1923 yılında hikaye edilir ki en yakınındakilerden dahi gizlenerek ilan edilir Cumhuriyet. Ama nasıl bir gizlilikse Meclis kürsüsünden cumhuriyetin ilanının hemen akabinde meclisteki vekiller “yaşa, varol” nidalarıyla ayakta alkışlayarak desteklerini anında dile getirirler.
Çok değil iki yıl sonra genç cumhuriyetin kurucu idaresi Şeyh Said kıyamını gerekçe göstererek Kürde yönelmenin tarihe kalan icraatını kayıtlara düşer.
Başta Diyarbekir olmak üzere bütün Kürt şehirlerinden en az beşyüz büyük ailenin, aşiretin önemli şahsiyetine sürgün yolu gözükür. Şeyh Said ve arkadaşları da iki ay gibi hızlı bir yargılama sonrası idam edilir. Bugüne kadar mezar yerleri dahi bilinmez!
Otuzlu yılların ilk çeyreğinde onuncu yıl marşı ile cumhuriyetin sesi yükseltilirken bir yandan da tekçi ideolojinin kurumsal altyapısı dünya aleme ilan edilir.
Türkçe konuşmayana para cezası, Güneş Dil Teorisi ile Türkçenin bütün dillerin kaynağı olduğu! Kürt diye bir halkın olmadığı gibi, Kürtçenin de uyduruk bir dil olduğu ve aslında bütün Kürtlerin de “dağlı türkler” olduğu resmî devlet politikası olarak dikte ettirilir.
İlk on yıldan sonraki zaman dilimi neredeyse bu ilk on yılın icraatlarının zaman zaman sertleşen zaman zaman da kısmen yumuşayıp sonra hızla aslına rücu eden uygulamalarıyla sahada ete kemiğe bürünmüş haliyle görünür kılınır.
Şimdi geldik yüzüncü yıla. Ne hazin bir hâl û ahval ki Kürtlük hâla belalı bir ispatı vücudun yüzü gibi.
Bilinmeyen dil, şarkı-türkü söyledi diye başına onca eza cefa getirilenler. İsminden, memleketinden, kimliğinden dolayı olmadık sıkıntılar yaşatılanlar. Sürgünler, mahpusluklar…
Bir ülkenin adına “çağdaşlık” payesi ile yönetilme savı tebaaya gururla ilan ediliyorsa, beklenen bu çağdaşlığın uluslararası asgari müştereklerin gerekleri ekseninde hayata geçirilmesi olmalı aslolan.
Yüzüncü yıl kutlanırken Kürt, ne solcusundan ne de islamcısından hak teslimiyeti anlamında bir hayır görmedi. Açık ve net…
Türk(iye) solu çok büyük ölçüde (istisnaları var) yüz yıl evvelki Kemalist kuruluş felsefesi ile bir türlü yüzleşme cesaretini göster(e)medi. Öyle bir dertleri de yok zaten!
İslamcı yapı da her “Kürt” sözü geçtiğinde ümmet ve ümmetin hakkı hukuku üzerinden dili kimliği etnisiteyi adeta yok sayarak fiili resmî kabulü dayattı.
İşte yüzyılın finalinde güne düşen bu: Ece Ayhan’ın ifadesiyle “Her büyük zulmün küçük hisseli ortaklarının nüfusu arttı…”
Sıradan kötülük o denli alenileşti ki, kötülüğün hiçbir türü, yapılır yaşatılırken artık gizlenmeye bile ihtiyaç duyulmuyor.
Sokakta gündelik hayatta birçok insanın damarlarında nerdeyse kan yerine, sanki kin ve nefret akar hâle geldi.
Kürde olumlu anlamda onuncusunda da bir şey yoktu! Yüzüncüsünde de maalesef bir şeyler yok…
Onuncu yılında da yüzüncü yılında da Kürdün büyük yalnızlığı süreduruyor… (ŞD/AS)