Düşünür Samir Amin, Marks’ın “Kapital”ini her 20 yılda bir okuduğunu ve her okumanın başka bir anlamı olduğunu söyler. Öyledir, bazı yapıtlar anıt gibidir. Her yaşta okunur, hiç eskimezler. Bunlardan biri de “Küçük Prens’tir.” Kitabı kitap yapan yalnızca metin değil, Antoine de Saint-Exupéry’in kendi çizimleriyle bezediği bu eser, hep bir klasik olarak kalacak. Kuşkusuz çok basıldı çok farklı kişilerce çevrildi ancak ben Cemal Süreya ve Tomris Uyar’ın çevirisinden şaşmam. Çünkü iyi bir kitap usta ellerden geçmemişse çekilmez olur. Öyleyse çok insanın okuduğu bildiği, “Küçük Prens”le henüz tanışmamış olanlar için dilimiz döndükçe özetleyelim.
Çocuk duyarlılığı ve yaşam sorunları
Yazar, aslında kitapta kendi çocukluğunu anlatıyor. Çocuk duyarlılığı ile yaşam sorunları arasında sıkı ve ilginç bağlar kuruyor. Kim nereden bakarsa eserden kendi yaşam hikâyesinden dersler çıkarıyor. Tabii aslolan çocukların gözünden olan anlatım. Yazarın yarattığı Küçük Prens aslında büyüklerin hep kendini haklı, doğru ve tartışmasız gören anlayışına karşı bir eleştiri aslında. Sadece bu da değil, büyüklerin yarattığı dünyayı da tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Hikâye bir çocuğun çizdiği bir resme anlam vermek, derinlemesine değerlendirmek, sanatsal bakmak yerine çok sıradan basit bir yaklaşımla şapkaya benzeterek başlıyor. Oysa kahramanımız, büyüklerin şapka dediği çizimden bir fili yutan ve sindirmek için altı aylık uykuya dalan Boa yılanın ta kendisidir. Bunu büyüklere anlatamayacağını düşünen kahramanımız, büyüklerin seviyesine inmeye karar verir. Büyüklerin en iyi anladığı şeylerden bahser: “Briç, diyorum, golf, politika, kravat mıravat. Onlar da böylesine aklı başında biriyle tanıştıklarına bayağı seviniyorlardı.”
Ön yargı ve biçimsel bakış yanılgısı
Büyükler çoğu zaman önyargılı ve biçimsel bakarlar olaylara. Bu yüzden yazar kendi kahramanını dünyanın dışında bir gezegene taşıyor. Ve sayılara, rakamlara, verilere bayılan insanları inandırmak için de Küçük Prens’in geldiği gezegenin adını “Asteroid B-612” koyar. Gezegenin keşfini ise 1909 yılında Türkiyeli bir gökbilimcisine bulduruyor. Söz konusu gök bilimcinin uluslararası Gökbilimciler Kurultayı’na sunduğu bu gezegenin varlığı kimseye inandırıcı gelmez. Çünkü bu bilim insanının başında fes, ayağında şalvar vardır. Sonra yine bir Türki önderin aklını başka türlü çalıştırarak söz konusu gökbilimciyi Avrupalı gibi giyindirip yeniden tezini sundurur. Ve bütün kurultay üyeleri bu görüşe katılır. Ne ilginç bir rastlantı değil mi? Bu günün Türkiye’sinde hâlâ benzer tartışmalar yürütüyor olmamız, birey trajikomik geliyor. Ama gerçek değişmiyor. Kitabın bu bölümü aslında çok güçlü bir modernizm eleştirisi de sunuyor. Çünkü modernizm her şeye bir değer biçer. Dünyayı sayılardan ibaret görür:
Dersiniz ki kırmızı kiremitli bir ev gördüm. Pencerelerinde saksılar, çatısında kumrular vardır! Bir türlü gözlerinin önüne getirmezler bu evi. Ama ‘yüz bin liralık bir ev gördüm’ deyin bakın nasıl ‘Aman ne güzel ev’ diye haykıracaklar.”
Küçük Prens’in gezegen yolculuğu
Küçük Prens’i koyunu ile birlikte gezegenler arası yolculuğa çıkaran yazar, güçlü bir arkadaşlık vurgusu yapıyor. Soru soran, sorulara cevap arayan ve sorgulatan tarz müthiş bir beyin egzersizi yaptırıyor. İnsanı mutsuzluktan kurtarıp, mutlu olmaya yol aldıran eserde sıklıkla doğa ile çocukların saf ve sade duygularının ilişkisine de tanıklık ediyoruz. Her bir gezegende geçen diyaloglar öğretici olmakla birlikte ders çıkarıcı ve insanı daha mütevazı olmaya davet ediyor.
Kimse yoksa kendini yargılarsın
Küçük Prens’in uğradığı ilk gezegende karşılaştığı kralın kendisine adalet bakanlığı teklifini reddeder. Zira gezegende kraldan başka kimse yaşamazmış ve dolayısıyla Küçük Prens yargılanacak kimsenin olmayışından dolayı bu teklifi kabul etmez. Israrcı olan kralın şu sözleri sizin de dikkatinizi çekiyor mu: “O zaman sen de kendini yargılarsın. En gücü de budur zaten. Kendini yargılamak başkalarını yargılamaktan çok daha güçtür. Kendini yargılamayı başarabilsen gerçek bir bilgesin demektir.”
Ve Prensin gördükleri arasında kendini beğenmiş olanı, sarhoş olanı, coğrafyacı veya bir bekçinin hal ve davranışları ayrı ayrı dersler niteliğindedir. Bir de biz insanların yaşadığı Dünya var.
“Her yer kuru, her yer sivri, her yer sert ve acımasız. İnsanlarda da düş kurabilme gücü hiç yokmuş. (…) Benim gezegenimde bir çiçeğim vardı, söze ilk o başlardı.”
Evet, bu başyapıt çocuklarda “Gülmeyi bilen yıldızlar” duygusunu yaratıyor. Her çocuğun kitaplığında mutlaka olması gereken bir eser. Olmalı ki biz büyükler de ara ara alıp okuyalım ve biraz yüzleşelim. Çocuklar, bireydir. Aklı ve fikri var. Hem de çok güzel çalışıyor. İyi okumalar…
Kitap: Küçük Prens
Yazar ve çizer: Antoine de Saint-Exupéry
Çeviren: Cemal Süreya ve Tomris Uyar
Yayınevi: Can Çocuk
Okuma Yaş Grubu: 10 ve üzeri
(SYZ/Lİ/AÖ)