Her bomba patladığında yapılan, Kandil’e savaş uçaklarıyla bomba yağdırmak, obüslerle Suriye sınır ötesine ateş etmek, başka!
Her bombalama ve benzeri ölümlerde olduğu gibi yine “güvenlik zafiyeti” olmayacak, yine yetkililerin, sorumluların eksiği, hatası olmayacak, yine ölenler öldüğüyle kalacak, yine sorumlular bulunmayacak, yine suçlu aranacak…
10 Ekim 2015 tarihinde Ankara garında patlatılan birinci bombanın/bombacının akıbeti belli değil. Soruşturmanın hangi safhada olduğunu, delilerin incelemesinin bitip bitmediğini, bombacının, yardım ve yataklık edenlerinin durumunu bilemiyoruz.
17 Şubatta gerçekleşen İkinci Ankara bombalama olayında da aynı. Daha başında fiyaskoyla sonuçlandı. Önce bir isim açıklandı. Bulunan “parmaktan” teşhisi yapılan kişi doğum yerine kadar açıklandı. Suçlu 24 saat geçmeden bulundu, teşhis edildi, suçlular PYD ve YPG ilan edildi.
Aynı saatlerde KCK’dan “biz yapmadık ama Kürdistan’da yapılan katliamların misillemesi olabilir” açıklaması geldi. Bu açıklama neredeyse adres gösteriyordu.
Ertesi gün, TAK (Teyrêbazê Azadiya Kurdistan, Kürdistan Özgürlük Şahinleri) kendi internet sayfasından olayı üstlendiğini, yapanın kimliğini ve yapılış nedenlerini açıkladı. Bu açıklamayla hükümetin yaptığı açıklama yalanlanmış oldu. Hükümet kendi açıklamasında direnmedi, TAK’ın açıkladığı isim üzerinden operasyonlara girişti. Kendi açıklamasının neden yanlış olduğunu, nerede yanıldıklarını, nasıl bir hata yaptıklarını açıklamadılar!
13 Martta, son bombalama olayından 25 gün gibi kısa süre sonra, ikinci bombalama olayının olduğu yere çok yakın, sivillerin yoğun bulunduğu otobüs duraklarının yanında bir bomba daha patlatıldı. Resmi açıklamalarda ölen sayısı 34 olarak verilse de bu sayının çok fazla olduğu söylentileri sosyal medyada yayılıyor.
Bu defa, hükümet kanadı, daha önceki aceleciliği ve hatalarını da gözeterek açıklama yapmakta gecikti. Henüz net bir belirleme, yapanın kimliği, örgütü ve bomba türü açıklanmadı. Ancak sosyal medyaya olaydan 3 saat kadar sonra bir isim düştü. Daha önce “örgüt üyeliği” nedeniyle tutuklanmış bir üniversite öğrencisinin ismi nereden ve nasıl bulundu, bilmiyoruz. Netleşmediği ve bizi ismin ilgilendirmediği için burada anmaya gerek de yok. Yine de olaydan 3 – 4 saat sonra, kim tarafından sosyal medyaya servis edildiği anlaşılmayan bu ismin de gerçek/doğru olduğu konusunda şüphelenmemiz için çok neden var.
İkinci Ankara saldırısında da benzer bir olay yaşanmış, saldırıdan 3 – 4 saat sonra sosyal medyaya bir isim düşmüş, sosyal medyaya düşen aynı isim, hükümet tarafından da açıklanan isim olmuştu. Birbirine benzeyen bu servisleri yapabilecek tek istihbari kaynağı hepimiz biliyor ve servis edilmesi biçimiyle güvenmiyoruz.
Bilinen medya grubunca olayın içerisine Cumhuriyet gazetesinin de koyulmaya çalışılma gayretleri ise sadece Anayasa Mahkemesi nedeniyle dışarıya çıkan gazetecilere ve Anayasa Mahkemesi’ne duyulan tepkinin bir yansıması olarak görebiliriz. Elbette bu tepki Cumhuriyet gazetesini olaya bulaştırmaya çalışan medyaya ait olmadığını, yönlendirenlere ait olduğunu da biliyoruz.
Her üç saldırıda da ölen sayısı, kimliği, üniforması, dili, rengi veya cinsiyeti önemli değil. Bir kişi de olsa tepkimiz, üzüntümüz, acımız insani anlamda aynıdır, bin kişi de olsa aynıdır. Burada dikkati çeken asıl husus, ölenlerin kimlikleri üzerinden üzüntülerini veya sevinçlerini dile getiren, tepkilerini ortaya koyanlardır.
Ankara garındaki ilk saldırı, seçim öncesi “barış bloğunun” düzenlemiş olduğu yürüyüşe katılanlara karşı yapılmıştı. Bu nedenle de, saldırıda hayatını kaybedenler için üzülenler ve sevinenlerin sahip olduğu grup ve partileri biliyoruz.
İkinci ve üçüncü saldırılarda ise, üzülen ve sevinen taraflar değişti. Bu sefer, sosyal medyada, özellikle sokağa çıkma yasakları nedeniyle gerçek anlamda mağdur olan, acı çeken, öldürülenler nedeniyle, garip bir şekilde sevinç olmasa da “biz ölürken sesinizi çıkarmadınız, sıra sizde” gibisinden mesajlar düşmeye başladı. Ölen kim olursa olsun, eylem biçimi olarak, en azından savaşın dışındaki insanları hedef aldığından dolayı kınamak gerekirken, bu tür mantıkla “oh olsun” misali söylemler yakışmadı/yakıştıramadım. Sadece, bu tür söylemleri yapan ve destekleyenlerin sayıca az olması sevindirici.
Acıyı çektirenlerimiz, öldürenlerimiz, şiddet uygulayanlarımız, ezenlerimiz aynı iken, bizlerin bütün olmamızı, birlik olmamızı istemeyenlerimizin aynı olmasına rağmen, onların “ekmeklerine yağ süren” bu tür söylemler ve kışkırtmalara kapılmamamız, aksine birbirimize yakınlaşmamız, acılarımızı paylaşmamız gerekmektedir.
“Onlar, bizim acılarımıza ses çıkarmamıştı” mantığıyla “oh olsun” dediğimizde ne kadar haklı olabiliriz ki. Bombalı saldırıda ölenlerin “ses çıkarmayanlardan” olduğu konusunda bir bilgin var mı? Her şeyden önce ölenler “sivil” ve savaşın/savaşanların dışında olan insanlar. Belki de Cizre için, Sur için yardıma koşanlardan. Bilebilir misin?
Bizleri; acıda, ezilmede, ölümde ortak olan bizleri, ne şeklide olursa olsun, bölecek, birliği zedeleyecek, beraberliğe engel olacak her türlü söylemi kınıyorum. Sivil insanların ölümü üzerinden yapılacak siyaseti de kınıyorum. Ölümler üzerinden acılarını hafifletmeye çalışanları da…
Bir bomba daha patlatıldı. Bir bomba daha, savaşla alakası olmayan, silahsız sivilleri yaşamlarından, sevenlerinden ayırdı.
Ankara’da bombalı saldırı sonucu ölen/öldürülen silahsız sivil insanlarla, Cizre’de bodrumlarda ölen/öldürülen silahsız sivil insanlar arasında hiçbir fark yoktur, olamaz da. Taybet ana da bizim anamız, Miray bebek de bizim evladımız, Ankara’da bombalı eylemler sonrası ölenler de kardeşimiz, evladımız, anamız, babamız… (NT/HK)