Otuz yıllık politik deneyimimiz şu ana kadar bizi mahcup etmemiş görünüyor. Ne yazmışsak, objektif değerlerden hareketle yazdık ve ne tesadüftür ki tamı tamına çakıştı.
Bunları bu aşamada yinelemek ve "işte ben demiştim, işte ben yazmıştım" demek istemeyiz. Gereği yok çünkü. Yazılarımızı takip edenler bunu zaten biliyor olmalılar. Şimdi ortaya Koffi Annan planı çıktı. Onu da bekliyorduk, sürpriz olmadı. Ancak gelinen bu aşamada yine bazı düşüncelerimizi ortaya koymak ve öngörülmeyen bazı tehlikelere dikkat çekmek istiyoruz.
Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul-zurna az!
Annan Planı ve ortaya konulan iki alternatif haritanın Kıbrıs Türk toplumunu ikiye böldüğü görülüyor. Özellikle haritada verileceği öngörülen Güzelyurt ve yöresinde sinirler son derece gergin.
Sağ olsun Denktaş ve şürekası uzun zamandır toplumda "hain" ve "Rumcu" diye saldırmadığı insan kalmadığından, statükocular, çözüm için Güzelyurt'un verilebileceğini söyleyenlere bu söylemle saldırma fırsatından yoksun kaldılar. O nedenle "gırtlağa sarılma" ve "iç savaş" olasılığı daha yüksek görünüyor.
Radyo ve TV programlarından konuşan statükocular bunun ilk sinyallerini vermeye başladılar bile. "Gerekirse Denktaş'a karşı da savaş açarız", ve "Türkiye bıraksın bir defa da biz karar verelim" söylemleri TV ekranlarından sıkça duyulan sözler arasında. "Tartışalım" deniliyor, "Toplum Annan planında nelerin olup olmadığını, hangi yerlerin verilip hangilerinin verilmeyeceğini bilmesi gerekir" deniliyor.
Konuşulmasına elbette karşı değiliz ama konuştukça sinirlerin gerildiği ve zaten bir avuç kalmış Kıbrıs Türklerinin hiç de hoş olmayan mecralara itildiğini de görmemiz gerekir.
TC'nin vilayeti
Bu nedenle bazı noktalara bir kez daha açıklık kazandırmak gerekir inancındayız. Şöyle ki: İlk olarak, Kıbrıs'ta çözüm isteyen ve Kıbrıs'ın AB'ne üyeliğine destek verenlerin oranı, AB'nin de son yapmış olduğu anket sonuçlarına göre yüzde 88'dir.
Yani çok az bir azınlık bugünkü statükoyu ya da Kıbrıs'ın kuzeyinin Türkiye Cumhuriyeti'nin (TC) bir vilayeti olduğunu savunmaktadır. Bu çoğunluk, Türkiye'nin Annan planına "hayır" demesi halinde bu kararı tanımama olasılığı vardır.
İkincisi, Kıbrıs Rum kesimi, Kıbrıs'ta çözüm olsun ya da olmasın, tüm Kıbrıs'ı temsilen AB'ne üye olacaktır. Bu husus, AB yetkililerince defalarca vurgulanmıştır. Bunun Türkiye ve Kıbrıslı Türkler tarafından maruz kalınacak kötü senaryoları hem Türkiye hem de Kıbrıslı Türkler yeterince bilince çıkarmışlardır.
Demografik yapı
Üçüncüsü, Türkiye'nin AB üyeliğinden başka seçeneği ve geleceği yoktur ve bunun yolu da Kıbrıs'ta çözüm doğrultusunda atılacak adımlara bağlıdır. Türkiye'nin bu konuda Helsinki Deklarasyonu'yla verilmiş vaadi vardır.
Dördüncüsü, Türkiye 1974'te Kıbrıs'ın toprak bütünlüğünü koruma ve bozulan anayasa düzeni yeniden sağlamak vaadinde bulunmuştur. İkinci askeri harekat ise "ileride çözüm için elimizde koz olsun" anlayışıyla yapılmış, hatta Maraş bu nedenle iskana açılmamıştır. Şimdi bu kozları açmak zamanı gelmiştir.
Beşincisi, 1974 sonrası Kıbrıs'a taşınan Türkiyeli aileler "işgücü açığını kapatmak" niyetiyle adaya getirilmişler ve hemen herkes çözüm halinde geri döneceklerinin bilincindeydiler. Demografik yapının bozulmasının uluslararası hukukta yeri yoktur ve böylesi bir olgu uluslararası kamuoyunun kabul etmediği bir olgudur.
Hangi koşullularda göç?
Altıncısı, "Tek çakıl taşı vermeyiz" diyenlerin Güzelyurt dahil bugün Annan haritasında yer alan bölgeleri çoktan gözden çıkardığı ve Annan haritasının gökten vahiy yolu ile gelmediği bir gerçektir.
Haritada Rumlara iade edilmesi öngörülen yöreler Denktaş, Mümtaz Soysal, Ecevit, ŞS Gürel ve diğerlerinin haberi yoksaydı, görüşme masasında yaptıkları neydi? Güzelyurt halkı da bunu bilmekte ancak o lanet olası "özel mülkiyetçilik" duygusu ile şu anda ikamet ettikleri toprakları terk etmek istememektedirler.
Daha doğrusu hangi koşullarda "göç" edeceklerini bilme ihtiyacı içindedirler. Parasal yönden tazmin mi edilecekler? Bu insanlar için yeni bir kent mi kurulacak v.s... Ama şu bir gerçek, başta Denktaş olmak üzere statükocuların "yeni bir göç" dedikleri olayın "çadır göçü"nün olmayacağı kesindir.
"Su kaynakları ve ekonomik verimlilik"
Yedincisi, Annan haritasında "en verimli alanların" ve "Kıbrıs'ın kuzeyini besleyen tüm su kaynaklarının" Rumlara verileceği söylemi de doğruyu yansıtmamaktadır. Çünkü "su kaynakları ve ekonomik verimlilik"le ilgili Amerikan kaynaklı fiili ve harita üzerindeki çalışmalar bizzat Türkiye ve Kıbrıs Türk otoritelerinin rızası ve yardımlarıyla gerçekleşmiştir.
Bu konuda yerel basında haberler yer almıştı. Yani Annan haritalarında "su" ve "ekonomik verimlilik" konularında dengeli bir bölüşüm yapılmıştır.
Sekizincisi, Kıbrıs Türk toplumu son 40 yıllık yaşamında ilk kez "egemenlik"le tanışma olanağına kavuşacaktır. Annan planında toplumun arzu ettiği ve Denktaş ile Türkiye'nin "olmazsa olmaz"ları arasında gösterdiği egemenlik ve eşitlik öngörülmektedir.
"Toprağı kim aldıysa o verecektir"
Dokuzuncusu, Annan planı ve haritaları "nihai" bir belge değildir, müzakereye açıktır ve bu konuda Kıbrıslı Türklerin sanıldığı gibi söz hakkı yoktur. Müzakere masasında Türkiye vardır ve toprak tavizinde bulunulacaksa bunu Türkiye yapacaktır.
Yani, "kim aldıysa, o verecektir". Sınır bölgelerindeki TC kökenlilerle ilgili kararı da Türkiye verecektir. O nedenle bunun Kıbrıslı Türklerin birbirinin gırtlağına sarılma aşamasına gelmeden yapılması bir zorunluluktur.
Onuncusu, Türkiye, Annan Planı ve haritalarını AB'nde tarih alma karşılığında kabul edecektir ki bu da objektif olarak bakıldığında ağır bir bedel değildir. (ZE/NM)