*Rize Fındıklı'da Nisan 2020'de, Savaş D. isimli erkek Gamze P.'yi öldürdü. Kadınlar, şiddete karşı sokaklara çıktı. Fotoğraf: Çatlak Zemin
bianet erkek şiddeti çetelesine göre 2020'de Rize'de kamusal alanlarda erkekler en az 3 kadını öldürdü. Daha önceki yıllarda cinayetle sonuçlanan bir erkek şiddeti Rize'den yansımamıştı. Rize'de kadınların haklarını savunan hak odaklı örgütlerinin sayısı yok denecek kadar az. nufusu.com'un 2019 verilerine göre Rize nüfusu 343.212. Bu nüfus, 171.571 erkek ve 171.641 kadından oluşuyor. Yüzde olarak ise yüzde 49,99 erkek, yüzde 50,01 kadın.
Erkekler 2020'de en az 284 kadını öldürdü
Erkek şiddetinin 2020 videosu ve grafiği
"Pandemi kürtaj yapmamanın bahanesi oldu"
2020'nin değiştirmediği tek şey: Erkek şiddeti
***
2020 yılında tüm dünyayı etkisi altına alınan koronavirüs salgınının yanı sıra, Türkiye’de bir başka husus daha gündeme oturdu: Kadına yönelik şiddet rakamlarındaki gözardı edilemez artış.
Bir artışın olduğu herkesin malumu ancak gerçek rakamlar gizleniyor, açıklanmıyor. Bu sebeple bu artışı tam olarak belirlemek de mümkün değil. Bir yanda kadına yönelik şiddet abartılıyor söylemleri, bir yanda “o da şiddeti hak etmiş” yargıları, bir yanda sokak ortasında öldürülen kadınlar, bir yanda sosyal medya hesaplarında öldürüldükleri zaman yayınlanacak siyah beyaz fotoğraflarını paylaşan kadınlar.
Peki biz hangisinden ne çıkaracağız?
2012 yılında, yürütülen büyük mücadelelerin ardından getirilen 6284 sayılı kanunla birlikte, kadın hakları savunucuları az da olsa bir nefes almıştı.
En azından şiddete uğrayan kadının korunması gayesi ile getirilen bu kanun, aydınlığa dair bir umut olmuştu. Eleştirilecek çokça yanı vardı elbette ama hiç beklenmedik bir yerden eleştirildi, yuva yıkıcı olarak nitelendi. Oysa kimse sormadı, bu yuva yıkan kanun diye bahsedilen yuva kimin yuvası? Kadının şiddet gördüğü yer midir yuvası ya da kadın şiddet gördüğü yere yuva demek mi zorundadır?
Karadeniz kadını
Geçen yıl, Karadeniz muhafazakâr ve bir o kadar da kendine özgü yapısıyla, kadına yönelik şiddet olaylarının fazlaca yaşandığı ancak bir o kadar da görülmediği bir bölge olarak karşımıza çıkıyor.
Karadeniz kadını üzerinden yaratılan, “güçlüdür, eli maşalıdır” algısı, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin aslında farklı ve başka bölgelerde pek de alışık olmadığımız bir yansıması. Karadeniz’de kadın, çoğunlukla erkek işi olarak tanımlanan işleri de yapıyor, “erkek gibi” olduğu için “güçlü” görülüyor, değerleniyor.
Bunun yanı sıra yine toplumsal cinsiyet normlarıyla tanımlanan “kadın” algısının dışında görülüyor, kadınlığı da elinden alınıyor, kadın olamadığı için de aşağılanıyor. Bu çelişkinin içinde ise her zaman ikinci sınıf olmayı sürdürüyor. Bu Karadeniz kadını algısı ve dayatması, aslında çoğu kadına yönelik şiddet vakasında gördüğümüz bir durum çıkarıyor ortaya; şiddetin farkında dahi olamama hali.
Kadına yönelik şiddet dosyasında tanık olarak dinlettiğimiz anneler, her gün hakarete maruz kalan, hor görülen kızlarının şiddete uğramadığını düşünüyor, tarım işçisi olarak çoğunlukla tek başına çalışan kadınlar, kazandıkları paranın kendilerine ait olmadığını düşünüyor, miras hakkı hala yalnız erkeklere tanınıyor, fiziksel şiddete uğrayan kadınların başvurduğu merciler, kadınlara şiddete geri dönmesini salık veriyor.
Tüm bu sebeplerle kadın şiddete uğradığının çoğu zaman farkında olmuyor, bunu normal görüyor, farkına vardığında ise, hak ettiği düşündürülüyor.
Kutuplaşma siyaseti
Bu olumsuzlukların yanı sıra, şiddetin görünür kılınması ve önlenmesi adına verilen de büyük bir mücadele var. Bu mücadele de şiddetin üzerini örtme gayesinin tam aksine, şiddeti görünür kılmaya ve önlemeye çalışıyor. Bu durum, kadına yönelik şiddete dair kutuplaşmayı da yoğunlaştırıyor.
“Yuva yıkma” iddialarıyla birlikte, o çok önem verdiğimiz aile kavramının içinin iyice boşaltıldığını görüyoruz. Yalnız adıyla var olan bir "aile" ve “yuva” kavramının her koşulda ayakta kalması, bir insanın yalnız kendisine yüklenen “kadınlık beklentisini” yerine getirmediği için öldürülmesini meşru kılmaya bağlanıyor.
Geçen yıl iyice artan bu kutuplaşmanın aslında kadın hareketine büyük bir güç ve görünürlük de kattığı yadsınamaz bir gerçek. Ancak bunun yanında, farklı sosyo-ekonomik düzeyden birçok kadın, kendi görünürlüğünden ve haklarını korumaktan korkar bir duruma getirildi. İşte tam da bu noktada, kadın şiddet gördüğü yere yuva demek zorunda bırakıldı.
Bilinç yükeltme toplantıları yapılıyor
Karadeniz Bölgesi'nde, kadına yönelik şiddetin görünürlüğü ve mücadele sivil toplum örgütleri tarafından ortaya konmaya çalışılıyor. Sivil toplum bölgede hala yeteri kadar güçlü değil ancak büyük bir ivme ile gelişiyor. Bilinç yükseltmeye yönelik mahalle toplantıları, bilgilendirme çalışmaları yapılıyor.
Bu çalışmalar yalnızca görünürlük üzerine değil, aynı zamanda kadının ekonomik bağımsızlığının sağlanması üzerine de yoğunlaşıyor. Kadınlar, bölgenin en önemli ekonomik faaliyeti olan tarımın yürütücüsü ve aslında gelir sağlayıcısı konumundayken, ekonomik bağımsızlıkları söz konusu dahi olamıyor. "Baba evinde" aileye yardım etmekle yükümlü kadın, evlendiğinde de adeta bir tarım kölesi olarak çalıştırılıyor.
Elde edilen gelir çoğunlukla kadının kullanımında olmuyor ve kadın çalışıyor da olsa sürekli olarak bir erkeğin bağımlılığı ve hükmü altında yaşamını sürdürüyor.
Örneğin çay tarımında, çayın toplanması ve satışı görevi kadının üstündeyken, bankadan paranın çekilmesi ve harcanması erkeğe ait. Üstelik bu durum meslek sahibi, şehir hayatıyla daha bağlantılı kadınlar için de geçerli. Bu ücretsiz emek kadının yükümlülüğü olarak görülüyor.
Bu durum yıllardır da bu şekilde süre geldiği için, aslında bir ekonomik şiddet olduğu mahkemeler tarafından dahi değerlendirmeye alınmıyor. Ekonomik faaliyet alanı zaten kısıtlı olan kadın, aile tarafından da desteklenmiyor.
2000’li yıllarda yapılmaya başlanan kadastro çalışmalarında, kadınların aslında miras hakkı ile elde etmesi gereken taşınmazlar erkek kardeşlerin üzerine kaydedilmiş ve bu yolla kız çocuklardan kaçırılmış. Bu güçlü kadın imajının ardındaki güçsüzleştirme daha küçük yaşlarda aileden başlıyor ve devam ediyor. Kadın boşanmak istediğinde ise güvencesiz kalıyor.
Nafakaya yönelik verilen kararlar, 3 öğün ekmek almaya dahi yetmeyecek kadar cüzi meblağlar oluyor. Kadınlar açılan meslek edindirme kursları ile birlikte ekonomik bağımsızlığa dair bir adım atmış oluyor, güçlendiriliyor. Ancak virüs salgını sonrası, bu merkezlerin ve kursların da kapatılması kadınlar için her anlamda ciddi bir darbe olarak karşımıza çıkıyor.
Pandeminin ülkemizde de etkisini göstermesiyle birlikte, kadınlar olarak, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin etkilerini fazlaca ve yıkıcı olarak hissetmeye başladık.
Karadeniz kadını belli saatlerde sokağa çıkamıyor
Çoğunlukla özel alana hapsolmuş durumdaki kadın, var olabildiği kısıtlı kamusal alanını da kaybetti. Eğer bu özel alan bir şiddet alanı ise, şiddetin tezahürü de aynı oranda arttı ve görünürlüğü de bir o kadar azaldı. Yargıya ve koruma yollarına erişimi zaten kısıtlı olan çoğu kadın bu erişimi neredeyse tamamen kaybetti.
Bölgede, kadına ait ve erkeğe ait alan ayrımı çok net bir biçimde görülebiliyor. Kadın genelde evde, arkadaş buluşmalarında sosyalleşirken, erkek tüm alana hâkim bir pozisyonda. Küçük şehirlerde dahi kadınlar hala belli saatlerden sonra sokağa çıkmaya çekiniyor, belli sokaklardan yürümüyor.
Kadın buluşmaları destek alanı
Bu kadın buluşmaları ise kadınlar için ciddi bir var olma ve destek alanı. Pandemi ile birlikte, sosyal alanın kaybolması kadınlar için destek mekanizmalarının da yok olmasına sebep olmuş durumda. Yalnızlaşmayla birlikte, şiddeti tolere etme zorunluluğu da artıyor. Sivil toplum tarafından yürütülen, kadınların güçlendirilmesine yönelik çalışmaların da son bulmasıyla birlikte, kadın kaderine terk edilmiş durumda. Bu esnada da şiddet olayları artmaya devam ediyor.
2020 yılının Mart, Nisan ve Mayıs aylarında Rize’de yaşanan 3 kadın cinayeti kamuoyunda büyük etki yarattı. Bu kadınlar, sosyal medyada kendilerine hesap açtıkları, eşiyle tartıştıkları, bir erkeği reddettikleri için öldürüldüler. Olaylar, saplantılı aşk cinayeti romantizmi altında kamuoyuna sunuldu. Evlerde, sokaklarda, arkadaş ortamlarında kadının bu şiddeti hak edip etmediği tartışmaları yapıldı.
Şiddeti gözardı etmek mümkün değil
Tüm bunlar olurken, şiddet gören birçok kadın ya sesini duyuramadı ya da duyurduğu yerlerden geri çevrildi, yıllar süren cinsel taciz olaylarının ardından takipsizlik kararları verildi, toplum yan evden gelen çığlık sesini duymazdan geldi.
Ortaya çıkan ve kamuoyunda yer alan bu şiddet olayları artık gözardı etmenin mümkün olmadığı olaylar. Bu görünürlük, olayın şiddetiyle ve ne kadar göz önünde gerçekleştiğiyle doğru orantılı.
Oysa bölgede yıllardır, psikolojik ve ekonomik şiddet çok fazla olmasına rağmen dillendirilmiyor. Fiziksel şiddet olayları göz önünde olmazsa yok sayılıyor.
Kadına yönelik şiddet dosyalarının üstü örtülmeye çalışılıyor. Kardeşini kuma getirmek isteyen kocasına karşı çıktığı için merdivenden itilerek omurgası kırılan, 10 yılı aşkın zamandır cinsel tacize uğrayıp fail hakkında dava açılmasını ancak silahlı saldırı sonrası sağlayabilen, eski kocası kapısını kırıp evine girdiğinde dahi şiddete uğradığını kanıtlayamayan, yaşadığı cinsel saldırı sonrası toplum tarafından suçlu görülen kadınlar, Karadeniz Bölges'inde oldukça fazla ve yıllardır sesini duyurmakta çok zorlanıyor.
Bununla birlikte kadına olduğu kadar çocuğa yönelik şiddet dosyalarında, tanıklık yapan kişilerin dahi ne pahasına olursa olsun, faili korumaya çalıştıklarını görüyoruz. Cinsel istismar dosyalarında, yetişkin tanıkların faili korumak için yalan ifade verirken, çocuk tanıkların bu yalanları ortaya çıkardığını görüyoruz. Toplum Karadeniz’de, üç maymunu yıllardır başarılı bir şekilde oynuyor.
Artan şiddet rakamları, pandemi ve tüm bu olumsuzluğunun yanı sıra, yıllarca gözardı edilen kadına yönelik şiddetin görünürlüğünün de arttığına yönelik önemli bir gösterge.
Burada asıl mesele bu göstergenin, toplum için bir uyandırma çağrısı olup olmayacağı. Değer yargılarımızın yerine insanın değerini koyabildiğimiz, haksızlıklara karşı ötekinin yanında durabildiğimiz ve kendimizi var etmeye çalışırken başkasını da var etme sorumluluğunu hissettiğimiz bir dünyanın uyandırma çağrısı. (İÖ/EMK)