Fotoğraf: Sebüktay Kaan, İsveç Kraliyet Kütüphanesi Arşivi'nde. Ekranda, 1983’te Alman Büyükelçiliği’nden ayrılırken Kaan (montlu) ve Kürt Federasyonu Başkanı Mahmut Kiper.
Geçenlerde Stockholm’de Gezi günleri’ni yazdıktan sonra şu ‘‘bir dayanışma üretebilme sancısı’’na takıldı aklım. İlk kez yaşadığım bir duygu değildi bu; öncesinde de sonrasında da defalarca yaşadım. Her defasında bu aynı ruh halini yaşamamın asıl sebebi siyaseten yalnızlıktı, biliyorum. ‘‘Tek olmanın dayanılmaz ağırlığı’’ dedim buna ve yazıdan sonra yaşadığım bu ‘‘darlanma’’ hallerini bir yazıya dökeyim diye düşündüm.
Sonra, hep de böyle değildi ki dedim kendi kendime. ‘‘Bir ıslıkla’’ toplanıverdiğimiz örgütlü, güçlü eylemlerimiz geldi aklıma ve o tek olmanın dayanılmaz ağırlığından ‘‘Örgütlü olmanın dayanılmaz hafifliği’’ne süzüldüm usulca. Sonraları bir deyiş haline de gelen Çekyalı yazar Milan Kundera’nın -sonradan filmi de yapılan- Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği’nden esinlendim tabii ki bu cümleyi kurarken.
Sözünü ettiğim iki zıt duygu halinin ‘‘pozitif’’ olanını anlatayım önce. Tarihsel süreç olarak da böylesi daha uygun.
Nasıl şaşırıyor insan onca yılın nasıl bu kadar çabuk geçivermiş olduğuna. 41 yıl olmuş!.. Gençken üç beş yıllık anılar ne kadar uzak gelirdi. Şimdi 30-40 yıllık anılar ne kadar yakın!
30 Ağustos 1983 imiş, şimdi internetten kontrol edince öğreniyorum. Akşam haberleri (daha Türkçe TV kanallarının yayına başlamasına çok var, İsveç televizyon haberleri olmalı) Almanya’da sığınma talebinde bulunan bir Türk’ün duruşma sırasında, altıncı kattaki mahkeme salonunun penceresinden atlayarak intihar ettiğini duyurdu. Önce patlayan hiddet duygusu sonra hızla, ‘bir şey yapmalıyız’ sükûnetine dönüştü içimde. Gencecik bir devrimcinin ölümüne yol açan alçaklık, politik sığınma hakkına da bir saldırıydı ayrıca. Açıktı ki daha binlerce insan gelip sığınma talebinde bulunacaktı. Daha 12 Eylül faşizminin başlarındayız.
O zaman Türkiyeli ve Kürdistanlı yüzlerce sığınmacı var İsveç’te. Çoğu daha talebine bir yanıt alamamış. Oturum alanlar daha dil kurslarına filan gidiyorlar. Günün her saatinde hareket ettirebileceğimiz yüzlerce insan var. Örgütlüyüz! Çoğu insanın bir siyasi aidiyeti var. Olmayanlar bile ikinci üçüncü halkalar olarak çevremizde ve etki alanımızdalar. Örgütler hala canlı. Derneklerde, kafelerde günlük birbirimizle iletişim halindeyiz. Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC) kurmuşuz! Bir ağırlığı ve her zaman hareket ettirebildiği bir kitlesi var. Yalnız değiliz!.. Güçlüyüz!
Önce kendi (FKBDC) içimizde hızlı bir iletişimden hemen sonra Kürt Federasyonu’nu ve İSTİB’i aradım, ortak bir tepki vermemiz önerisiyle. Yanıtları olumlu oldu ve duyuruyu yaygınlaştırdık. Önerim üzerine ertesi gün Alman Büyükelçiliği’ne bir sessiz yürüyüş düzenlenecek ve Federal Alman Cumhuriyeti’nin (FAC) Cemal Kemal Altun’un da ölümüne yol açan politik sığınma hakkına saldırısı protesto edilecekti.
Büyükelçiliğe verilmek üzere bir protesto mektubu hazırladım. Kime çevirttim, kim daktilo etti, bugün hiç anımsamıyorum. Zeynel diye bir arkadaşımız vardı resim yeteneği olan, ondan Cemal Kemal’in bir portresini yapmasını rica ettim, karakalem bir porte yaptı ve kortejin önünde kendisi taşıdı.
Henüz 24 saat geçmemişti üzerinden. Stockholm şehir merkezinden FAC Büyükelçiliği’ne yaklaşık iki yüz kişilik bir yürüyüşle, anında ve güçlü bir tepki vermeyi başardık. Yanımda iki arkadaşla (sanıyorum birkaç resmi sivil polis nezareti de vardı) büyükelçiliğin açılan kapısından, arkasında bir iki refakatçisi olan bir diplomata protesto metnini verdik. Onların da biraz şaşkın, biraz tedirgin hallerini anımsıyorum hala.
Baştan sona istediğimiz düzende ve etkide bir yürüyüş oldu. İsveç televizyonunun Türkçe redaksiyonu eylemi haberleştirdi.
Yıllar sonra aynı duygu. Örgütlü, güçlü ve dayanışma içinde olmanın özgüveni bir başkadır.
Yüreğinizde yarattığı o ‘‘dayanılmaz hafiflik’’ de!
Yazı bağlamında konu ettiğim Cemal Kemal Altun… Gencecik bir insan... 41. ölüm yıldönümü günlerine rast gelmiş yazım. Anısını saygıyla anıyorum.
Yazıyı yazdıktan sonra düşündüm bir belge bulabilir miyim diye. O yıllarda -bir teşhis, tespit vs. karşı- eylemlerde resim çekilmesine izin vermiyoruz. Televizyon da bir duyum alıp gelmiş olmalı. İsveç televizyonunu arayıp o günkü yayının arşivlerinde var olup olmadığını sordum. Özel kişilere servis yapmadıkları gerekçesiyle beni Kraliyet Kütüphanesi’ne yönlendirdiler. Kütüphaneyi aradım gün, tarih, saat vererek yardım istedim. Yardımcı olan kişi on beş dakika geçti geçmedi geri döndü, bulduğu müjdesiyle. Ama kopya alabilmem için telif hakkı sahibi İsveç televizyonundan onay almam gerekiyordu. Ayrıca ne zaman istersem gidip kütüphanede, aldığım dosya numarasını vererek videoyu izleyebileceğimi söyledi. Akşamüzeriydi, yetişmem zordu. Ertesi günü ilk işim o oldu. Verdiğim arşiv numarası üzerine bir çalışan, bir bilgisayarı açarak izlememe yardımcı oldu. İzledim, hüzünlü bir keyifle.
Gelecek yazı: Tek olmanın dayanılmaz ağırlığı - 1
(SK/VC)