Mehmed Uzun, 'Nar Çiçekleri' kitabında ırkçılığı, milliyetçiliği, kini barındıran kötü gelenek ve önyargıların yasalardan ve yasal düzenlemelerden daha güçlü ve uzun ömürlü olduğunu söyler ve ekler:
''İnsani kültürel diyalog, renkli, hoşgörülü çokkültürlülük, eşitlik üzerine kurulu katılımcılık, etnik kimlik ve kültürel hakların sonuna kadar serbestliği, bölünme, bölücülük yapmak değil, yerelliği koruyarak, farklılığı teşvik ederek, etnik aidiyet olmadan, yasal ve demokratik vatandaşlık bağlarıyla oluşturulmuş bir eşitlik , diller kültürler ve gelenekler arasında başkalarının da onurunu, geleneğini, dilini zenginleştirici bir canlı varlık olduğunu bilerek, kendi 'bizimizi' düşünmek...''
Usta yazar, 1996'da yayımladığı bu kitabında yalnızca insan olmak ve insan olmanın getirdiği vicdani sorumluluklardan bahsediyordu. Aradan 15 yıl geçmesine karşın, hala aynı nedenlerden ötürü, Uzun'un bahsettiği cümleleri yineliyoruz.
Recep Tayip Erdoğan'ın MGK toplantısındaki ''tek vatan, tek millet, tek dil'' edebiyatından sonra cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Diyarbekir'e gelecek olması nedeniyle, sabır taşını çatlatacak bir sabırla barış ve özgürlüğü direten Kürt halkı, yine umutlu çağrılar ve temennilerde bulundu. Ama ne yazık ki, bu ziyaret, Gül'ün kendisinin de daha önce söylediği gibi beklenilen önemi taşımadı.
Neredeyse kente iner inmez ''Resmi dil Türkçedir ve öylede kalacaktır'' diyen cumhurbaşkanının bu açıklamasının, ayrımcı ağızların karakterlerini iyi tanıyan Kürtler için hiç şaşırtıcı olduğunu sanmıyorum. ''Anayasamızda kültür mirasını korumak gibi bir görevimiz de vardır'' diye devam eden Abdullah Gül, Kürtçeyi kastederek, tarihi bir eserden bahseder gibi konuşurken, bu halkın uyandıklarında birbirlerine ''Günaydın' değil 'Rojbaş' dediklerini, Kürtçe sohbet ettiklerini, Kürtçe tartıştıklarını, Kürtçe âşık olduklarını, çocukların Kürtçe ninniler dinlediğini, Kürtçe konuşarak büyüdüklerini bilmiyor olmalı. Kısaca bu halkın anadilinin Kürtçe olduğunu bilmiyor olmalı. Bu noktada Osman Baydemir'in kendisine hediye ettiği Türkçe-Kürtçe sözlük son derece anlamlı ve faydalıdır.
Cumhurbaşkanı Gül'ün Diyarbekir ziyaretinin içerisinde Kürtçe yayın yapan TRT Şeş kanalında bir programa katılmak da vardı. Hala mahkemelerde Kürtçe verilen savunmaların geçersiz kılındığını ve 'bilinmeyen bir dil' olarak nitelendirildiğini göz önüne alırsak, reis-i cumhurun bu çelişkili tavrı, nasıl bir politikanın maskelenmiş iyi niyet belirtisidir? Kaldı ki, Baydemir'in hediyesine karşılık ''Verdiğiniz lügatı memnuniyetle aldım'' derken öte yandan BDP Eşbaşkan yardımcısı Tuncer Bakırhan ve il yöneticisi Bahattin Yıldız sırf halkı Kürtçe selamladıkları için 3 bin TL para cezasına çarptırılıyorlar ve işte 'sosyolojik gerçeklik' cumhurbaşkanının görmek istemediği asıl gerçeğine dönüveriyor. Ama sonra 'Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu' diye sormazlar mı adama?
'İki Dilli Yaşam' projesinin ardından 'bölündük, bölüneceğiz' velvelecilerini yatıştırırcasına söylemlerde bulunan başbakan ve cumhurbaşkanının, kendilerini Rene Magritte'nin 'Not to be reproduced' tablosundaki aynaya bakıp kendi ensesini gören adamın yerinde bulacakları günler yakındır. Nitekim tekçi ve homojen zihniyetin sözcülüğünü yapanlar, giderek Kürt halkının talepleri karşısında çözümsüz kalmakta ve hatta mevcut ahvallerinden öteye geçmemektedirler. Bu yüzden asıl bölücülük, kararlı ve keskin bir şekilde diretilen bu son derece demokratik ve doğal olan taleplerin, milliyetçi ve statükocu yaklaşımlarla reddedilmesi, görmezden gelinmesidir.
Zaten özerk bir bilince sahip olan Kürtlerin barış kavramını ve çağrısını, yalnızca milli duygu ve çıkar çerçevesinde değerlendirmek önüne geçilemez bir kutuplaşmaya yol açar, açıyor da. Farklılıkların erdem, zenginlik değil tehlike olarak görülüğü bir siz-biz algısı, ayrımcı, faşist güçlerin yarattığı çıkarcı illüzyonudur. Buna bu pencereden bakmak, aldanmamak lazım!
Yazıyı, başta yaptığım gibi, meseleyi 15 yıl önceden en yalın haliyle özetleyen Mehmed Uzun'un cümleleriyle bitireceğim. '' Peki ya onlar? Bizim gibi olmadıkları için kendimizden kabul etmediklerimiz? Kimi yerde bizden olmasını arzuladıklarımız, kimi yerde çeşitli biçimlerde asimile etmek istediklerimiz, kimi yerde de etnik temizlik, zor ve şiddetle 'biz' haline getirmeye çalıştıklarımız? Ya onların'biz'i? ''
Ne zaman ki 'onların bizi'nin özgürlüğünü, evrensel bir özgürlüğün parçası olarak görüp sesimizi çıkartırsak o zaman dünya daha iyi bir yer olacak sanırım... (DH/EK)