Eleştirmenler cephesinde 2015’in en iyi filmi olarak kabul gören ve Akademi Ödülleri’nde tam 10 dalda aday olan Mad Max: Fury Road, 6 Oscar kazanarak görünüşte 88. Akademi Ödülleri'nin muzafferi ilan edildi. Ancak işin iç yüzü hiç de öyle değil…
Filmin kazandığı ödüllerin hepsi de teknik dallar. En İyi Kurgu, En İyi Kostüm Tasarımı, En İyi Yapım Tasarımı, En İyi Makyaj, En İyi Ses Kurgusu ve En İyi Ses Miksajı. Ve aday olduğu En İyi Film ve Yönetmen kategorilerinden birinden bile galip çıkamayınca hükmen yenik pozisyona düştü.
Spotlight'ı En İyi Film seçen Akademi üyeleri Mad Max: Fury Road’a kısaca, "Felsefeydi, kendini yenilemekti, aksiyona sınıf atlatmaktı falan, bunları boşver; içine aksiyon yerine bol bol diyalog koysaydın" dedi.
TIKLAYIN- 88. OSCAR'DA DiCaprio VE INARRITU GECESİ
Spotlight'ta ışık bulmak pek zor
En İyi Film kategorisi, son yılların en ilginç mücadelesine sahne oldu bu sene. Meslek birlikleri ödüllerinde favori sürekli değişti durdu. Başlarda Spotlight önde görünüyor gibiydi.
Bir ara The Big Short aradan sıyrılacak ve sürpriz yapacak gibi oldu.
Ödül günü yaklaştıkça ise The Revenant ödüle yakınlaşmaya başladı.
Kesin olan bir şey vardı o da, eleştirmenlerin 2015’in en iyi filmi listelerinde 1. sırayı kaptırmayan, seyirci ile eleştirmenleri aynı beğeni skalasında buluşturabilen Mad Max: Fury Road’un seçilemeyeceği idi… Zira muhafazakar ve yaş almış Akademi üyeleri için 2 saatlik katıksız aksiyon; başağrısı, gürültü ve konsantrasyon bozukluğu demekti. Dolayısıyla Mad Max: Fury Road’un meselesi üzerine ise kafa yormaya enerjileri kalmamış olmalıydı.
Her sene ve her kategoride olduğu gibi En İyi Film'de de ödül alan film eleştirilir, alamayana haksızlık yapıldığı dile getirilir. Ama bu sene durum farklıydı. Çünkü Spotlight’ın ‘bu ödülü nasıl aldığı’ değil ‘sinema filmi olup olmadığı’ tartışıldı.
Spotlight, kilisede çocuk istismarı ve suçun örtülmesi gibi bamteli bir konuyu anlatsa da bunu ortalama bir sinema diliyle değil de ‘kamera, tesadüfen konuşan insanları kaydetmişçesine’ yapmıştı. Çatışma noktası yoktu, oyunculuk donukluktan ibaretti, kısacası sinema ruhu yoktu. Ama meselesi önemliydi, hele ki araştırmacı gazeteciliğin casuslukla eşdeğer sayıldığı ülkeler için… Bu yüzden ülkesinde olduğu gibi bizde de sinema kriterleri yerine mevzusu üzerinden değerlendirildi ve sevildi.
Yönetmenlikte kırılması zor bir rekor
Eğer geçen sene Birdman ile En İyi Yönetmen ödülünü almamış olsaydı Alejandro González Iñárritu, The Revenant ile bu ödülü kazanmasında hiçbir tereddüt olmayacaktı. Ancak sinema tarihinde iki yıl üst üste En İyi Yönetmen ödülünü alan John Ford ve Joseph L. Mankiewicz’in rekoruna erişebilmek pek kolay görünmüyordu. Bu yüzden George Miller’ın az da olsa ödül ihtimali söz konusuydu. Hele ki hepsi de 60’larda doğmuş, aynı kuşaktan dört meslektaşı arasında eski kuşağı temsil eden tek emektar olarak… Sonuç olarak Akademi, sürpriz yapmadı ve Iñárritu’yu yeniden ödüllendirdi. Böylece kendisi, bu ödülü arka arkaya alan ilk Meksikalı sinemacı olarak tarihe geçti.
Hem sırası geldi hem haketti
Beşinci adaylığını ödülle taçlandıran Leonardo DiCaprio, 20 seneyi aşkındır sinema dünyasında türden türe koştu, en "baba" yönetmenlerin tedrisatından geçti. Şimdiye kadar Oscar’a aday olma sayısından çok daha fazla, adaylık hakedip aday olamamışlığı vardı. Dolayısıyla bu yıl DiCaprio’nun The Revenant ile hem aday olacağı hem de ödül kazanacağı neredeyse kesin gibiydi.
Oscar’ın geleneksel ‘sırası gelene ödül’ prensibinin bu yıl DiCaprio için işlediğini söylemek, aktöre haksızlık olur. Zira hem performansı güçlüydü hem de onu çok da zorlayacak bir rakibi yoktu. Bir ihtimal, The Danish Girl ile Eddie Redmayne onu zorlayabilirdi. Ancak Redmayne geçen sene En İyi Erkek Oyuncu ödülünü zaten kazanmıştı. Ayrıca konusu (cinsiyet geçiş ameliyatı) nedeniyle, Akademi üyelerinin, karakterlerdeki farklılaşmaları çok sevseler de muhafazakar damarlarında pek taraftar bulamadı muhtemelen.
DiCaprio’nun teşekkür konuşmasındaki “cool” tavırları ve iklim değişikliği üzerine verdiği mesajlar, bu ödülün çok geç geldiğini, ortada çok da kutlanacak bir şey olmadığını ilan eder gibiydi. Ama sonuçta tüm sinema evreni gönül rahatlığına kavuştu bu ödül ile.
Ennio Morricone de altıncı adalıkta kazandı
DiCaprio kadar 'oh' dedirten bir başka ödül de The Hateful Eight ile Ennio Morricone'in aldığı müzik ödülü oldu. Tarantino'nun filmi birçok açıdan eleştirilebilirdi ama Morricone'nin müziği filmin kusursuz parçasıydı. Beş kez Oscar'a aday olan ve 2007'de Onur Ödülü ile taltif edilen usta besteci, uzun ve zengin kariyerinin ilk Oscar'ını geç de olsa ve çok daha muhteşem eserlerini geride bırakmasına rağmen bu filmle kazanmış oldu.
Kadın Oyuncu dalında büyük kıyım
Bu seneki Kadın Oyuncu kategorisi ilginç bir yarışa sahne oldu. Carol'da Cate Blanchett ve Rooney Mara’nın karakterlerinden hangisinin başrol, hangisinin yardımcı rol olduğunun belirsiz bir çizgide gidip gelmesi bir yana Charlotte Rampling’in tüm adayları cebinden çıkaran 45 Years performansı, başından sonucu belli bir yarışın detayı oluverdi sadece. Birkaç sene evvel Emmanuelle Riva dururken Jennifer Lawrence’ın ödül kazanması gibi bu yıl da ibre Brie Larson’a dönüktü. Akademi üyelerinin o çok sevdiği, trajikliğinde boğulmuş ama hep çıkış yolu arayan kadın tipini, tüm donukluğuyla canlandıran Larson, ödül tahminlerini hiç yanıltmadı.
Yardımcı kategorilerde sonuç beklendiği gibi
Yardımcı Kadın Oyuncu dalında The Danish Girl ile Alicia Vikander’in ödülü kucaklayacağı neredeyse kesindi. Ama Yardımcı Erkek kategorisinde durum daha farklıydı. Bridge of Spies vizyona girdiğinde Mark Rylance, bu kategorinin net favorisi oldu. Sylvester Stallone ise kısa bir süre sonra gösterime giren Creed ile arkasına koca bir Rocky külliyatını alarak dokunaklı bir hayat dersi verip seyircinin gönlünü fethediverdi. İbre Stallone’ye dönmüştü. 40 sene önce serinin ilk filminde Stallone’ye En İyi Erkek Oyuncu ödülünü (Robert De Niro da Taxi Driver ile aday olup kazanamamıştı o sene) layık görmeyen Akademi, bunca yıl sonra da Yardımcı Erkek kategorisinden anlamsız istikrarını sürdürdü. Mark Rylance da ödülü hak etti ama Stallone’nin seyirciyle kurduğu duygusal bağ, performans kadar etkileyiciydi. Lakin aktör Oscar'a uzanamadığı gibi bir de üstüne Altın Ahududu ile cezalandırıldı.
Hakkı yenen animasyon
Kuşkusuz 2015’in en parlak zekaya sahip yapımlarından biri, belki de biriciği, Pixar’ın Inside Out’u idi. İnsan evladının doğuştan itibaren geçirdiği duygusal karmaşayı ve yakaladığı uyumu mükemmel bir hikayeyle anlatan Inside Out, En İyi Film kategorisinde değerlendirilmediği gibi o güzelim senaryosu da Spotlight'a yenik düştü. Oysa En İyi Film kategorisinde, Spotlight da dahil, en az üç filmi geride bırakabilecek nitelikte bir zekaya ve sinema duygusuna sahipti Inside Out.
Mustang bilmecesi
Mustang birkaç açıdan değerlendirilmesi gereken bir yapımdı. İlk olarak tam bir formül filmiydi, Batı'nın İran filmlerine bakış açısını Türkiye'ye yöneltmesi hedeflenmişti. Oryantalist bakışla Türkiye'deki kadının erkek egemenliğine hapsi anlatılıyordu. İçeriden bakıldığında ise ödüle endeksli handikaplar iyice suyüzüne çıkıyordu. Sorun, ülke ya da sistem eleştirisi yapmaktan ziyade zayıf sinema dili, her şeyi birbirine karıştıran senaryo ve hesap-kitap derken yok olup giden samimiyet duygusuydu. Dışarıdan ise 'Türkiye İran oluyor' endişesinin çığlığı gibiydi. Türkiye bu film ile Oscar yarışına gitseydi, tüm hesaplamalara göre ödüle doğru çok hızlı bir yol katetmiş olacaktı. Çünkü duygusal olarak dışarıdaki seyirciyi avucunun içine almıştı. Türkiye açısından ise ülkeyi eleştirdiği için seçilmemiş olması, haklı bir savunma ya da bahane değildi. Bunun yerine sinema yetkinliği zayıf olduğu için seçilmediği, gerekçeleriyle açıklanabilirdi.
Mustang Fransa adına yarışıp ödül üstüne ödül kazansa da Son of Saul, başından beri Yabancı Dilde En İyi Film kategorisinin favorisiydi. Yahudi soykırımını, ilk filmden beklenmeyecek olgunluk ve sabırla anlatan film, seyircinin ikinci kez izleme cesaretini sınayan bir yapım olarak hem soykırım filmleri hem de sinema tarihinde kendine özel bir yer edindi.
Bir Oscar sezonu daha böylece sona erdi. Adayların beyazlardan oluşması kadar törenin sürekli Beyaz Saray'a endekslenir hale gelmesi rahatsız edici boyuta ulaştı. Michelle Obama'nın Argo'yu anons etmesi hafızalarda taze iken bu yıl da Başkan Yardımcısı Joe Biden'ın sahnede yerini alması, siyaset-sanat arasındaki ince çizginin ne kadar titrek olduğunu bir kez daha gösterdi. Bakalım bir sonraki aşama ne olacak ve bakalım Oscar ile kıyaslandığında Türkiye'de siyaset-festival ilişkisi nasıl seyredecek? (MI/HK)
* Fotoğraflar: oscar.go.com