Sabah kalktığımda Perşembe günlerinin “bambu workshop” günü olduğunu öğrendim. Ben de fırsatı kaçırmadım, bambudan nasıl tabak, kaşık, sepet, bardak yapılır? Balta gibi bir aletle vura kıra, yonta biçe epey bir fiziksel güç harcayarak sonunda kendi malzemelerimi kendim ürettim. Ortaya garip şekillerde bir yemek seti çıkarmış olsam da; bundan sonra yemeklerimi kendi bambu tabağım ve kaşığımla yiyeceğim için durumdan memnundum.
Gönüllü çalışmak için geldiğim çiftlik ne büyük, ne de küçüktü! Farklı tipte inşa edilmiş “altı” bungalov ev vardı. Aynı arazide geniş bir alana yayılmış organik beyaz ve esmer pirinç tarlaları vardı. Yağmurlardan ve dağlardan gelen suların toplandığı iki de gölcük bulunuyordu . Ekolojik çiftliğin sahibi Sandot, elektriğe gerek olmaksızın kendi kendine çalışan bir su pompa sitemi kurmuştu. Ayrıca çürümüş bitkilerden biyogaz elde ederek yemek pişirme sistemi de mevcuttu.
Domates dikmek, bambu kesmek, yemek hazırlamaya yardım etmek gibi günlük işlerle uğraşıyordum çiftlikte. Na, Joe, Tadaam zamanımın çoğunu geçirdiğim sıkı Thai arkadaşlarım olmuşlardı. Ben İngilizce konuşuyordum, onlar Thaice karşılık veriyordu. Ama sorun yok! Benim de İngilizcem zaten süper değildi. Ortak işleri bana göstererek öğretiyorlardı ve geri kalan zamanlarda da ortak müzik yaratarak zaten birbirimizi anlıyorduk.
Çiftlikte papaya, muz, kahve, dragon gibi meyveler yetişiyordu. Aloe vera ve onun dışında yemeklerde kullandığımız başka bitkiler vardı. Çiftlikte kaldığımız sürede bir gün ormana gittik. “New Land” denilen yeni geliştirilen bir projeyi gördüm. Aslında “orada bir cenneti gördüm” desem yeridir.
Yaparak yaşayarak öğren
Başka bir gün nane gibi kokan bir ağacın yapraklarından şampuan yapmasını öğrendim. Topladığım yaprakları ikiye kesip ezdim, sonra hepsini kaynattım, soğumaya bırakıp yaprakların suyunu sıkıp süzgeçten geçirdiğimde hafif akışkan bir şampuan elde ettim.
Bizim kimyasallar gibi köpürmese de, benim dalgalı gür saçlarda temiz ve yumuşak bir arınma yarattı. Yolculuk boyunca kullanacağım bitkisel bir şampuan üretmiştim.
Burada bir gönüllüydüm ve permakültür methot ve prensipleri ile ilgili yoğun bir kursa gelmemiştim; bu kurslar kapsamlı bir bilgi sağladığı gibi, parasal anlamda da benim yolculuk bütçemi zorlayacağından ben gönüllülükten yana seçimimi kullanmıştım.
Toprağı kimyasaldan ve geleneksel ekip biçmekten uzak tutarak, üretilen organik besinlerle dışarıya bağımlı olmadan ve toprağı bağımlı etmeden geri dönüşümlü sürdürülebilir yaşam modeli nasıl olur anlamaya, bir görüş elde etmeye çalışıyordum.
Bunu da öğrenmenin en iyi yolu “yaşamak ve uygulamak” tı. Öyle de yaptım!
Çocuklara ekoloji semineri
Sandot, harika bir adamdı. Eğlenceliydi ve güzel bir enerjisi vardı. En beğendiğim yönü de paylaşmayı seviyor olmasıydı. Bildiğini paylaşmak, öğretmek ona mutluluk veriyordu ve çalışırken sürekli kendi kendine ve diktiği bitkilere şarkı söylüyordu. Sabahları yarı uykulu yarı uyanık, bungolov evimden onun sabah şarkılarını duyabiliyordum..
Daha önce şehir yaşamında çok başka işlerde uzun süreler çalışmış, en sonunda bu işleri bırakıp Tacomepai’ yi kurmuştu. Bildiklerini ise hem yaşam boyu yaptıklarından hem de burada deneye yanıla gerçekleştirdiklerinden öğrenmişti.
Onunla beraber bir okula ekolojik yaşamla ilgili bir seminer vermeye gittik. Daha doğrusu seminer olduğunu olanları yaşayınca anladım; bana sadece ekolojik yaşam ile ilgili bir grup çocuğa bilgi vereceğini söylemişti. Onun bu sözlerinden gözümün önünde hiç bir şey canlanmamıştı. Ama yaklaşık elli kadar çocuğun olduğu geniş bir salona girince önce neye uğradığımı anlamadım. Sandot’un ekolojik yaşamla ilgili seminer verip, çocukların da bununla ilgilenmesine de çok şaşırdım.
Günlük, sıradan kıyafetlerle elinde mikrofonla Thaice konuşmasını izlerken, anlattıklarından hiçbir şey anlamadıysam da adımın geçmesinden, arada bir de benden bahsettiğini çıkarabildim.
Adımı söyledikçe 13-14 yaş grubu çocuklar da ilgiyle bana bakıyorlardı. Eğlenceli bir biçimde konuştuğu için ortamda bir seminer havası yoktu.
Giderek benden o kadar çok söz etti ki, oradaki bir başka Thaili görevli, bana dönüp konuşmak isteyip istemediğimi sordu. Konuşmanın iyi olacağını düşündüm; Yaşadığım şehir İstanbul’dan, buralara neden geldiğimden, çiftlikteki hayatımdan ve ekolojik yaşamdan söz ettim. Konuşmamın doruğa çıktığı an ise, yerküreyi hep birlikte daha iyi bir yere çevirelim şeklinde “yüce bir mesaj”la son buldu . Sözlerimi “kap hung ka!” ile bitirerek hepsini istanbul'a davet ettim.
Farklılık, farkındalık
Oradaki çocuklara bir yandan kendimi ve düşüncelerimi aktarırken; bir yandan da “ne oluyor burda?”, “Az önce ne söyledim ben? ” şeklinde sorular kafamda geziniyordu. Sonuçta kendimi “iyi niyet elçisi” saymama kadar giden bir “bilinç akışı”ydı yaşadığım.
Seminer bitiminde Sandot’a plaket gibi bir belge verilip, sonrasında da ikimizin fotoğrafı çekildiğinde olay artık kopmuştu! ‘Daha fazlasını kaldıramayacağım’ diyerek, çiftliğe geri döndüm.
Bu iki hafta çiftlikte çok fazla “gönüllü” olmasa da, hatta çoğu zaman tek başıma olsam da, bu deneyim bana çok iyi geldi. Gerçekten yolculuğa çıktığımdan beri, yeni yeni kendime geliyordum, yeni yeni kendi içimde bir dengeye girmiştim. Bilincim, İstanbuldan ve İstanbul’a dair yaşam tarzından artık uzakta olduğumu ve “yolda olma” duygusuyla, gerçekten farklı bir gerçeklik içinde olduğumu bana söylüyordu. Bedenimin, aklımın ve ruhumun bu değişime gerçekten gereksinimi vardı. Ve ne diyebilirim ki, halimden son derece memnundum… (AK/MS/IC)