onun ardından oğlunun yazdıklarının içinde yer alan sözler bunlardı.
çok yakın arkadaşım değildi. ama "yakın" bir merhabamız vardı.
depo istanbul'da karşılaşırdık sıklıkla.
"nasılsın" derdim ona; hep "iyi" olduğunu söylerdi. bilirdim bu ülkede her şeyin "iyi" olmayacağını, dolayısıyla onun bu sözlerini bir "dilek" sayardım.
öte yandan bu sözler pek çok şeyle dolu olurmuş, bunları bilmiyordum tabii ki!
bir hekim olmama karşın "epileptik" olduğundan haberim yoktu. belki de o benim bir "eski" hekim olduğumu bile bilmiyordu.
kilosu dışında sağlığıyla ilgili bir derdi olduğunu hiç düşünmezdim; ben de yaşadığım için bunu "dert" bile saymazdım.
şaban dayanan: siirt eruh doğumlu olan şaban dayanan, insan hakları derneği'nin (ihd) aktif bir üyesiydi ve uzun yıllar dernekte yöneticilik yaptı. fotoğrafçıydı ve çektiği fotoğraflarla türkiye'deki insan hakları ihlallerini belgeledi. insan hakları, sivil demokrasi, tarihle yüzleşme, vicdani ret, anti militarizm ve çevre konularında mücadele yürüttü ve hep ezilenlerin yanında oldu. şaban, depo - tütün deposu'nun kuruluşundan beri herşey ile ilgilendi, gece gündüz çalıştı. depo'yla tanışan herkesin, mahallede oturanların ve çocukların en çok tanıdığı ve sevdiği kişiydi. şaban dayanan çalışmaları ile gazetecilik ve basın şehitleri ödülü (1997-fotoğraf dalında), türkiye insan hakları vakfı insan haklarına katkı ödülü (1998-izmir), deprem çalışmaları nedeniyle başarı ödülü (1999- sakarya), insan hakları derneği istanbul şubesi emek ödülü (2000), human rights watch insan hakları ödülü (2011-abd), gazetecilik ve basın şehitleri jüri özel ödülü (2005-fotoğraf dalında), körfez savaşından kaçanlara insani yardım çalışması (1988), marmara depremi yardım çalışmaları, bolu/kaynaşlı depremi yardım çalışması (1999) ödülü almıştır. |
benim için" iyi" olması başının belada olmaması demekti.
çünkü başının belada olma olasılığı her zaman çok fazlaydı. öyle de olurdu, nitekim.
evine birileri girmiş talan etmişlerdi, en son. "hırsız" değildi onlar. ne aradıklarını ve ne yapmaya çalıştıklarını çok iyi bilen birileriydi bence. şimdi "işsiz" kaldılar; onun bu akıl almaz sonu yüzünden.
yolumuz genellikle çeşitli eylemler sırasında kesişirdi.
öyle "eylem" dediğime bakmayın, "yürüyüş"ün, "toplu basın açıklaması"nın adı eylem oldu.
oysa benim bildiğim "eylem"ler "korsan miting"di, "kuşlama"ydı, "işgal"di, "boykot"tu... oysa karşılaştıklarımız böyle eylemler değildi: "legal", "yasal", "izinli" eylemlerdi hepsi de. (ne demekse!)
ama "biz varız" diyen eylemlerdi onlar, "biz 'bu'nu istiyoruz!" diyen eylemlerdi.
sıklıkla da "protesto"lardı!. ya ölenlerin ardından yapılan, ya da "ölecek olanlara itirazdan kaynaklanan."
küçük, kısa, bir anlık bakışmayla merhabalaşırdık sıklıkla, hepsi o kadar. ama çok şey anlatırdı bu bakışlar.
bir hekim olarak içimden "kilo"sundan kaynaklanan "ihtimal"leri geçirir ama söze dökemezdim.
insan hakları savunucuları "özgün", "özerk" ve "özgür"dürler çünkü!
"kilo"ları da onun bu "kendi alan"ı içindeki olgular arasındaydı!
bu yüzden bu konuyu kenarda tutardım.
"projeler" ve insanlar
asıl kaygım sivil toplum alanında çalışanların "maddi" yaşamlarının, içinde yer aldıkları "proje"lerle sınırlı olmasından kaynaklanırdı sıklıkla.
"proje bitti, hadi sana güle güle" denilmesi en büyük korkumdu!
kendi adıma olmasa da (benim 'tuz'um kurudur; katıldığım projelerde asla 'profesyonel' olmadım), bu çerçevede "istihdam" edilenlere yönelik olarak hep 'kaygı' duyardım; 'proje biitnce ne olacaklar' diye!
bu tür görevleri üstlenen insanlar genel olarak "hep var" olduğu varsayılan insanlardır çünkü. ama onlar hemen hiçbir zaman "hep var" olamazlar. "varlıkları" içinde yer aldıkları "proje"lerle sınırlıdır.
bunu biliyorum ve bildiğimi yaşayan pek çok insan olduğunu da bugün biliyorum.
benim içinde yer aldığım, hatta başını çektiğim "proje"ler oldu. ama asla "proje"ler beni var etmedi, genellikle olduğu gibi bir "çalışan" olarak hemen daima ben projeyi "var" ediyordum.
bu ülkedeki önemli sorunlardan birisi de bu bence! her anlamda hem de!
"siyasi", "ekonomik", "sosyolojik", "toplumsal" her anlamdaki "çalışma" ve "varlık" alanları bu alanda çalışanları ne kadar destekliyorsa, onunla sınırlı süre ve zamanlarda geçerlidir onların varlıkları da. "para" biter, "iş" de biter. o işi yapan "insanlar" artık yokturlar!
başka bir deyişle; işin bitmesiyle birlikte,o işi "yapan"lar da biter!
kapitalizm büyük bir değirmen. değirmenin taşları arasında öğütülüp de ortaya çıkanın "esbab-ı mucibe"sinin hiç önemi yok. çünkü o değirmenin adı "proje"; her projenin de somut çıktıları var; ama o çıktılar arasında asla o projede emek sarf edenler, o projenin başarıyla sonuçlanması için kendilerinden istenenden çok daha fazlasını sunanların fiziksel, ruhsal ve sosyal varlıklarının projelerde tanımlanmış karşılıkları yok.
ne gariptir ki o projelerin tümü ancak o insanlarla varolur ya da yok olurlar.
projelerin finansmanını sağlayanların değerlendirme ölçütleri arasında ise ne yazık ki "onlar"a ve "özellikleri"ne dair ve gerçekleşen "proje" kapsamında özel olarak onlara dair hemen hiç bir şey, hiçbir "parametre" yoktur.
projenin beklenen sonuçları içinde yer alan bir "olumlu" figür kadar bile söz edilmez onlardan.
oysa "proje"ler neredeyse o insanlar ve varlıklarıyla "özdeş"tirler. bunu herkez bilir ama kimse söylemez. çünkü proje "format"ında buna dair bir şey yoktur!
bu kadar felsefe yeter!
sevgili şaban dayanan için "aptalca" denilecek bir nedenle aramızdan ayrılmasından sonra dostları arkadaşları bir sergi açtılar. o sağlığında böyle bir sergi açmayı hep düşlemiş. insan soyunun "kader"i bu: bazı istedikleri ancak artık "var" olmadıkları zamanda gerçekleşiyor!
4 ağustos'a kadar sürecek "seyir defteri" adlı bu sergiye gidin ve sevgili şaban'la eğer bu güne kadar tanışmadıysanız tanışın, sonra da bir "yaşam"ın ondan doğrudan etkilenenler için anlamı nedir biraz düşünün; hatta bunu kendi yaşamınız için düşünün.
belki o zaman kendinize ve yaşamınıza dair bir ipucu yakalayabilirsiniz! en azından bir deneyin. keşfettiklerinize siz de şaşıracaksınız!
bunu size sağlayacak unsurlardan birisi de onun, benim ilk kez orada gördüğüm, ama orada görmeseydim de ona çok benzeteceğim oğlu taylan'ın onun ardından yaşadığı ilk "babalar günü"nde ona yazdığı mektup.
şaban'ın oğlu taylan'ın babasına yazarak söylediklerinde gizli, gerçeğin tümü.
eğer kaldırabilirseniz sonuna kadar okumalısınız bence...
sonra da düşünmelisiniz. kendi geleceğiniz için...
"şaban" olmak ne kadar da güzelmiş! (ms)
"babama
ben bildim bileli hep yanımdaydın güldürür, şaşırtır, mutlu ederdin beni.
sorun yaşadığımda yanımdaydın. birlikte çözerdik, ne sevdiğimi bilirdin, hediyeler alırdın bana. kendimi hep mutlu ve güvende hissederdim. birlikte bir sürü şey yapardık, bazen de yaramazlık...
gülerdik seninle. gezerdik. tatil yapardık. bana 'arkadaşım' derdin ve ben seni çok severdim. öyle mutluydum ki başka bir şey bilmezdim o ana kadar...
o sabah 'baban öldü' dediler, anlamaya çalıştım neler olduğunu. artık yanımda olmayacak mıydın, seninle birlikte gülemeyecek miydim, kim olacaktı artık yanımda, sorularım vardı ve cevap yoktu. sen de yoktun. neden gittiğini hiç anlayamadım, bağırmak istedim, ağlamak istedim olmadı, içimde bir şeyler acıdı.
artık çok mutsuz hissediyorum kendimi, beni mutlu eden her şey seninle gitmiş gibi. hayallerim var gerçekleştirmek istediğim, başarılı olmak istiyorum, senin gibi olmak istiyorum, seninle birlikte gezmek. 'baba bak senden uzun boyum var' demek, sana sarılmak, konuşmak, yanımda hissetmek istiyorum, sana karnemi göstermek, sorunlarımı paylaşmak, senin yanında büyümek, seninle gülerek mutlu olmak, üzüntümü, sevincimi, başardığım şeyleri, büyüdüğümü, diplomamı. ilk sevgilimi, ilk olan her şeyimi sana anlatmak istiyorum. seni çok seviyorum, çok özlüyorum. bugün babalar günü ve sen yoksun, uzun zaman önce mutluluğumu elimden aldılar. seni elimden aldılar babacığım... bugün yanımda olmanı ve mutlu olmayı, sana bir hediye almayı isterdim, ama olmadı, keşke ölmeseydin ve hep yanımda olsaydın.
şimdi sana çiçekler getirip mezarına dikeceğiz kardeşimle birlikte, bir de bu mektubu vereceğim sana.
'babalar günün kutlu oslun babam!'
oğlun (taylan)