığında "bu gecenin konuşması da bu kadından çıkar herhalde" diye düşündüm ama fena halde yanıldığım ortaya çıktı. Bigelow ödülünü "Irak'ta, Afganistan'da ve dünyanın dört bir yanında, hayatını her gün riske atan kadın ve erkek askerlere" adadı.
Zaten bir savaş filmi yapmıştı, evet ama insan yine de bir kadın yönetmenden, naifçe belki ama barışçıl bir iki kelime bekliyor. Hemen ardından açıklanan En İyi Film Ödülü'nü bu kez prodüktör olarak almak için sahneye geldiğinde ise az önce teşekkür ettiği ve ödülünü adadığı askerlerin yanına bu kez de bütün üniformalıları ekledi.
İtfaiyeciler, polisler, askerler, herkes... Bigelow sözlerini de şöyle bitirdi: "Onlar orada bizim için varlar, bizler de onlar için buradayız."
Sonuç olarak, bir olmaz daha oldu, bir kadın yönetmen en iyi yönetmen Oscarı'nı eve götürdü, filmi henüz görmedim ama Bigelow'u biraz fazla erkekleşmiş bulduğumu itiraf etmeliyim. Keşke Irak'ta ve Afganistan'daki askerlerin eve dönmesi için de iki laf edeydi...
Akademi seneye kimlerle barışacak hep birlikte göreceğiz, sıradaki gelsin!(ÇM/EÜ)