Umudu karartmayın. Bu ülkenin bir yerlerinde Aziz Nesin’ler, Rıfat Ilgaz’lar, Türkan Saylan’lar, Yaşar Kemal’ler, Behice Boran’lar yaşıyor hâlâ…
Geçen hafta sonu onlardan birini tanıdım. Sema Güzey Kandemir hoca.
Çanakkale’de, toplamış çoğunluğu kız öğrencilerini etrafına, dayanışmayla ve karşılıksız sevgiyle örülmüş tertemiz bir dünya yaratmış. Adına ‘kentleşme’ denen kasabalaşma ve cahiliye devrinde kaybolmuş tüm eski kelimelerin etrafında kurulmuş bu ‘çocukça’ dünyada, nezaket, naiflik, hürmet, vefa, saygı, özen, masumiyet, zarafet gibi kelimelerin temsil ettiği anlamların hâlâ yaşadığını ve yaşatıldığını görmek şaşırtıcıydı. Kurmaca değil, sahici bir dünyaydı bu ve her değeni sarıp sarmalayacak derecede güçlü bir çekim alanına sahipti.
İyiliğin yumuşak ve güleç ruhu, ‘büyük’ şehirlerden kırıla döküle gelmiş olanları şaşırtıp, bu dünyanın başköşesine koyduğunda hem konukluğumuzu unuttuk, hem de azıcık utandık ne yalan söyleyeyim.
Utandık, çünkü hayli uzak kalmıştı yorgun ve yalnız hayatlarımız böylesi çocukça bir coşkudan. Kapanın, tuzağın, iktidarın bin türlü oyununun tam merkezinde kala kalmışlığımızın farkına vardık biraz da. Anadolu’dan uzak kalmanın, köklerinden sökülmeyle, ıssızlıkla eşdeğer olduğunu uzun zaman sonra bir kez daha hissettik. Tüm ‘ele geçirme’lerden, ‘yerine’ ve ‘adına’ davranmalardan uzak bir kendilikle dolaysızca karşılaşmak, ezberimizi bozdu, çocukluğun eşitleyici ve hiyerarşisiz dünyasına koşulsuz kabul edilmek ruhumuzu iyilikle doldurdu. Eşit ve özgür bir dünya yaratmak, dövüşmekle, kavgayla değil, emek ve sevgiyle olurmuş; bir kez daha anladık, inandık.
bianet’te yayınlanan “Yeni Nesil Çizgi Filmlerde Yaratılan Distopik Dünya” adlı makalemi sunmak üzere davet edildiğim, Çanakkale Çocukluk Bizde Kalsın Derneği’nin düzenlediği çocuk çalıştayından söz etmek istiyorum sizlere.
Geçtiğimiz hafta sonu sekizincisi gerçekleştirilen çalıştayın bu yılki teması, “Doğa Bizim Çocuk Bizim” şeklinde belirlenmişti. Daha feribottan iner inmez konukları karşılayan dernek gönüllüsü gençler çoğunlukla Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Çocuk Gelişimi bölümü öğrencileriydi. Sema Hoca’nın yarattığı sevgi seli, tüm öğrencilerin yüzlerine vurmuş aydınlıkla buluşmuştu. İki gün sürecek çalıştayın her aşamasına en basit detaylara varıncaya kadar yoğun bir emek verildiği hemen fark ediliyordu.
Çocukluk Bizde Kalsın’ın Hikayesi ve ‘Pamuk Helva’
Çalıştay’ın hikayesini her fırsatta etrafımıza toplanan öğrencilerin bizzat kendilerinden dinledik. Tam yaşanmamış çocukluk eksik insan demekse, dünyaya çocukların gözüyle bakmak bizi daha da güzelleştirecekse, en iyiler çocukluklarını ceplerinde taşıyanlarsa, çocukluk bizde kaldıkça kirlenmeyecekse dünya; biz de gönüllülük esasında Çocukluk Bizde Kalsın adıyla yola çıktık.
2010’da Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu Çocuk Gelişimi Programı öğretim görevlisi Sema Güzey Kandemir’in öncülüğünde program öğrencileriyle birlikte çalıştayların ilki Çanakkale’de düzenlenir. Amaç, erken çocukluk eğitimi ile ilgili konularda farklı disiplinlerden öğretim üyelerini, öğretmenleri ve ilgili bölümlerin öğrencilerini bir araya getirerek bilgi paylaşımını sağlamaktır. Her geçen yıl verilen emek, öğrenci ve gönüllü katılımı arttıkça çalıştaylar da renklenir ve etki alanını genişletir. Sonunda altıncı çalıştay 2015 yılında uluslararası katılımlı olarak gerçekleştirilir. 2014 yılında, verilen emekler meyvesini verir ve Aralık ayında aynı isimle dernek kurulup, çalışmalar kurumsal olarak yürütülmeye başlanır. İsimsiz kahramanlardan bahsetmişken, çocuk edebiyatının önemli kalemlerinden Ayla Çınaroğlu’nun bu çalışmaya değerli bir katkısı olur. Üç katlı tarihi bir bina Çınaroğlu tarafından dernek çalışmalarına gönüllü olarak tahsis edilir. Bu süreci, çalışmanın bir başka isimsiz kahramanı, darbelerin, baskı yıllarının sindiremediği bir koca çınar olan Naim Kandemir’in -ki yüce gönüllü bir emekçi olduğundan, kendisini sadece bir müstahdem olarak tanımlamaktadır- sözleriyle anlatmak gerekir:
Üniversitede yıllardır öğrencileriyle düzenlediği çalıştayların birinde, sonradan kendisine hep birlikte “Pamuk Helva” diyecekleri, iç güzelliği yüzüne yansımış Ayla Çınaroğlu, yapılanları görünce, Sema Hoca’nın avucuna bir anahtar bırakır, “Burası artık Çocukluk Bizde Kalsın Derneği’ne ait” diyerek. O an tüm çocukların gözleri ışıldar, yürekleri ısınır. Çanakkale’nin ortasındaki yaşlı konak yaşına bakmadan ikinci yılında çocukların sesiyle, neşesiyle ömrüne ömür katar.” Dernek, tarihi mekanına kavuştuktan sonra, çalışmalar ivme kazanır, enerji artar, gönüllüler daha fazla çocuğa ulaşmanın yollarını arar.
"Doğa Bizim Çocuk Bizim"
Sekizinci Çocukluk Bizde Kalsın Çalıştayı’nın bu yılki teması Doğa Bizim Çocuk Bizim’di. İki günlük program hayli yoğundu.
Ayla Çınaroğlu ‘Eğitim Gene Eğitim’, Yücel Feyzioğlu ‘Türk Yurtlarından ve Mezopotamya’dan Kardeş Masallar ve Masal-Oyun İlişkisi’, Yücel Çağlar, ‘Doğa Diye Diye’, Ayşe Oruç, ‘Çocuk ve Doğa’, Özlem Küçükfırat Bilgi, ‘Disiplinler Arası Yaklaşım ve Çevre Bilinci’, Burak Kaan Yılmazsoy, ‘Çocuk Oyun Alanları ve İlköğretim Alanlarının Performans Değerlendirilmesi ve Örnek İncelemesi’ Nuran Akarsu, ‘Neden Hayvanlar, Neden Çocuklar’, Gülperi Putgül Köybaşı ve Deniz Arık Binbay, ‘Doğallığını Kaybeden Doğa’sız Çocuklar’, İrfan Karakoç ‘Somdoğayla İlişkimiz ve Yaşar Kemal’i Anlatamamak’, Şükran Yalçın Özdilek, ‘Öğrenme Ortamı: Sınıf, Okul, Yaşam Alanı ve Doğa’ konularında sunumlar yaptılar.
18 Mart Üniversitesi öğrencilerinin doğadan ya da atık maddelerden yararlanarak üretilen oyuncaklar konulu sunumları da çocuk dünyasının sınırsızlığının kapılarını açtı katılımcılara. Bir taş, bir şişe, bir lastik, bir kapak, basit bir maddenin de oyun aracı olabileceği, kampta hayat olduğu, sokakları grafitilerle, resimlerle süsleyebileceğimizi, bir bisikletin sadece bisiklet, bir uçurtmanın sadece uçurtma olmadığını anladık. Rüzgar güllerini üfledik, çiçek dürbünlerinden baktık, kibrit kutularından dünyalar kurduk…
Kapitalist sistemin uzunca bir süredir çocuğu ‘müşteri’ olarak gördüğünden hareketle, çocuk dünyasının –oyuncağından, çizgi filmine, çizgi filminden sinemasına, çocuk kanallarına, konfeksiyonuna, modasına, bilgisayar oyunlarından tabletine kadar- bir sektör olduğunu, bu sektör karşısında çocuğu/çocukluğu korumak için her şeyden önce bir farkındalık yaratmak zorunda olduğumuzu anladık. En istikrarlı, en savunmasız ve en bağımlı ‘tüketici kitlesi’ olarak görülen ve bu tanıma uygun olarak şekillendirilmek istenen çocukların, ‘en özgür, en masum ve bu yüzden en güçlü’ olabilmesi için yapılması gerekenleri konuştuk.
Bir de saklamanın gereği yok, çocuk olduk! Dans ettik, şarkılar söyledik, taklitler yaptık, bolca güldük, çene kaslarımızın ağrıdığını hissettik. Çocuk bizim, doğa bizimdi, doğadan yararlanmak, doğada yaşamak vs gibi safsataları boş vererek, doğanın bir parçası olduğumuzu konuştuk. Çiçekler, ağaçlar, orman, çayır, kuşlar, gökyüzü, böcekler üzerine düşündük. Hayal ettik en önemlisi; çocukların ölmediği, acı çekmediği, mutlu olduğu başka bir dünyayı hayal ettik! Her Daim Çocuklarının Yanında Olmak: Sema Hoca
Çalıştayın son günü sunumlar tamamlanıp program sona erdiğinde teker teker herkesi ellerinden tutarak sahneye alan Sema Hoca’yı öğrencilerinin omuzları üzerinde gördüğümde, KHK ile ihraç edildikten sonra kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden değerli öğretmen Mustafa Turgut’u hatırladım; öğrencilerinin ve dostlarının deyimiyle Mutu’yu… Cağaloğlu Anadolu Lisesi öğrencilerinin havalara atıp tuttuğu, öğrencilerinin sevgilisi, arkadaşı, anası, babası, her şeyi olan Mutu’yu… Mutu’ları bitirmek imkansızdı.
Genellikle ölümleriyle birlikte tanıdığımız tüm o isimsiz kahramanlardan birini, bu kez sağlığında tanımış olmaktan mutluluk duydum. “Azsınız, bitiyorsunuz” nobranlığının kararttığı günlerde, “Varız, çok, pek çoğuz” diyebilmenin sevincini söze dökmek zor. Tipik bir Ortadoğu özelliği olan ölümüyle kıymet bilme geleneğinin içerdiği ikiyüzlülükten çok uzakta, temelinde yaşamın olduğu bir dünya kurmak gerekir belki de. Sadece ölenlerin kahraman olduğu ya da kahraman olabilmek için adeta ölmenin gerekli olduğu bu coğrafyada, yaşarken birbirini sevmek, kıymet vermek, onurlandırmak ve değer vermek…
Sema Hoca’nın tüm öğrencileri özel. Batılısı, Doğulusu, kapalısı açığı, kadını erkeği özel. Bu özel oluşu, hepsine teker teker yoğun bir ilgi ve sevgi gösteren Sema Hoca yaratmış. Çocuğu olmayan ama onlarca, yüzlerce çocuğa anne sevgisinin çok ötesinde bir sevgi gösteren bu koca yürekli kadın,
“Onlar benim kelebeklerim değil, karahindibalarım” dediği çocuklarına, bu ülkenin ve hayatın tüm zorluklarına karşı birer karahindiba gibi ayakta kalabilmeyi ve tohumlarını görkemli bir şekilde dört yana saçabilmeyi öğretmiş. İstanbul gibi büyük kentler, siyasi İslam’ın ve faşizmin cenderesinde kamplara ayrılmış, akrabalar bile birbirine selamı sabahı kesmiş, toplum açık-kapalı, Kürt-Türk, Alevi-Sunni gibi nice kamplara bölünmüşken, Sema Hoca ve öğrencilerinin kurmuş olduğu bu dünyada kamplaşmanın olmadığı, öğrencilerin yaşadığı kardeşçe kaynaşma ve arkadaşlık örneği dikkat çekiciydi.
Uyanık, kafası, zihni açık, araştırmacı, toplumun ve kendisinin farkında bir gençlik vardı emek verildiğinde, “Hoca”lığın memurluk olmadığını bilen güçlü bir kadın bunu başarabilmişti. Kirli siyasetin, iktidar hesaplaşmalarının doymak bilmez hırsına karşın, “Çocukluk Bizde Kalsın” diyerek, ‘büyük’lere ve büyüklerin dünyasına kazan kaldırmış bir hoca ve çoğunluğu genç kadınlardan oluşan öğrenciler ve tabi bir de çocuklar, bize bir şeyler söylüyordu:
“Biz düşündük ki Tarkovsky iyi ki çocukluğundan beslenmiş de Tarkovsky olmuş. Biz inandık Hölderlin'e; tam yaşanmamış çocukluk eksik insan demekmiş diye. Bildik ki dünyaya çocukların gözüyle bakmak bizi daha da güzelleştirir. Diyoruz ki en iyi tarihçiler, en iyi iktisatçılar, en iyi mühendisler ve tüm en iyiler çocukluklarını ceplerinde taşıyanlardır. Ve uzun sözün kısası, çocukluk bizde kaldıkça kirlenmeyecek dünya.”
Yolunuz Çanakkale’den geçerse, Çocukluk Bizde Kalsın Derneği’ne uğrayın derim. Mutlu olursunuz.
* cocuklukbizdekal.blogspot.com. 0286 213 33 83 https://twitter.com/cocuklukbizde