Tunus, ardından Mısır ve şimdi de Libya. Son zamanlar, ağızlardan düşmeyen bir söylem belki, ama "Ortadoğu kaynıyor." Yüz derecesini çoktan bulmuş ülkeler, birer birer 'halk ayaklanmaları' ile fokurduyor. Sanki biri bir diğerini bekliyor: Birinde zafer sağlanırsa diğeri bayrağı devralıyor ve ayaklanmalar yayılarak devam ediyor; Tunus, Mısır ve Libya. Şimdilik suya düşen tek damlanın ertesindeki üç halka.
Sudaki dördüncü halka olma korkusuyla olsa gerek ki, Suudi Arabistan kralı uzun zamandır halkından esirgediği bütçeyi, şimdi sevgili halkına fazlasıyla açıyormuş; belli ki, halkın sabrı doksan derecede kaynarken ve halk, isyan bayrağını devralmak için sırasını beklerken, onları serinletmek kralın tek niyeti. Ama Ortadoğu yine de kaynıyor ve kaynamaya da devam ediyor.
Ne için?
Siyasi dengesizlik, demokratik yoksunluk, çürümüş anayasalar, ekonomik istikrarsızlık, gelir dağılımındaki adaletsizlik, insan hakları ihlalleri ve örtük monarşi. Ayaklanan halkların isyanları tüm bu 'dengesizliklere' değil midir? Evet. Onca mücadele, onca ölüm, tüm bu çarpıklıkların yerine daha adil, daha demokratik, ekonomik istikrar ve refahın daha yüksek olduğu, insan gibi yaşamaya daha elverişli bir düzen içindir. Ancak mücadelelerin sonucu arzulanan bu düzeni getirecek midir?
Yunanistan örneği
Bugün Mısır, Tunus ya da Libya halkının mücadelesini verdiği 'daha demokratik bir düzen,' bir Avrupa ülkesi olan -ki o Avrupa'nın demokrasi konusunda referans gösterdiği, mirasını devraldığını söylediği Antik Yunan'ın köklerine en yakın olan ülkede- Yunanistan'da mevcut değil midir?
Orada tüm haklar anayasa ile güvence altına alınmıştır, insanların refahı için 'devlet' elinden geleni ardına koymamaktadır, bir kişinin ya da küçük bir grubun iktidarı da söz konusu değildir; söz konusu olan parlamenter bir rejim ve temsili bir demokrasidir. Kısacası tam da üçüncü dünya ülkelerinin arzuladığı, bu arzuları için canla başla mücadele verdikleri ütopik düzen hakimdir, Platon'ların, Sokrates'lerin vakti zamanında ayak bastığı bu kadim coğrafyada. Yani: Demokrasi. Ama nasıl bir demokrasi ya da Mısır veya Libya'dakilerden hangi noktalarda ayrılan bir demokrasi.
"Paralellikler ve paradokslar"
Yunanistan'daki halk son 13 ayda 10. genel grevi düzenledi. İnsanlar, yönetimin kemer sıkma politikalarını ve çalışma koşullarını protesto ederken, gençlerin işsizliği, emeklilik yaşının 65'e çıkarılmış olması, eğitimin ve ilacın paralı olması, kamu çalışanlarına verilen düşük ücretler ve daha birçok 'adaletsizlik' bu genel grevin nedenlerindendi. Greve, kamu ve özel sektör çalışanları, öğretmenler, yerel yönetim büroları, öğrenciler, gazeteciler, doktorlar ve toplumun birçok farklı kesimi katılırken, binlerce kişi bu talepleri karşılığında polis şiddetine maruz kaldı.
Burada, yani 'görece daha demokratik bir düzende' Kaddafi'nin 'paralı askerlerinin' yerini, devletin paralı askerlerinin, yani 'polisin' aldığını görüyoruz. Yine Kaddafi ya da Hüsnü Mübarek gibi 'diktatör' olarak nitelendirilen şahısların halka dayattığı 'ideolojilerinin,' sözde demokratik bir düzendeki yansımasının da 'parlamento çatısındaki' siyasi elitler aracılığıyla sürdürüldüğünü görmekteyiz. Kaddafi, 1969'da Kral İdris'i devirip yönetime el koyduğunda, 'Sosyalizm ve İslamı' sentezlediği Üçüncü Evrensel Teorisini, bugün, yontarak, halkına karşı bir silah olarak kullanmaktadır. Tıpkı parlamenter sistemdeki bir iktidar partisinin anayasayı evirip çevirip kendi lehine işler hale getirmesi gibi.
'Temsili demokrasi' sisteminin paradoksu oligarşi ise ve bu oligarşi zamanla bir şeyleri halka 'dikte' ediyorsa bunu direkt olarak oligarşik ya da monarşik bir sistemden ayıran nedir? İçinde demokrasi sözcüğünün geçmesi mi?
Kral çıplak
Bugün Mısır, Tunus ve Libya'da başlayan, belki de yarın Suudi Arabistan'da devam edecek olan protestolar 'tarihsel bir geç kalmışlığın' sonucudur. Yıllarca sömürülen, ezilen, batı tarafından kanı emilen bu coğrafya, bugün batı'nın onlarca yıl önce geldiği konum için mücadele vermektedir. Ancak hemen yanı başlarındaki Yunanistan'a ya da Türkiye'ye veya bir başka Avrupa ülkesine dikkatle bakmaları, bunun aynı zamanda 'tarihsel bir hata' olduğunu da görmelerini sağlayacaktır. Sosyal refah devletinin veya torba-çuval yasaların düzenin gediklerine tıpa olmadıkları ortadadır. Kısa bir süre sonra bugünün isyancılarının-protestocularının-devrimcilerinin çocukları, kurulacak olan, sözde daha demokratik bir rejim için mücadele vermek zorunda kalacaklardır. Düzen 'trajik ve ironik' bir şekilde kısır bir döngüyle belki de torunlarına kadar vahşice devam edecektir.
Bugün, kralı soyan halk, yarın daha kalabalık bir siyasi grubu da soymak zorunda kalacaktır. Devrimin boğaza düğümlenip kalmaması için, esas mücadele bunun için, yani 'gerçek bir devrim için' verilmelidir. (BA/EÜ)