Orhan Pamuk, Nobel'i de almış olmanın verdiği gurur ve ağırlıkla Seattle'ın en ağır salonlarından Beneroya Hall'da hemen hemen bütünüyle dolu bir salona karşı konuştu.
"Benim adım Kırmızı"'dan, İstanbul" dan ve ingilizce'ye " Other Colors" olarak çevrilen son kitabi " Öteki Renkler" den okudu... Hem okudu, hem anlattı...
Other Colors Pamuk'un Nobel'i kazandıktan sonra yayınlanan ilk kitabı. İçinde röportajlar, Nobel konuşması, New Yorker'da yayınlanan yazıları ve küçük öyküleri var...
Pamuk'a Seattle'da "tavşan kanı çay" ikram ettik...
Bu konuşmaların başlamasından bir süre önce Seattle Arts and Lecture gurubunun yirminci yılı nedeniyle verilen küçük bir kokteylde selamlaştık. Kendisine çay getirdiğimi söyledim...Çaydanlıkta... Tavşan kanı... Teşekkür etti ve biraz da dalga geçerek " memleket gözümde tütüyo gardaş " dedi...
Bu dalgada herhangi bir neden aramaya gerek yoktu, çünkü orada onun gözünde tütenin memleket değil, burnunda tüten bir bardak çay olduğu her halinden belliydi... İnce beli bardakta sunulmuş demli bir çay...
Uzun yıllardır Cafe Paloma'da birlikte çalıştığımız sevgili Ferah isteğim üzerine, evinden çaydanlık takımı getirdi.
Yıllardır burada yaşayan Akdenizli göçmenlere bakkallık yapan İtalyan "Big Jon"' dan Rize çayını bulduk... Cafe'deki aylardır dokunulmamış çay bardakları yıkandı, kurulandı. Yaklaşık iki yıl önce memleketten gelen çay kaşıkları gün ışığına çıktı. Her zaman elimizin altında olan askı tepsi donandı...
Küçük de bir not düşüldü köşeye : Afiyet olsun...
Orhan Pamuk, elinde ince belli çay bardağıyla yürüyerek geldi podyuma... Onu ilk tanıdığımda kendisinin bu kadar heyecanlı ve yerinde duramayan bir adam olup olmadığını pek düşünmemiştim. Yaklaşık sekiz yıl önce ilk kez Washington Üniversitesi'nde bir konuşma yapmıştı.
İki yıl önce bizim buraların ünlü kitapçısı Elliot Bay Bok Store'un davetlisi olarak Seattle'a geldiginde ben Türkiye'de idim. Ancak, yakın dostum Dana Cassara Cafe Paloma'da bir resepsiyon düzenlemişti benim adima.
Orhan Pamuk, kendisine çay getirdiğimi söylediğimde "İki yıl önce sizin restoranınızda yemek yemiştik" dedi. Hatırlamış olmasına garip bir sevinç duydum. Seattle Arts and Lecture'den Hollis Palmer, Pamuk'un " black tea" arzusuna yardım edip edemeyeceğimi sorduğunda Türk usulü "Vazifemiz olur abla" anlayışıyla bir "Yes" çekince Hollis de Pamuk'un konuşmasından sonraki resepsiyona davetli olduğumu belirtti anında.
Çay demlendi, kendime bir bardak çay yaptım ince belli bardakta... Yan komşu Decker'dan beni Beneroya Hall'a götürmesini rica ettim. Askılı bir tepside, iki ince belli çay bardağı, ocaktan yeni inmiş bir demli bir çay.
Yerinde duramayan, ingilizce konuşurken ses tonu değişen Pamuk'un hem Ingilizcedeki sesini savunması, hem ''Neden yazıyorsunuz?" sorusuna yanıtları, Other Colors'dan okudugu, o zamanlar altı yaşında olan kızının dilinden "Okula gitmek istemiyorum" yazısı oldukça güldürdü herkesi.
İlginç olan Pamuk'un bir zamanlar memlekette Öküz dergisinde yayınlanan bu yazıları okurken daha da rahatladığını görmekti. Sanki sahnede tek başına bir oyunu oynayan aktör oluvermişti. Dinleyenlerinde bu kısa yazılardan çok tad aldığı alkışlardan belliydi.
İlk soru Ermeni meselesi oldu...
"Herhalde, sormak istediginiz bir sorunuz varsa şimdi onları yanıtlamam gerekiyor " dediğinde uzun zamandır çisini tutan ben yerimden kalktım ve tuvalete koştum. Sonra bana toplantıda birlikte oturduğum arkadaşım Derya Baykent'in aktardığına göre ilk soru " Amerikan temsilciler meclisinde Ermeni kıyımının kabul edilmesi ve oylanması için senatoya sunulması hakkında ne düşünüyorsunuz" olmuş.
Etkilendiği yazar Proust...
Pamuk da, toplantıyı izleyen bütün Türklerin de hoşuna giden bir yanıt vermiş, " en amatör gazeteciler bile önce edebiyat üzerine sorarlar sorularını, çünkü ben bir yazarım, politikacı değil. Bu sorunun geleceğini tahmin ediyordum ancak ilk soru olacağını sanmıyordum. Türkiye'yi yakından ilgilendiren bu konunun Türkiye'de konuşulması gerek!"
Alkışlar, gülüşmeler... Öteki sorular....
Soru: " Romanlarınızda kadınlarınız çok egzotik ve seksiler...? "
Orhan Pamuk: " Yanlış bi şey mi var ?"
Soru: " Sizi etkileyen yazar ?"
O.P: " Proust "
Soru: Sizi etkileyen kitap?
O.P: "Anna Karanina"
Aslında en çok hoşuma giden, kendisinin Türkçe yazdığı romanları İngilizce'den okurken ne hissettiği sorusu ve verdiği yanıt oldu. Pamuk son derece muziksel bir biçimde, yazılarında bir müzikal harmoni olduğunu, Türkçe yazarken düşündüğü, hissettiği bu harmoninin öteki dillerde de yakalanması için çok uğraştığını anlattı:
" Kitaplarımı İngilizce çeviren Maureen'i arıyorum (Maureen bu olmamış. Ben [ dat dat dadata datata dam] diye yazdım, sen aynı cümleyi [ dam, data, dat, dat da ] diye çevirmişsin. Sonunda bir uyum buluyoruz. "
Sonra bu akşamı izlemek için biletlerine biraz daha fazla para ödeyen konuklar üst katta buluştular. Şaraplar içildi ve küçük aparatifler yenildi... Ellliot Bay Book Store için imzaladığı bütün kitapların satıldığı gecede evlerinden kitaplarını getiren Pamuk severler, kitapları imzalamadığı icin hayal kırıklığıyla evlerine döndüler.
Beni de tersleyebilecegini göz önüne alarak yanına yanaştım, "Ama hocam bak bu kitap, başka kitap" dedim ve özenle çantamdan çıkardım. Bir süre önce Elliot Bay Book Store'dan Sevgili Rick Simmon'sun bana hediye ettiği, piyasaya çıkmadan önce eleştirmenlere, diğer yazar ve çizerlere, kitapevlerine gönderilen ve "readers copy" denen
kitabı gösterince, beni kırmadı... Çaktırmadan kitabı imzalattım. Bu arada fotoğraf makinamı da sevgili Cüneyt Havlioğluna verdiğim için ayrıca şanslıydım...
Cevdet Bey ve Oğulları'ndan başlayarak hemen bütün kitaplarını severek ve özenle okuduğum Orhan Pamuk'un Nobeli alması gerçekten çok gurur verici bir olaydı benim için. Bak bunda da " Türklüğüm kabardı " haberin olsun.
Orhan Pamuk bir süredir NewYork Colombia Universitesinde ders verdiğini, hem Türkiye'de hem Amerika'da yaşadığını söyledi. " Other Colors " kitabının ABD'de piyasaya çıkmasıyla başladığı turlar devam ediyor. Seattle'dan Portland'a geçen Pamuk , SanFrancisco 'da da konuşacak...
Burada sevgili Çetin Altan'ı anmadan edemeyeceğim. Orhan Pamuk'un Nobel ödülünü almasının hemen ardından Türkiye'de kopan fırtına ve Pamuk'a karşı yürütülen kampanyaya karşı yazdığı bir yazıda sanırım üç aşağı beş yukarı şöyle söylüyordu :
" Bayrak direklerini ne kadar yükseltirseniz yükseltin, Orhan Pamuk'un nobeli alması daha çok tanıtacaktır Türkiye'yi dünyaya... "
Sevgiyle . (SU/NZ)