Pazar akşamı gündemle ilgili haberleri okumak için internet başına oturduğumda, bir süre önce hamile kadınların nerede dolaşıp nerede dolaşmayacağı hakkındaki tuhaf fikirleriyle varlığından haberdar olduğum Ömer Tuğrul İnançer’in evlilik dışı hamileliği “orospuluk” olarak tanımlayıp, buna hürriyet denen dünyaya tüküreceğini beyan ettiği yeni bir röportajına maruz kaldım. Aynı röportajda bu zat, kadınların yüzde doksanının “ben ben” dedikleri için şiddet gördüğünü iddia ediyor ve boşanmaya sebebiyet vermemelerini buyuruyor. Başkalarının kendi hayatlarıyla ne yapıp yapmamaları gerektiğine dair görüşlerini tevazu ve anlayıştan yoksun, üstelik fütursuz bir biçimde dile getiren insanları derinlikten uzak bulurum. Bu hudutsuz bilgiçlik halini yaşam tecrübelerinin hamlığına bağlarım. Bu işin bir yönü. Diğer yönü ise kadınların kendi bedenlerine ve hayatlarına dair bağımsız tasarruflarının artan oranlarda yadırganması, olumsuzlanması, hatta engellenmesi ve bunun tehlikeli derecede sıradanlaşması.
Kadınların kendi bedenleri ve hayatlarıyla ilgili, erkeklerden bağımsız karar vermesinin erkekleri ve - erkekler ve aile aracılığıyla kadınları kontrol eden - devleti ne kadar ürküttüğünü biliyoruz. Erkeklerin kadınlar üzerindeki iktidarlarını kaybetmelerinin yarattığı korkunun, kadın bedeni ve cinselliğine bireysel ve toplumsal nefret olarak tezahür ettiğini de… Bunlar her ne kadar tanıdık süreçler olsa da, sıradanlaşarak normalleşmemesi için her seferinde üzerine birkaç kelam etmek gerektiğini düşünüyorum.
Orospu kelimesi ataerkilliğe doğmuş kadınlar için ne kadar bilindik… Bu kelime ile ilk tanıştığımda sanırım 8 yaşındaydım. Yan komşumuz karı koca sürekli kavga ederdi. Bir gün erkeğin avaz avaz kadına “orospu” diye bağırdığına şahit olmuştum. Kavga sırasında edildiğine göre kötü bir söz olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum.
Bu olaydan bir hafta sonra okul çıkışı gittiğim kırtasiyede “Orospu” isimli bir kitaba rastlamıştım. Kapağında davetkar görünüşlü, yarı çıplak bir kadın vardı. Bu ikinci karşılaşma, “orospu”nun seksle ilgili bir şey olduğunu fark etmemi sağladı. Seks kötü müydü?
Ergenliğe girdiğimde taşlar yerine oturdu. Ne ilginç ki seks kadınlar için kötü, erkekler için ise “çok” iyiydi. Genç kadınlar seksten ne pahasına olursa olsun kaçınmalı, genç erkekler ise sekse ulaşmak için her yolu denemeliydi. Bu garip mücadeleyi erkeklerin kazanmasına izin veren kadınlar “orospu” oluyordu, tabi toplum bu seksi “evlilik” üzerinden onaylamadıysa.
Bu arada para karşılığı tanımadığı erkeklerle seks yapan kadınlara da “orospu” dendiğini öğrendim. Demek ki kadınlar seksi canları istediğinde ya da karşılığında para alarak yaptıklarında “orospu” oluyorlardı. Buradan toplumun kadınların seksi karşılıksız olarak ve sadece canları istemediğinde yapmasını beklediklerini anlıyoruz.
O yıllarda “orospu”luğun başka bir yanını keşfettim. Devlet Bakanı Ayvaz Gökdemir’i hatırlar mısınız? 1995’te Türkiye’yi ziyarete gelen üç yabancı kadın parlamenteri “fahişe”, bir başka deyişle “orospu” diye nitelendirmişti. Burada kelimenin kullanımı, şu çocukken tanık olduğum çiftin kavgasındaki kullanıma yakındı. Demek ki bir erkeği herhangi bir konuda kızdırırsan sana “orospu” diyebiliyordu. Demek ki “orospu” olmamak için, toplumun onayı olmadan seks yapmamak dışında, ayrıca erkekleri seks dışı konularda da kızdırmamak gerekiyordu.
Hayatımın kadın olarak toplumsallaştığım her anında “orospu” tabirine layık olmaktan kaçınmam için neler yapmam gerektiği bilgisine maruz kaldım. Orospu gibi giyinmemeli, orospu gibi sokaklarda gezmemeli, orospu gibi kahkaha atmamalı, orospu gibi itiraz etmemeli, kısaca orospuluk yapmamalıydım. Tüm bu çabalarıma karşın, “orospu” sıfatına ilk kez bizzat nail olduğumda 22 yaşındaydım. Kavga sırasında ayrılmak istediğimi söylediğim erkek arkadaşım “orospu”lukla suçlamıştı beni. Utandım, canım yandı ve sonra kızdım. Hay Allah, demek orospu olmamak için sevgilimi terk etmemem gerekiyordu. Ama bir dakika, zaten evlilik dışı ilişki yaşadığım için toplum nezdinde “orospu” değil miydim? Ne yaman çelişki! Ama bu erkek arkadaşımı terk etmemi engellemedi tabi.
Sevgilisiz, sekssiz, makbul bir kadın olarak işime gelip giderken bir akşam nispeten geç bir saatte, otobüs durağında tanımadığım bir adam yanıma yaklaşarak “Çalışıyor musunuz?” diye sordu. Tabi ki çalışıyordum, hem de geç saatlere kadar. Peki ona neydi ki? Boş bulunup “Evet, buyurun” deyivermişim. Saatlik ne kadar istediğimi sorunca ayıktım. “Orospu musun?”, “orospu olarak mı çalışıyorsun?” diye bile sorma gereği duymamıştı. Galiba kadın olmak ve geç saatte sokakta olmak orospu olmak için yetiyordu. Üstelik “çalışmak” konu kadınlara gelince bambaşka bir anlam kazanıyordu. Bu kadarı da fazlaydı canım. Dişlerimin arasından “Sana ne” diye tıslayıp sırtımı döndüğümü hatırlıyorum.
Sanırım o gün ne yaparsam yapayım, orospuluktan kurtulamayacağımı anladım. Sanki orospuluk yaşadığım toplumda kadınlığa içkin bir varoluş haliydi. Kadın olman - ya da heteroseksüel erkek olmaman - hayatının herhangi bir anında, herhangi bir davranışın nedeniyle orospu olarak nitelendirilmen için yeter sebepti. İtiraf etmeliyim ki, bu benim için ilginç bir özgürleşme anıydı. Her şey orospuluksa aslında hiçbir şey orospuluk değildi. Hepimiz orospuysak belki hiçbirimiz değildik.
Ataerkililiğin tarihi kadın bedeni, cinselliği ve emeği üzerindeki tahakkümün tarihi aslında. Orospu sıfatı bu tahakkümü reddetmeye cüret eden her kadının üstünde Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor. Görüntümüz, ilişkilerimiz, yaşamlarımız ve kızlarımızın yaşamlarıyla ilgili her kararımızı orospu gibi görünmeme kaygısı şekillendiriyor. Buna baş kaldıranlarımız namus bahanesiyle tecrit ediliyor, zulme uğruyor, dövülüyor, sakat bırakılıyor, öldürülüyor.
Bu arada dikkat çekici olan, ataerkil toplumun seks işçiliği ile büyük bir derdi olmaması. Hemen hemen tüm ataerkil toplumlarda para karşılığı seks, meşru seks müessesesi evlilik gibi toplumun doğal bir parçası kabul ediliyor ve yasal olarak düzenleniyor. Paralı seks yapan kadınlar, diğer tüm “iffet”li kadınları, cinsel arzuları bir doğal afetmişçesine sınırlanamaz, kontrol edilemez olarak tasvir edilen erkeklerden koruyan anti-kahramanlar adeta. Üstelik paralı seks yapan kadın, “iffet”li kadının tanımlanması için de elzem: paralı seks yapan kadının ne olduğu/yaptığı, “iffet”li kadının ne olmaması/yapmaması gerektiğini imliyor.
Ataerkil toplum için asıl tehlike, evlilik dışı seks değil, evlilik kurumu ve fuhuş sektörü dışı seks. Ya da bazı kadınların paralı seks yapması değil, tüm kadınların karşılıksız, canları istediğinde seks yapabilmeleri ve tabi bunun doğal uzantısı olarak canları istemediğinde seksi reddedebilmeleri. Bir başka deyişle “ev”deki kadının “sokak kadını”, “hayat kadını” gibi davranması; sokakta ve hayatın içinde olan erkekler gibi kendi için, kendi başına karar vermesi.
30lu yaşlarımla birlikte, ilk kez orospu olarak nitelendirildiğimde hissettiğim utanç ve acı geride kaldı. Kızgınlık da… Şimdilerde internet sözlüklerinde bazen yazdıklarıma bir sebeple tepki gösteren bazı erkek yazarlar, bir fikir tartışmasının ortasında dönüp dolaşıyor “orospu” diyor. “Ee?” diyor ve gülücük işareti yapıyorum. Şaşırıyor, susup uzaklaşıyorlar. Belki yapmamız gereken eşcinsel erkeklerin “ibne” kelimesinde yaptığı gibi, “orospu” kelimesini benimseyerek, ataerkil toplumun kadınları hizaya sokmak, kadınların bedenleri ve diğer her şeyle ilgili kararlarını kontrol ve disipline etmek için kullandığı bu aracı yok etmek.
Belki de “hepimiz orospuyuz” diye haykırmanın zamanı gelmiştir. Feminizmin özgürlük ve eşitlik ufkunun, anti-feministlerce kötü niyetli olarak sevişme serbestliği talebinden ibaret gibi gösterilmesine aldırmadan, istediğimiz zaman, istediğimiz kişiyle, istediğimiz biçimde sevişme hakkımızı örgütlü biçimde savunarak. Her ne kadar insana dair her alanın metalaştırıldığı kapitalizmde, cinselliğin metalaştırılmayan bir alan olarak kalmasını çok önemsesem ve seks işçiliğinin sıradan bir istihdam alanı gibi görülmeye başlanmasını acı bulsam da, seks işçilerinin hak arayışlarına destek olarak. Bayağı ve sıkıcı kadın düşmanlığının, anaakım medya aracılığıyla, güya okumuş etmiş, kelli felli adamların, din soslu, bol tükürüklü, külhanbeyi tavırlarıyla olumlanarak yaygınlaştırılmasına karşı durarak.
Hem belki evlilik dışı o seksleri, o çocukları, o tüm orospulukları birlikte yaptığımız erkekler de bize katılır. “Benim hayatım”, “benim bedenim”, “benim kimliğim”, “benim geleceğim”, “ben varım” dediği için ağabeyleri, babaları, sevgilileri, nişanlıları, kocaları, eski kocaları tarafından Türkiye’nin her yerinde, her gün, hakarete uğrayan, tecavüz edilen, zulme uğrayan, dövülen, sakat bırakılan, öldürülen cesur kadınları birlikte selamlarız.
Belki gelecek sene 8 Mart ve 1 Mayıs’ta “Velev ki orospuyum” yazılı bir pankart taşır, pankartın altında başta kadınlar olmak üzere tüm insanlar için eşitlik ve özgürlük taleplerimi haykırırım. Gelip geçenlerden saatlik ücretimi soran olursa da, “Sana ne” der, şuh bir kahkaha atarak yanlarından uzaklaşırım. Orospuyum ya… (AS/ÇT)
* Ayşe Sargın, siyaset bilimci, Sosyoloji doktorası yapıyor. Okur, yazar, gezer, eyler. |