Geçtiğimiz günlerde Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından çıkan Jacques Le Goff imzalı Ortaçağda Entelektüeller isimli kitap Mehmet Ali Kılıçbay çevirisi ile hazırlandı. Editörlüğünü Ali Berktay’ın yaptığı kitap, 12. ve 13. yüzyıl Avrupa’sı kültür dünyasını tarihsel bir perspektif ile tartıya yatırma ve Antik Yunan Dönemi’nden sonra uzun süren Avrupalı aydın sorunsalına dair güçlü bir tartışma açma niyeti taşıyor.
Ortaçağ Avrupasında feodalizmin ve Hristiyanlığın yoğun baskısı olduğu da düşünüldüğünde hazırlanan bu çalışma, günümüz entelektüel anlayışına dair de kılavuz niteliğini değerinde…
Mehmet Ali Kılıçbay’ın kitabın önsözünde de belirttiğini üzere, Ortaçağ “itibaridir ve yereldir, yani insanlık tarihinin evrensel bir kategorisi olmayıp, çok belirgin bir coğrafyanın, Batı Avrupa’nın bir dönemini” ifade eder.
Entelektüel kelimesi, “düşünmeyi ve düşünceyi öğretmeyi meslek edinmiş kimseleri” niteler. 12. yüzyıl entelektüelleri de, henüz entelektüel olduklarını bile bilmeden, okullar çevresinde toplanmaya başlar. Bu kimseler, ders veren, anlatan okul hocalarıdır. “Düşünme eyleminin kişiselliği ile bunun eğitim yoluyla yayılmasının bu birlikteliği” entelektüeli belirler. Bu bakış açısı, bu varoluş, bu biçimleniş 13. yüzyılda üniversiteler aracılığı ile daha da belirir.
Yukarıda bahsi geçen dönem, çevirinin de güçlendiği bir dönemdir. O dönem başrahiplerinden Muhterem Pierre bir çeviri ekibi kurarak başına geçer. Pierre, bahsedilen dönemde doğunun felsefi ve tıbbi konularda Batı’ya nazaran ileride olduğu düşünüldüğünde, “Müslümanları askeri alanda değil de entelektüel alanda yenmek gerektiği”ni ortaya atan ilk kişi olmuştur. Keza aynı dönemde şiir güç kazanır ve edebiyat ile uğraşan soylular, şovalyeler ile kadınlar üzerinden “iktidar” kavgasına tutuşur: “Kadınlar, bizi tercih eder, okumuş, şovalyeden daha iyi sevişir.”
Aynı dönemde Batı Avrupa entelektüellerin de ciddi bir sorgulama anlayışı da başlar. Guillaume de Conches, “Kuşkusuz Tanrı her şeyi yapabilir, ama önemli olan şunu veya bunu yapmış olmasıdır. Hiç kuşku yoktur ki Tanrı, köylülerin dediği gibi bir ağaç gövdesinden bir dana yapabilir, ama bunu hiç yapmış mıdır?” sözleriyle, Papa’nın ve rahiplerin her sözünün, günümüz deyimiyle “kanun hükmünde kararname” sayıldığı o günlerde, okuyan ve sorgulayan entelektüel hayat anlayışının önünü açar.
13. yüzyılda ise Ortaçağ entelektüeli felsefi bakışı, bir yüzyılın düşünsel birikimiyle, Gilbert de Tournai’nin sözlerinde karşılık bulur: Eğer zaten bulunmuş olanla yetinirsek, gerçeği asla bulamayız. Bizden önce yazanlar bizim efendilerimiz değil, rehberlerimizdir. Gerçek herkese açıktır, tamamına henüz kimse sahip olamadı.”
Keza dönemin skolastik düşünce biçiminin aksine Jean de Meung “emek” sorunsalına dair, her ne kadar dini referans gösterse de, radikal bir biçimde tavır alır.
“Size, İsa ve çömezlerinin yolculuklarında ekmeklerini dilendiklerinin hiçbir din kitabında yazılmadığı, en azından bizimkinde öyle olmadığı konusunda güvence verebilirim… Sağlam insan ister din adamı olsun, ister Tanrı’ya hizmet etmek istesin, eğer yiyeceği yoksa elleriyle çalışarak hayatını kazanmak zorundadır…
“Aziz Paulus havarilere, ihtiyaçlarını temin etmek için çalışmalarını emretmekte ve şöyle diyerek onlara dilenciliği yasaklamaktaydı: Kendi ellerinizle çalışınız ve asla başkasına el açmayınız.”
Yukarıda sözü edilen entelektüeller, dönemin sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel biçimlenişe karşı, bu biçimlenişin ekonomi- politiği, felsefesi, coğrafyası, dini ve iktidar anlayışı üzerine kafa yormuş ve Rönesans’ın tohumlarını atmıştır. (SS/YY)
*Ortaçağda Entelektüeller, Jacques Le Goff, Çev: Mehmet Ali Kılıçbay, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2017, 308 sayfa