*Bu yazı ilk olarak Kaos GL org'da yayınlandı.
Aşkın L* Hali
Kaos GL Derneği’nin 2006’dan bu yana her yıl farklı temalarla düzenlediği “kadınlardan kadınlara, kadınlardan kadınlar için” ilk öykü yarışması olan Kadın Kadına Öykü Yarışması’nın derece alan öykülerinin yer aldığı Aşkın L* Hali kitap seti NotaBene Yayınları’ndan çıktı.
15 yıllık emeğin ürünü olan serideki öyküler bir yandan retrospektif bir bakışa olanak sağlıyor; bir yandan da dünden bugüne değişimi gözlemlemeyi mümkün kılıyor. Öykülerin her biri başka alemler açarak görünürlüğün ötesine geçerek, elle dokunulur sahici bir serüveni mümkün kılıyor.
Yarışmadan 2006-2008 ve 2009-2011 yıllarını kapsayan ilk iki cildin editörlüğünü Burcu Ersoy, 2012-2014 ve 2015-2017 yıllarını kapsayan üçüncü ve dördüncü cildin editörlüğünü Karin Karakaşlı, 2018-2020 yıllarını kapsayan cildin editörlüğünü ise Pelin Buzluk yaptı. Seri editörlüğünü ise Aylime Aslı Demir üstlendi.
İlk cildin kapak işi Elif Tekneci’nin, ikinci cildin kapak işi Ugemfo’nun, üçüncü cildin kapak işi Gözde İlkin’in, dördüncü cildin kapak işi Meltem Elmas’ın ve son cildin kapak işi Şafak Şule Kemancı’nın elinden çıktı.
Aykırı Cinsellikler
Kıvanç Tanrıyar’ın Türkçe edebiyatta cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin izini sürdüğü kitabı “Aykırı Cinsellikler” 2018’de Ayrıntı Yayınları’ndan çıktı.
Kitapta beni özellikle etkileyen, deneyimlerin adını koyma konusundaki başarısı. Trans erkek ve trans kadınların edebiyattaki öncü temsillerini; “toplumsal cinsiyet karmaşası” gibi klişe tabirlerle incelemek yerine çok katmanlı okumalarla günümüze taşıyor.
Tanrıyar, kitabı öğretici bir sürecin ürünü olarak tanımlıyor ve çalışmasını şöyle anlatıyor:
“Erken dönem Türkçe edebiyatta heteroseksüel rejime direnç gösterdiği üzere “arzu” üzerine yazma fikri, birkaç yıl önce yerli edebiyatta LGBTİ üzerine bir araştırma yapma kararını verdiğimde birdenbire ortaya çıktı. Araştırma için yola çıkarken ilk etapta figürleri, yazarları, karakterleri LGBTİ olarak türleştirme hatasına düşmüştüm. Bu tip bir türleştirme pratiğinin meşru olabilmesi için ele aldığım dönemin LGBTİ diye adlandırılabilecek bir politikleşmeyi sağlamış olduğunu da ispatlayabilmem gerekiyordu. Hâlbuki araştırmanın ilerleyen safhaları, arzu ve beden eksenli bir okumanın bu tip bir türleştirmeyi aşmanın bir zorunluluk olduğunu gösterdi. Guy Hocquenghem’in ünlü sözünün de akla getirdiği üzere: “ ‘homoseksüel arzu’ ifadesi anlamsızdır. Arzu homoseksüellik ve heteroseksüellik alt başlıklarına ayrılmaz.” Bu kitap, “heteroseksüel arzu” gibi bir alt başlığın olduğunu varsayan bir anlayışla yazılmadığı için genel olarak “olma” ve “sahip olma” eksenindeki bütün enerjilere normatiften sapma ölçüsünde mümkün olduğunca yer verdi, bu işleyişleri heteroseksüelliğin de yer aldığı bir arzu skalasındaki çeşit gibi ele almadı. Bu bakımdan kitap, “normal” cinselliği dışarıda bırakan bir bütün olarak arzuya ve bedene dair olmaya çalıştı, denilebilir.”
Başkaldıran Bedenler
Berfu Şeker’in hazırladığı “Başkaldıran Bedenler, Türkiye’de Transgender, Aktivizm ve Altkültürel Pratikler” bir konferans kitabı. 2013 yılında Metis’ten çıkan kitap “trans kimlik kavramına odaklanan akademik çalışmalar ile transların deneyimlerini” bir araya getiriyor. 2010 Kasımı'nda Boğaziçi Üniversitesi'nde düzenlenen "Queer, Türkiye ve Trans Kimlik" konferansı temelinde hazırlanan derlemenin bana kalırsa en önemli yanı; akademik çalışmalarla çoğu zaman “deneyim” denerek küçümsenen gerçek hayatlar arasındaki hiyerarşiyi yıkma konusunda öncü bir eser olması.
Ben de Varım
Transkad.in blogunun yazarı Deniz Su Tiffany’nin “Ben de Varım” kitabı, “Ya bana ulaşamayanlar? Ya derdine ses olamadığım trans kadınlar?” diyerek kaleme alınmış. Ray Yayınları’ndan çıkan eser, Deniz Su Tiffany’nin yazılarından bir derleme.
“Zamanında çok uğraştılar benimle, fakat beni güçlendirdiklerinin fakında bile değiller, ne diyeyim ki? Ellerine sağlık!” sağlık diyor Deniz. Kitabında aile ilişkilerinden, ilkokul anılarından, lisede yaşadıklarından, üniversiteye nasıl geldiğinden bahsederken; Türkiye’deki transfobiyi ve transların verdiği yaşam mücadelesini kendi perspektifinden yorumluyor.
Kitabın bendeki yeri, trans kadınlar üzerine konuşan birilerinin yazdıkları yerine Deniz Su’nun kendi kelimeleriyle anlattığı sade hikayelerden oluşması. Başkası adına konuşan eserlerdeki sakillik yerine inanılmaz sade ve doğrudan bir anlatıma bırakıyor.
Gökkuşağından Ezgi’ye Mektuplar
Aydan Ezgi Şalcı, Samsun Kızıl Okyanus LGBTİ+ Oluşumu aktivistlerindendi. LGBTİ+’ların yaşam mücadelelerinden oluşan bir kitap çıkartmak istiyordu. Bu fikri LGBTİ+ aktivistlerine açtıktan günler sonra 20 Temmuz 2015’te Suruç’ta İŞİD’in bombalı saldırısında hayatını kaybetti.
Suruç’ta yaralananlardan LGBTİ+ aktivisti Loren Elva, “Hiçbir düş yarım kalmayacak” sözünden yola çıkarak Aydan Ezgi’nin düşünü yarım bırakmadı. “Gökkuşağından Ezgi’ye Mektuplar” kitabı Ceylan Yayınları’ndan çıktı.
25 farklı şehirden LGBTİ+’ların katkı sunduğu anı-anlatı türündeki kitabı yayına hazırlayan Loren Elva şöyle diyor:
“Uzun zamandır üzerinde heyecanla çalıştığımız, ilmek ilmek dokunduğumuz kitabımızı tamamlandık. Kitapta 25 farklı şehirden LGBTİ+ yaşam mücadelelerini anlatıyor. Kitap, 20 Temmuz 2015’te Suruç’ta İŞİD’in canlı bomba saldırısında hayatını kaybeden Samsun Kızıl Okyanus LGBTİ+ Oluşumu aktivisti Aydan Ezgi Şalcı arkadaşımızın fikriydi. Ezgi hayatını kaybetmeden 10 gün önce bu kitabı çıkarmak istediğini benimle paylaşmıştı ancak düşü Suruç’ta yarım kaldı. Yıllar sonra Ezgi’nin bu düşünü tamamladığımız için mutluluk duyuyoruz. Kitabı Ezgi’ye, nefret cinayetlerinde kaybettiğimiz LGBTİ+lara ve Suruç’ta yitirdiklerimize atfediyor, kitapta emeği geçen herkese sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.”
Kitabın tamamını henüz okuyamadım ama şimdiye kadar okuduğum kısımlardan şunu diyebilirim: Edebiyatla hayat arasındaki sınırı yıkma kudretine sahip bir eser.
Homintern
Gregory Woods’un eseri, günümüz Türkiyesi’ni anlamak isteyenler için kesinlikle okunmalı. Kitaptaki komplo teorilerinin tanıdıklığını fark edenler anlar bu önerimin gerekçesini oluşturuyor. Beynelmilel homoseksüel komplodan, kamusal hayatı istila eden sapkınlar mitine; Woods’un deyimiyle “cinsellik bürokratlarının” tasnif hezeyanlarından homofobi ile Anti-Semitizm ilişkisine çok geniş bir yelpazede hem tarihsel hem güncel hem de edebî olarak muazzam bir kaynak.
2019’da Ayrıntı Yayınları etiketiyle çıkan kitabı, Yayınevi şöyle tanıtıyor:
“Gregory Woods, tam da 19. yüzyıl sonundan 1970’lere değin varolmuş bir toplumsal dokuyu tasvir ediyor. Fin-de-siècle Avrupa’sında cinsel normlara aykırı gelen bireyleri ezen skandallar üstüne skandallar patlak verirken, onlar da cebren tecrite maruz kalıyor ya da hem cinsel hem kültürel ilişkiler ağını örmek üzere gönüllü olarak kendi kaçış çizgilerini çekiyorlardı. Bu tip birçok yönlü istikamet modernizmi kuran Sodom’un kalelerini örmüştür. Mitsel nitelik kazanan, Kuzey Avrupa’nın Püritenlik baskısından kurtulmuş Kod Napolyon’un Paris Sodom’u, Weimar’ın Berlin Sodom’u ya da Harlem’in New York Sodom’u…”
Homofobi Sözlüğü
Eşcinseller domuzlar ve köpeklerden daha kötüdür.”
(Robert Mugabe, Zimbabve Devlet başkanı, 1995)
“Sodomcu olduğu kanıtlanan hayalarını kaybetmeli; ikinci defa yaparsa organı alınmalı; üçüncü defa yaparsa yakılmalıdır”; “Bunu yapan kadın her seferinde bir organ kaybetmelidir ve üçüncü defada yakılmalıdır. Tüm malvarlıkları da krala verilir.”
(Jostice ve Plet, “Eski Orleans Töresi”, 1260 civarı)
“Heteroseksüel ve eşcinsel çiftler arasında bir eşitlik olamaz. Bu gerçeklik hiçbir ahlaki ya da gerici değerlendirmeden kaynaklanmamaktadır.”
(Jean-François Mattei, Liberal Demokrasi Milletvekili, 1998)
Yukarıdaki üç cümle bir güldesteden. Homofobi Sözlüğü bu güldeste ile açılıyor. Daha doğrusu yazarın deyimiyle, “bir tür karşı-güldeste; amacı bir saçmalık derlemesi ya da nefretin açıklamalı kataloğunu oluşturmak değil; bu kitabın esas uğraşısı olan analize geçmeden önce konuyu temsil eden kimi söz ve bağırışları duyurmaktır.”
Louis-Georges Tin’in derlediği, Melis Tezkan ve Okan Urun’un Türkçe’ye çevirdiği sözlük, homofobik söylem ve eylemler ile ileri sürülen teorileri ve açıklamaları ele alıyor. Kitabın ortaya koyduğu en önemli gerçeklerden birisi, birbirine taban tabana zıt görünen rejimlerin söz konusu eşcinsellik olduğunda nasıl da hedef göstermede ortaklaşabildiğini göstermesi. İlk bakışta karmaşık gelebilecek bir kurgu, tematik olmayan alfabetik bölümlenme dildeki sadelik ile o karmaşaya biraz da sakinleştiren bir duygu armağan ediyor. Kitabın en özgül yanlarından birisi de sıkı bir tarih anlatısına dayanması. Yazarlar her maddede tarihin alışılageldik büyük anlatısına başka bir gözle bakıyor. Tarihi yazılmayan veya tahrif edilerek yazılan bir deneyimin, hisler bütününün, davranışın, varoluşun, kimliğin hikayesini kavramsal ve analitik bir çerçeveye oturtuyor.
Lubunya
“Türkçe yazında trans kimliklere ilişkin öncü çalışmalar nelerdir?” diye sorsanız hiç düşünmeden Selin Berghan’ın “Lubunya: Transseksüel Kimlik ve Beden” kitabını söylerim. 2007 yılında Metis Yayınları’ndan çıkan kitap; kişisel hikayemde de çok önemli bir yerde duruyor. İleride arkadaş olacağım Selin’in kitabını, kitapta röportaj yaptığı kişilerin anlatılarını okurken heyecandan duramamıştım. Kültleşmiş bir eser diyerek daha fazla uzatmayayım ve muhakkak okunmalı diyerek sözü Selin’e bırakayım:
“Merak edenler için, görüşmecilerimi barlarda bulmadım. İlk tanıştığım transseksüel 23-24 Mayıs 2003 tarihleri arasında Kaos Kültür Merkezi'nin Ankara'da düzenlediği "Lezbiyen ve Geylerin Sorunları ve Toplumsal Barış İçin Çözüm Arayışları" başlıklı sempozyumda yaşam öyküsünü sunan Buse'dir. Buse'yle beş ay süresince, onun nöbetçi olduğu cuma günlerinde Kaos Kültür Merkezi'nde görüştük. Katılımcılarınız kim olursa olsun, samimiyetinize inandıkları ve size güvendikleri andan itibaren sizinle her konuda gönül rahatlığıyla konuşurlar. Güven kazanmak ve güvenilir biri olarak kalmak, samimiyetinizin ne kadar gerçek olduğuyla ilgilidir. Kentli orta sınıf üyesi bir kadın olarak, bu çalışmada tek derdim yalnızca onları anlamaktı. Bunun için onların en mahrem alanlarına girmem, unutmaya çalıştıkları olayları hatırlatmam, çekindikleri, sıkıldıkları ve sinirlendikleri konularda onlarla konuşmam gerekiyordu. Sürekli hayal kırıklığı yaşamak, etiketlenerek dışlanmak ve baskılanmak onların özellikle güven konusunda "tetikte" durmalarına neden oluyor. Siz ne kadar olduğunuz gibi durursanız karşılarında, güven konusunda da o kadar yol alırsınız. Ve birgün, Buse'nin bana yaptığı gibi, oldukça özel bir sırra ortak edilerek "özel" olduğunuz hissettirilirse, doğru yoldasınız demektir.”
Otobanda Kaybolanlar
“Ezber yollardan çıkıp elleriyle sarı şeritler dikerek yeni yollar çizenlere... Düşmeyi göze alarak kendilerini yeni yollara sürenlere...”
Fırat Uran’ın ilk kitabını okuduktan sonra arka kapakta yer alması için böyle yazmıştım. 2018’de Sola Yayınları’ndan çıkan Otobanda Kaybolanlar, Alaz ile Batu’yu ve daha nicelerini sarı çizgili bir otobanda bir araya getiriyor. Otobanda Kaybolanlar, Alaz’ın Batu ile tanışıp onun otobanında kaybolması, değişmesi ve büyümesini anlatan bir kitap. Çizimleriyle, sahici diliyle, sorularıyla, çağırdığı yolla, yoldan çıkmakla ilgili çok içten ve içeriden bir anlatı. Derin bir İstanbul övgüsü, inceden bir aşk hikayesi, tanıdık ve aşina sohbetleriyle Otobanda Kaybolanlar çok sade bir dille yarı senaryo yarı öykü tadında okuyucuyu içine çekiyor. Aşk dediysek öyle ağır bir romantizm de yok kitapta. Birbirine değen, bazen uzaktan seyreden bedenler, ruhlar…
Periler Ölürken Özür Diler
Nedendir bilmem küçük İskender’in en sevdiğim kitabı, “Periler Ölürken Özür Diler”. küçük İskender’in tokat gibi dilinin en güzel örneklerinden biri bence. Şair küçük İskender, 1995 yılında Kaos GL’nin 8. sayısına bir mektup yazdı. Dergi çıkalı daha bir yıl olmuşken, “dergiyle bu kadar geç iletişim kurmamın nedeni…” diye sözlerine başlayan, Kaos GL okurlarına Andre Gide’dan “Corydon”u öneren ve Kaos GL dergisini selamlayan küçük İskender’i o mektupla anıyorum:
Sevgili Kaos GL,
Derginizle bu kadar geç iletişim kurmamın en açık nedeni, derginizin yayımından henüz haberdar olmuş olmam ve onu ele geçirmemin de tarihi bir rastlantıya dayanması sayılabilir. “Organ bulmuş, kıllısını arıyor”lardan olmadığımdan dolayı belli başlı ve doğal “eksiklik”lerden söz ederek kafa şişirmek istemiyorum. Ben bu mektubu sizi ve sizlere destek verenleri en içten duygularımla kutlamak için kaleme aldım. İnanın ki, başka hiçbir amacım yok. Eşcinsellerin bireysel olgunlukları ve toplumsal entegrasyonu için yıllardır üstüme düşeni yapmaya çabalıyorum. Ama doğru, ama yanlış! Bu insanların kimliklerini gizleme hakkına saygı duyuyor, bir yandan da için için kızıyorum. Eşcinselliği kitlesel hareketten soyutlayıp kişiye özele indirgemek, daima bir ‘zevk biçimi, bir sapkınlık, bir tabiat küstahlığı’ olarak adlandırılma, tanımlanma riskini, dahası sonucunu doğurur. İlerici, çağdaş, yüzyılına yakışan eşcinsellerin kimliklerini derhal açıklaması, karşılaşılacak korkunç sonuçların en azından hafifletilmesi açısından elzemdir. Spektrumu geniş bir cinselliği yaşayan ve bu yüzden suçlanan arkadaşlarımızın en büyük boşluğunun ‘estetik ve estetik tavır yoksunluğu’ olduğuna inanıyorum. Estetiği bir bilim, estetik tavrı ise ‘sanatsal yoğunluk’ olarak değerlendirecek bir eşcinsel hareketin ideolojik platformda daha kalıcı dengelemeler elde edeceği fikrini taşıyorum. Eşcinsellik, yalnızca seksüel bir davranış değildir. Yalnızca sevgi açlığı, partner arayışı ya da ‘düzüşmek’ olmadığı hepimizce bir kez daha öğrenilmelidir. Eşcinsellik, beraberinde çok köklü bir kültürü de taşır. Yeryüzüne yayılmış olan bu kültürü ve kültürün militanlarını tanımak, birçok ‘sıkışık’ eşcinseli’ bir parça da olsa yalnızlığından kopartma şansını doğuracaktır. Bu, bir seçim değildir! Çünkü eşcinsellik, bir alternatif değildir! Nasıl ‘iki cins’ birbirinin alternatifi değilse, eşcinsellik de ‘heteroseksüellik’ alternatifi sayılamaz. Bu, form ve natura dışı bir yapılanıştır. Bütün okurlarınıza her şeyden önce tek bir kitap önermek istiyorum. Belki de çoğu okumuştur. Her ne kadar kitabın adı, heteroseksüel yayıncılar tarafından ‘Sapık Sevgi’ olarak değiştirilmişse de, Andre Gide’in Varlık Yayınları tarafından basılan kitabı Corydon! Hüzünlerin ve acıların yerini dev şölenlerin alacağı inancıyla! Daima sizinle ve sizin aranızda olmak niyeti ve ümidiyle…
Sevgiler…
Queer Teori: Bir Giriş
Annamarie Jagose'un, queer teori için en temel giriş kaynaklarından biri olan çalışması “Queer Teori: Bir Giriş”, 2015 yılında Ali Toprak’ın çevirmenliği ve Aylime Aslı Demir'in editörlüğünde Türkçeye kazandırılmıştı. Kitap geçtiğimiz günlerde üçüncü baskısını yaptı. Queer teorinin genelde karmaşık gelen yapısının aksine bu kitap, hem queer’in izini sürüyor hem de queer teori denilen teorinin aslında tek bir teori olmadığını ortaya koyuyor. Okuduktan sonra, “hangi queer?” diye sorduğumu hatırlıyorum.
Tuhaf Oğlan
Shyam Selvadurai’nin Tuhaf Oğlan kitabı üniversitede açıldıktan sonra bir arkadaşımın bana hediye ettiği ve kendi hikayemi Sri Lanka'da Tamil bir çocuk olan Arjie Chelvaratnam’da bulmamı sağlayan bir eserdi. Çitlembik Yayınları’ndan çıkan bu kitap bana kalırsa hak ettiği ilgiyi görmedi. Hâlâ okumadıysanız geç değil!
Üçüncü Tekil Şahıs
Mehmet Bilal, Türkiye’de “eşcinsel edebiyat” denildiğinde ilk akla gelen isimlerden. Romancı ve öykücülüğüne senaristliği de ekleyenlerden. Bildiğimiz, sevdiğimiz birçok televizyon dizisinin mutfağında yer aldı. Ben onu ilk, Üçüncü Tekil Şahıs romanıyla tanıdım. O güne kadar kendime romanlardaki “heteroseksüel aşk” hikayelerinden birine yerleştirmeye, benim hikayem olmadığını bile bile o hikayelere uymaya, o hikayeleri bana uydurmaya çalışırken ilaç gibi gelmişti Erhan ve Semih. Bir gönül sızısı, olduramamışlık, yalnızlık, yalnızlığı aşan aşk, aşkın sancıları… “İşte bu” demiştim. İşte benim hikayemi anlatan birileri de var…
Volkan’ın Romanı
Yazılarını okuyup, “bu yazılarda beni çeken bir şeyler var” dediğim Ahmet Tulgar’ın ilk romanı “Volkan’ın Romanı”nı 2008’de okuduğumda neyin çektiğini anlamıştım. 2006 yılında yayınlanan kitaptaki “Otogarın altında ne arıyordun biraz önce oğlum sen?” sorusunun neyi kast ettiğini iliklerinde hissedenlerin seveceği bir roman. Tulgar’ın yakın dönem eserlerinden Duygusal Anatomi’yi de önermeden geçmeyeyim…
(YT/EMK)