“Sen ona bakamazsın”, “Sen onu kontrol edemezsin”, “Patronun kim olduğunu öğrenmesi gerekir”, “Yalnızca biriniz alfa olmalısınız”, “Eğer önünde yürümesine izin verirsen üstünlük onda olur sonra hiç itaat etmez”. Bunlar yedi yıl önce yeni doğan Kara’yla birlikte yaşama kararımı hevesle paylaştığım bazı insanlardan duyduğum nasihatlerden yalnızca birkaçı. Daha önce anneannem ve annemle birlikte yaşayan köpeklerle deneyimim aslında sınırlıydı ve ciddi anlamda ilk kez bir köpeğin bakımını üstleniyordum. Beslenmesinden gezmesine, sağlığından tüylerine, çişinden kakasına nelere dikkat etmem gerektiğine dair, kafamdaki milyonlarca kaygılı soruya yanıt aramak için didiklediğim internet sayfaları ile Youtube videoları ise tek bir temada birleşiyordu: Otorite!
İlk tanıştığımız zamanlar bana anarşizm hakkında kitap hediye eden yakın bir arkadaşımın da “Ona otoriteyi göstermen lazım” demesiyle hayretlerim arşa çıkmıştı. Tecrübesiz birinin, bir köpekle ortak yaşamı iki taraf için de daha uyumlu bir şekilde nasıl kurabileceğine dair deneyimleri öğrenebileceği hiçbir kaynak yoktu. Daha doğrusu ilk elden en kolay erişilebilenlere, ihtimam göstermektense onu nasıl yöneteceğine dair bir bakış açısı hakimdi. Kimseyi yönetmediğim ve yönetilmediğim bir dünya için mücadele eden biri olarak duyduğum nasihatler ve okuduğum tüyolar hiç içime sinmiyordu. Neden yemeğini hemen yemesine “izin vermeyip” önce “otur komutunu” söylemem sonra da “ye komutunu” verene kadar tabağının başındaki aç hayvanı mum etmem gerektiğini aklım bir türlü almıyordu.
Alfalık
Köpeklerle aramızda sürekli bir alfalık rekabeti, bir iktidar çekişmesi olduğu varsayımına dayanan disipline edici yöntemler/itaat programları beni bir türlü ikna edemedi, etmiyor. Aradan geçen yedi yılın sonunda birlikte yaşadığımız insan dışı hayvanlarla ana akımda boca edilenlerden farklı, alternatif bir ilişki kurabileceğimizi giderek daha fazla düşünüyorum.
Serbest dolaşan köpeklerle kıyaslandığında evimizde birlikte yaşadıklarımızla kurduğumuz ilişkide kaçınılmaz bir hiyerarşi olduğu çok açık. Dışarı ne zaman, ne sıklıkla, ne kadar süre çıkacakları veya beslenmeleri başta olmak üzere gündelik hayatlarının tüm akışı çoğunlukla bizim tercihlerimize ve yaşam biçimimize tabi. Ancak bu durum, bakmakla yükümlü olduğumuz bir canlı üzerinde mutlak şekilde otoriter bir denetim mekanizması kuracağımız veya daha eşitlikçi bir ilişki üzerine kafa yormayacağımız, çabalamayacağımız anlamına gelmiyor. Koşulları farklı nedenlerle bize bağımlı olan insanlarla ilişkilerimizde hoş karşılamayacağımız davranışların köpekler söz konusu olduğunda olağanlaştırılmasının temel gerekçesi, onların köpek olması.
İnsanlara has davranışları veya duyguları diğer varlıklara atfeden ve kendine benzetmeye çalışan antropomorfizmin tuzağının ayna yansıması da türler arası farklılıkları mutlaklaştırarak merkezine alan bir biyolojik indirgemecilik. Alfalık tezi etrafında köpeklere dair bir davranış örüntüsü tanımlanıyor. Ancak bu yaygın kanaatler çoğu zaman, köpeklerin binlerce yıllık evrim sürecinde bir hayli farklılaştıkları kurtlara dair araştırmalara ve üstelik de kimisi artık yanlışlanan tartışmalı görüşlere dayanıyor.
Alfalık kavramı 1940’larda yaptığı sınırlı araştırmada “lider kurt” ve “dişi kurt” ayrımı yaparak kendi içinde sürekli rekabet halindeki hiyerarşik sürü fikrini köpeklere de atfederek geliştiren Rudolph Schenkel’e uzanıyor. Ancak kavramın popülerleşmesi sonraki yıllarda, Schenkel’in tezlerini temel alan biyolog L. David Mech’in kurtlar hakkındaki kitabının gördüğü ilgiyle oluyor. Günümüzde Mech, artık alfalık kavramını kullanmıyor, kitabında anlattığı rekabete dayalı sürü, üstünlük gibi konulardaki birçok görüşünün yanlış olduğunu kabul ediyor; hatta söz konusu kitabın yeni baskılarının kendisinin itirazlarına rağmen yapıldığı söyleniyor. Meselenin hiç de sandığımız gibi olmadığına ve kurt davranışlarına daha nüanslı yaklaşmamız gerektiğine dair birçok yeni araştırma ortaya konsa da kurtlar hakkındaki eskimiş fikirler yanlış bir şekilde, onlara pek de benzemeyen köpeklere uyarlanıyor. “Köpeğinin alfası ol” teması yazılar, videolar, içerikler, eğitim merkezleri, eğitici eğitimleri derken bir sektör olarak yayılmaya devam ediyor.
“Köpek türü”
Alfalık tartışmasını bir kenara bıraksak bile, “köpekler” üst başlığıyla genelleştirilerek, soyut ve spekülatif bir “köpek türü” tanımına yaslanarak öne sürülen davranış kalıbı iddiaları çoğu zaman bir hayli zorlama. Farklı yaştaki, cinsiyetteki, cinsteki, en önemlisi de her biri farklı mizaca ve deneyimlere sahip bireylerin farklı koşullarda cereyan eden davranışlarını idealleştirilmiş, soyut bir türün zaviyesinden değerlendirmek pek makul değil. Köpekler yere yatıp göğsünü açtıysa şu demektir, kuyruğunu sallıyorsa bu demektir, esniyorsa şundandır, hırlıyorsa bundandır gibi adeta ikonografik çözümleme yaparak birlikte yaşadığımız köpekleri tanımayı mutlak ve basit biçimde mümkün kılacak, koşullardan bağımsız davranış kalıpları yok.
Dini tasvir olduğu düşünülen bir resimdeki mavi pelerinli kadın figürünün Meryem olduğunu öne sürmeniz büyük ölçüde isabetli bir varsayımdır; ama bu durum daha detaylı bir incelemede resmin aslında hiç de dini bir sahneyi betimlemediğinin açığa çıkması ihtimalini ortadan kaldırmaz. Birlikte yaşadığımız köpeklerin davranışlarını anlamanın en önemli kriteri içinde bulunduğu bağlam. Aynı davranış farklı bağlamlarda bambaşka anlamlar taşıyabilir. Mesela oyun sırasında gayet makbul sayılabilecek aynı davranış, başka bir bağlamda bir tür agresyon ifadesi olabilir. Beraber yaşadığımız köpeğin içinde bulunduğu bağlamı da en iyi biz bilebilir ve yorumlayabiliriz. Tıpkı bizimle birlikte yaşayan köpeklerin bizim davranışlarımızı gözlemleyip incelikli bir şekilde yorumlaması gibi biz de onların davranışlarını bağlamsallaştırıp değerlendirebiliriz.
Tüm insan dışı hayvanlarla ortak bir yaşamın parçasıyız. Üstelik birlikte ortak bir toplum oluşturduğumuzu pek çok hayvanın da anladığına dair çokça yazılıp çiziliyor. Hâl böyleyken mevcut kapitalist üretim ilişkilerini dönüştürmüş bir geleceğe dair tahayyülümüzdeki toplumda hayvanlar yer almıyorsa, bu bir sorun. Her şeyi değiştirmeye cüret edebildiğimiz bir dünyada hayvanlarla ilişkilerimizin de başka türlü olacağını düşünmek zor değil. Dolayısıyla nasıl ki gündelik hayatımız, ilişkilerimiz, yaşam koşullarımız hakkında muhayyel bir geleceği beklemeden mevcut düzende dahi, daha eşitlikçi ve adil olunabileceğine dair alternatifler geliştiriyorsak, birlikte yaşadığımız hayvanlarla ilişkilerimizi de bu zeminde şimdiden kurmamızın önünde bir engel yok.
Bunun yollarından biri, hayatı paylaştığımız ve bakımını üstlendiğimiz köpeğin failliğini ve rızasını görmek. Onun üzerinde otorite olmak veya ilişkiyi sahiplik merkezli kurmak yerine onun iradesini gözetmek, otonomisini tanımak, ihtiyaç duyduğu hareket alanını sağlamak.
Kara
Naçizane deneyimim köpeğin iradesini, rızasını, failliğini gözeten birlikte yaşama pratiğinin, sürekli bir müzakere sürecini gerektirdiği. Kara’nın beni anlamak, tanımak ve bana uyum sağlamak için sınırsız bir çaba gösterdiğinin ve verdiği tavizlerin farkındayım. Şahsen benim de ona uyum sağlamak için verdiğim tavizlerden, yaşam biçimimi radikal şekilde değiştirse de gündelik olarak kimi zaman sıkıntılı durumlara soksa da gocunmuyorum. Bazen gündelik programıma hiç uymayacak tamamen ters bir güzergahta yürüme isteğini zorlanarak da olsa kabul etmeyi, sürümüzdeki alfalık rekabetindeki bir mağlubiyet olarak görmüyorum.
Köpekler ve birlikte yaşadıkları insanlar arasındaki ilişkiyi aile kurumuna ait kavramlarla tariflemek çok yaygın. Muhtemelen bakım emeğinin sadece aile üzerinden işlemesinin bir yansıması bu. Açıkçası birlikte yaşamaya başladıktan kısa bir süre sonra Kara’ya dair bir evlat hissi geldiğini ve onu “oğluşum benim” diye sevdiğimi itiraf etmeliyim. Ancak bazen verilen bakım emeğine dair öngörüler toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı işbölümünün zihinlerimizi nasıl esir aldığını gösteriyor. Bazı insanlar nedense kolaylıkla Kara’nın bakımında dışarıya ait işleri yani gezmesini evdeki erkek insanın üstlendiğini benimse ona ilgi, sevgi, şefkat ve yemek verdiğimi varsayabiliyor. Hatta tıpkı çocuklu kadınların anneliğinin sürekli sorgulanması gibi, hayatında herhangi bir insandışı hayvanla birlikte barınmamış, bir köpeğin havlamasını kendisine saldırı zanneden insanlar dahi Kara’ya nasıl bakmam gerektiğine dair bol keseden akıl vermeye cüret edebiliyor.
Erkekler ve köpekler
Son olarak, erkeklerin köpekleri güç ve iktidar olarak algılama biçimleri bu yazının sınırlarını aşan ama üzerine düşünmeye değer bir konu. Kara 30-33 kilo arası, büyükçe bir köpek. Birçok kez erkeklerden gelen “Abla bu saldırır değil mi” sorusunun endişeden değil Kara’nın “saldırgan” olması ihtimalinin getirdiği hazdan kaynaklandığına tanık oldum. Tam da bu yüzden bir kadının büyükçe bir köpekle dışarıda gezmesi evlere şenlik tepkilere vesile olabiliyor. Sıkça duyduğum ve güya Kara’yı övme amaçlı “Bu var ya kangalı bile boğar” ya da “Bunun ruhsatı var mı, tabanca gibi köpek” şeklindeki “iltifatlar”, aslında köpeği bir tür “silah” ya da bir iktidar aracı addeden ve belki başka bir vesileyle uzun uzun tartışmayı gerektiren eril bir yaklaşımın ifadesi.
Yıllar içinde, köpeklerin sürekli “sahiplerinin” yaşamıyla uyum içinde ve itaatkâr olmasını bekleyen, dolayısıyla onların rıza ve otonomisini çoğu zaman hiçe sayan “sahiplik” pratiklerinin, birlikte yaşadığımız köpekle olan ilişkimizi olumsuz etkilediğine dair inancım pekişti. Tıpkı insan denen hayvan için geçerli olduğu gibi köpekler için de iyi bir yaşam, duyuların uyarılmasını, yeni şeyler veya tanıdık aktiviteler yapma şansını, farklı köpek ve insanlarla etkileşimi, doğal dünyayla temas etmeyi, koklamayı, yuvarlanmayı, pislenmeyi içermeli. Köpeklerin zamanları ve çevreleri üzerinde bir miktar kontrole sahip olmaları gerekiyor; oyun, neşe, eğlence, seçim, keşif ve dinlenme için zamanları ve fırsatları olmalı. Bunun için de birlikte yaşadığımız köpeklerin rızası ve failliğini mümkün mertebe dikkate alan bir yaklaşım şart. Kara’yla geçen bu yedi yılda bunu ne kadar becerebildiğim elbette bir soru işareti. Muhtemelen yapmam ve daha da önemlisi anlamam gereken daha çok şey var. Tek bildiğim, otorite ve insanı (“sahibi”) ve onun ihtiyaçlarını merkeze koyan bir anlayışın çıkmaz sokak olduğu, birlikte yaşadığımız insan dışı hayvana hayatı muhtemelen zehrettiği. (MO/TY)