Geçtiğimiz günlerde İran'ın önde gelen muhalif haber organlarından (Radio Free Europe'un Farsça bölümü olan) Radio Farda, tanınmış İranolog İhsan Yareşater'le bir röportaj gerçekleştirdi. Röportaja gelen sorulardan bir tanesi, ülke nüfusunun yarısına yakınını oluşturan Azerilerin "gerçekten Türki bir halk mı, yoksa İranlı (Ari) mi" olduklarını bu şekilde soruyor: " Acaba Azerbaycanlılar ve İran Türkler gerçekten Türk müdürler yoksa önceki dönemlerde egemen olan Türki devletler tarafından dilleri Türkçeleştirilen İranlılar mıdırlar?"
"Türkçe konuşan İranlılar" ve "Dağ Türkleri"
Yarşater'in bu ırkçılık kokan soruya cevabı ise net: "Azeriler Türki değil, İranlı bir halktırlar. Konuşulan dilin Türki bir dil olması onların Türki bir halk olduğunu göstermez". Bu soru ve cevabın radyonun websitesinde yayınlanması, yıllardır kimliklerini Azeri değil, Türk kelimesiyle tanımlayan ve son yıllarda özellikle üniversitelerde Azeri Türkçesinin kullanımına yönelik baskılara karşı ve anadilde eğitim hakkı için mücadele eden İran Azerilerinin tepkisini çekti. Oysa Radio Farda'nın ya da Yareşater'in tavrı, Azerilerin alışık olmadığı bir durum değil.
Yoğun bir Türk ve Arap aleyhtarlığı içeren ve Ari (Aryen) ırk olma iddiasında olan Fars milliyetçiliği, İrandaki Azerilerin "İran'ın Moğollar tarafından işgal edildiği dönemde dilleri zorla Türkçeleştirilen öz be öz İranlılar" oldukları teorisini, ta 1920lerde Pehlevi Hükumdarlığının kurulmasından itibaren resmi ideoloji haline getirmiş ve Şah'ın devrilmesinden sonra da bu ideoloji etkisini sürdürmüştür (öyle ki "reformcu" eski Cumhurbaşkanı Hatemi'nin bir Tebriz ziyaretinde halka "Siz Türki değil asil İranlılarsınız, size Türk diyenlere yazıklar olsun" şeklinde seslendiği bilinir). 80 yıldır İran devlet(ler)inin bu konudaki tavrı, Türkiye Cumhuriyeti devletinin tavrıyla büyük benzerlik taşımaktadır, tabii küçük bir farkla: İran'da "Türkçe konuşan İranlılar" varken Türkiye'de ise "dağ Türkleri" vardır! 1980'li yıllarda askeri kaynaklardan ortaya çıktığı bilinen (örneğin 1982 tarihli "Türkiye'de Yıkıcı ve Bölücü Akımlar" adlı askeri personele özel kitabın 43. ve 44. sayfalarında yeralan) bu teoriye göre, Kürt diye bir ulus (ırk) yoktur ve hiç olmamıştır, onlar dağ Türkleridir ama karda yürüyünce ayaklarından "kart kurt" sesleri çıktığı için onlara "Kürt" denmiştir....
Son dönemlerde bu söylemin modası geçmiş olsa da, geçtiğimiz yıllarda eski Türk Tarih Kurumu başkanı Yusuf Halaçoğlu, resmi ideolojinin inkar sevdasından öyle kolayca vazgeçmeyeceğini şu sözleriyle göstermişti: "Pek çok Kürt dediğimiz insan Türkmen asıllıdır. Alevi Kürt olarak bilinen insanlar ise maalesef Ermeni'dir." Hatta Halaçoğlu, "Kürt değil Türkmen olduğunu öğrenince sevinçten boynuna sarılan Güneydoğulu vatandaşlar"dan dahi bahsediyordu, ama tabii "maalesef" (!) Ermeni olanlar için yapılacak birşey kalmamıştı...
Psikolojik tahlil
Radio Farda'daki röportajda dikkat çeken şey, hem soruyu soran seyircinin kullandığı üslupta, hem de Yareşater'in cevabında "Telaşa lüzum yok, Azeriler bizim düşmanımız olan Türklerden değil aksine bizim gibi İranlılar (Ariler), yani bizdenler" gibi ırkçılıktan beslenen bir inkar psikolojisinin olması. Aynı psikoloji, Türkiye'de çok yaygın olan "dağdaki PKKliler Kürt değil Ermeni" söyleminde de gizli, ki bu dedikodunun ne kadar yaygın olduğuna geçtiğimiz yaz başbakan yardımcısı Cemil Çiçek'in şu talihsiz açıklamasında şahit olduk:"Ermeni terörü ile PKK terörü arasında yakın işbirliği var, bunlar kan kardeşidir. Zaten bir kısım teröristlerin sünnetsiz oluşu bize çok şeyi ifade ediyor."
Dağda canını yitirmiş genç insanların cesetleri üzerinden politik mesaj üretmeye çalışarak ülkenin yakın politik tarihinin en etik-dışı açıklamalarından birine imza atan bu söylemin tercümesi: "Kürtler bizim din kardeşlerimizdir, onlar isyan etmez bize, asıl PKK'ye katılıp isyan edenler bizim asli ve ebedi düşmanımız olan Ermenilerdirler." Hem C. Çiçek'in hem de Y. Halaçoğlu'nun açıklamalarında "asli ve ebedi düşman" konumuna yerleştirildiği açık olan Ermeni ulusal kimliği ise, Ermeni halkı tarafından büyük oranda "soykırıma maruz kalmış halk" söylemine dayanarak politize edilebilmiş bir kimlik, yani "düşmanın (Türk'ün) kıyımına maruz kalmış olmak" Ermeni politik kimliğinin ayrılmaz bir parçası.
Sosyolojik arka plan ve sonuç
Yüzyıllardır birarada yaşayan bu halkların bir türlü birbirlerini "düşman" kimlğinden sıyırarak kabullenebilmiş olmamalarının tek sebebi bu topraklara sonradan gelmiş olan ve hiçbir zaman yakışmamış olan "ulus-devlet" sisteminin kendini "milliyetçilik" olmadan, milliyetçiliğin ise "düşman" kavramı olmadan ayakta tutamaması.
Bu kavramların bu şekilde temellenmesi 17. ve 18. yüzyıl felsefesine kadar uzanmaktadır. Machiavelli, Locke, Hobbes gibi siyaset filozoflarının tümü otoriter devletin, gücünü insanların canını ve malını (dış tehditlerden, düşmanlardan) koruyarak sağladığında hemfikirdirler. Hobbes, devletin oluşumunu şu temele oturtmuştur: İnsanları yabancıların saldırılarından ve birbirlerinin zararlarından, yani iç ve dış tehditlerden koruyabilecek genel bir güce ihtiyaç vardır. Bunu kurmanın tek yolu bütün güçlerini tek bir kişiye ya da tek iradeye indirgeyecek bir heyete devretmeleridir.
Böylece halk kendi iradesini, o kişi ya da heyetin iradesine tâbi kılmış olur. Bu durum, herkesin herkesle yaptığı bir anlaşma yoluyla, yani "toplumsal sözleşme"yle, bir ve aynı kişilikte birleşmeleridir. Bu yapıldığında tek bir kişilik halinde birleşmiş olan topluluk, "devlet" (the Leviathan) olarak adlandırılmıştır.
Hobbes'un felsefesinde egemenlik ve genel olarak otoriter hükümdar anlayışının sürekli düşmanlara karşı korunmaya dayanması gibi, 21. yüzyıl ulus devleti de egemenlik gücünü dış tehditlerden ve dolayısıyla savaşlardan almaktadır. Buna göre bu coğrafya özelinde konuşmak gerekirse Filistin, Kürdistan, Karabağ ve diğer kangrenleşmiş savaşların bir türlü son bulmamasında şüphesiz ki devlet otoritesi ve egemenliğinin savaşlara ve dış tehditlere bağlı olduğunu bilen güçlerin rolü vardır.
Aynı şey İran İslam Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletlerinin 30 yıldan uzun süredir devam eden "her an savaşabiliriz" şeklindeki tavrı ve her iki devletin de halklarını "Büyük düşmanımız olan terörist İran" ve "Büyük Şeytan Amerika" (bizzat Humeyni'nin ABD'ye taktığı lakaptır) hayaletleriyle oyalamaları için de geçerlidir.
Özcesi, ulus devlet sistemi kendini ayakta tutmak için savaşları ve bunlara neden olan millityetçiliği sahip olduğu tüm imkanlarla (medya, eğitim sistemi, hukuk) devam ettirip beslemekte, "düşman"ve "dış tehdit" kavramlarını sürekli göz önünde tutmaktadır. Burada aydınlara ve akademisyenlere düşen görev yalan-yanlış mantıkdışı teorilerle hangi milletin hangi ırktan olduğunu "kanıtlayarak" bu milliyetçiliğe tuz biber olmak değil, bu kirli politikaları ifşa etmektir.
_________________________________________
Kaynaklar:
Radio Farda'nın Yareşater'la Röportajı
Murat Belge-"Kart-Kurt Teorisi'nin Tarihçesi